Yazdırdığınız Makale: ULAKLARIN SIRRINA ERENLER....


ULAKLARIN SIRRINA ERENLER...

 
     (Bu hafta Posta teşkilatının kuruluşunun 170.yılı çeşitli etkinliklerle kutlanmakta… Bu haseple bu gün ki köşemizde postadaki hayatımıza şöyle bir değineceğiz.)

        Ulaklar atlarını dörtnala sürerlerdi, gece gündüz dağ bayır demeden, açlık susuzluk nedir bilmeden… Eğer söz verilmişse, tan ağarmadan ya da güneş batmadan haber yerine ulaştırılmalıydı… Ulak atları da sahipleri gibi sorumluluklarının farkındaydılar. Dizginlerin altında onlarda zamanla yarıştıklarını biliyorlardı. Rüzgâra sırt verip dörtnala koşuyorlardı. Taşıdıkları sözün ağırlığı sultanların hazinelerinden daha kıymetliydi, onlarda bunu biliyordu…

        Haber güvercinleri vardı o zamanlar… Bin bir marifetli posta güvercinleri. Siz ayağına mektubu bağlayıp başını da biraz okşadınız mı o bilirdi nereye uçacağını… O posta güverciniydi, yolunu ve zamanını bilirdi. Bilirdi ki bu haber yerine ulaşmalı, en kısa kestirme yoldan bir an önce gitmeli… Yukardan aşağıya doğru süzülüp indiğinde artık görevin sonuna gelinmiştir. Bakmayın siz onun adının güvercin olduğuna o da bilir ki elçiye zeval olmaz ama yinede ayakları titrer taşıdığı haberin ağırlığıyla…

      Sonra gel zaman git zaman aradan yıllar geçer devir değişir eski tutumların değeri kalmaz olur. Artık ne ulaklar o kadar önemlidir ne de posta güvercinleri. İnsanoğlu telgrafı keşfeder. Artık haberleşme daha da kolaylaşmıştır. Meramınızı anlatmaya bir yol açılmıştır artık günlerce beklemeden…

      Yine de bu insanoğlunu tatmin etmemiştir, hep daha iyisini ve yenisini istemiştir. Telefonla beraber insanoğlu seslenmiştir birbirine. Önceleri garip gelse de sonralardan alışılmıştır bu garipliğe…

      Zaman hızlıca geçiyor ve devir akıl almaz bir şekilde değişiyordu. İnternet ve cep telefonları derken bilişim sektörü kendini aşıp geçmişti. Artık kendisiyle yarışıyordu. Her gün bir başka değişiklik… Bu gün çıkan cep telefonu bir ay sonra demode oluyor. Oysa bizim hiç de demode olmayan hasletlerimiz var. Bizim hiç eskimeyecek bir mektup alışkanlığımız var. Teknolojinin bütün gelişmelerine, bütün ürünlerine inat bizim kartpostal alışkanlığımız var. Çoğu kimse bunu unutmuş olsa da içimizde bu hasleti yaşatan insanlar da var. Onlar cep telefonu da kullanmıyorlar, internette. Hem eskiden cep telefonumu vardı o zaman insanlar haberleşemiyordu mu? Köylerde herkes de biliyordu ki akşam oldu mu köy kahvesinde toplanılırdı. Hiç de telefona ihtiyaç yoktu. İnsanlar cep telefonu olmadan da haberleşiyor internet olmadan öncede mektuplaşıyorlardı. Hem el yazısı ie yazılmış üzerinde o günün tarihi bulunan tarih değeri taşıyan bir mektubun yerini bir mail nasıl tutabilir ki? Bir mektubun tadını bir mailde bulabiliyor musunuz? Hadi şunu itiraf edelim hep birlikte. Bayramlarda bize gelen bir kart mı bizi daha mutlu eder yoksa cep telefonundan gelen bir mesaj mı? Hepimizde biliriz ki gönderilen kartpostalda emek vardır. Bu kart postal bize gelmeden önce atacak kişi bu kartı almayı düşünmüş, almış üzerini yazmış ve postalamıştır. Bunun için parasını ve en önemlisi zamanını harcamıştır. Cep telefonu mesajında öylemi otomatik olarak menüden klasik bir bayram mesajı seçilir ve blok halinde herkese gönderilir. Ahmet’e ne gönderilirse sana da o gelir. Oysaki her birey farklıdır farkınca da farklı ilgiyi hak eder. Kart postallarda ise herkes için ayrı ayrı bir kart vardır…

      Gökyüzünde kanat çırpmış posta güvercinleri, atlarını dörtnala bozkırlarda sürmüş ulaklar şöyle bu günü görmüş olsalar kim bilir ne düşünürlerdi. Mutlu mu olurlardı yoksa mutsuz mu? Teknoloji nimetleri bir yana emin olunuz ki mutsuz olurlardı. Haberin değerini bilmeyen insanlar için, değer bilmeyen, göstermeyen insanlar için boyunları eğik olurdu. Onlar her şeyden önce ne olursa olsun sır taşıdıklarını biliyorlardı. Bu gün bayramlarda az da olsa kart atanların ne attıklarını bildiği gibi…

     Saygılarımla.