Son mesaj - Gönderen: Recep Ergin - Salı, 01 Kasım 2011 23:40
Sitemizin yeni hali www.gumushane.gen.tr/v2 adresinde test edilmektedir. Lütfen belirli aralıklarla ziyaret ederek, yaşadığınız aksaklıkları ve önerilerinizi admin@gumushane.gen.tr adresinden veya buradaki formdan bize bildirin.
Köşe Yazıları Bölgesi

Köşe Yazıları->Oytun ARSLAN->DİLLER ÜZERİNE [ Arama ]

DİLLER ÜZERİNE
Başlık DİLLER ÜZERİNE
Açıklama -
Siteye Ekleyen Recep Ergin
Diller, dinamikliğini her daim koruyan, kültürün, birikimin, etkileşimin canlı şahitleri... İnsanların iletişiminde başrol oynayan konuşma ve dinleme yetilerinin vazgeçilmez öğesi diller, bin yıllar boyunca değişmiş, evrilmiş, yerinde duramayarak bu günlere gelmiş. Dünya üzerinde var olan sayısız dil, kim bilir nasıl oluşmuştur... Kimisi başka bir dilden koparak zamanla bağımsızlaşmış, kimisini de insanlar kendilerince kurallar koyarak icat etmişler. Düşünsenize, ilk insanlar sadece el kol hareketleriyle iletişim kurarken, birisi çıkıp “Bu böyle olmayacak, ağzımızla belli sesler çıkarıp anlaşalım”  mı demiş, sonra da oturup kurallarını mı belirlemiş?

Dilin kutsallığına laf yok, malum o olmasaydı hepimiz başıboş sesler çıkararak gürültüden başka bir şeye sebep olmazdık. Gerçi şimdi de gürültüye yol açıyoruz ama, en azından ağzımızdan çıkanların bir manası var, yani kuru gürültü değil hiç değilse.

Nasıl dil olmadan toplumu düşünemiyorsak, toplum olmadan da dili düşünemeyiz. Bir dili kimse konuşmayacaksa, o dile neden gerek olsun ki? Dil, onu konuşanlar olduğu sürece vardır. Ya da daha iyi anlaşılması için şöyle bir örnek vereyim: Ormanın orta yerinde devrilen bir ağaç, onu duyabilecek kimse yoksa ses çıkarmış mıdır, yoksa çıkarmamış mıdır? Çıkarmışsa bile bunun bizim için bir önemi yoktur aslında. Kimsenin artık konuşmuyor olduğu bir dil de, birikimi, kuralları ve her şeyiyle yitip gitmeye mahkûm olur. Yeryüzünde bir zamanlar konuşulan, ama asırlar geçtikçe ortadan kaybolan dillerin akıbeti bu olsa gerek…

Ne ilginçtir ki, biz kendi toplumumuzda bir dil icat edip, kendi aramızda anlaşmak için bu aracı kullanırken, dünyanın başka bir ülkesinde başka bir toplum da yine kendi kafasına göre bir dil icat etmiş. İşin güzel tarafı, onlar da birbirleriyle gayet güzel anlaşabiliyorlar. Yani, toplumu karmaşaya götürebilecek kadar büyük bir sorun -iletişimsizlik-  çözülmüş. Hem de bu dil denen muhteremi zekâ seviyesi ne olursa olsun toplumun tüm fertleri konuşma yeteneğine sahip, ama iyi ama kötü. Yani zekâ ile de alakasız bir olay insanın kendi dilini öğrenmesi. Er ya da geç öğreniyor işte. Açıkçası şu ana kadar kendi dilini konuşamayan bir insana rastlamadım.

Kendi aramızda dilimiz sayesinde bu kadar güzel anlaşıp gevezelik yapabilirken, dillerini bilmediğimiz bir grup yabancının yanında süt dökmüş kediye dönmemiz kaçınılmaz. Dediklerini duysak da, dinlesek de, beynimizde bunlar birer koca hiç olarak algılanmakta. Dolayısıyla, iletişimimiz gerçekleşememekte. İşin komik kısmı da, Albert Einstein bile olsanız kar etmiyor. Siz ki dünyaya biliminizle hükmetmişsiniz, tarihin akışını değiştirecek işler başarmışsınız; ama gelin görün ki şu köşedeki iki İspanyol çocuğun sizle dalga geçtiğini anlayamıyorsunuz, onlara boş gözlerle bakıyorsunuz. Hani sizin IQ’nuz çok yüksekti, herkesten yüksekti hatta, o 8-10 yaşındaki veletlerin zekası da o kadar gerideydi size göre? Ama nafile. İşte size bakıp dalga geçiyorlar ve sizin ruhunuz bile duymuyor. İşte sizde olmayan, ama onlarda olan bir yetenek: Onların dilini konuşmak. Böyle de enteresan bir şeydir işte dil. Ne zaman ne yapacağı, insanın başına ne işler açacağı belli olmaz. Ah şu dili bir bilseydim de, onları anlayıp ağızlarının payını verseydim demek için ise biraz geç kaldınız.

Dilin dinamikliğinden bahsetmişken, dillerin birbirleriyle etkileşimlerinden bahsetmemek olmaz. Nasıl ki farklı sıcaklıktaki iki hava kütlesi karşılaşıp yağmur oluşturuyorsa, iki farklı dil de karşılaştıkları yerde belli ürünler veriyor. Ya biri diğerine kelimeler bağışlıyor, ya da tam tersi. Bir toplumun hangi dönemlerde hangi kültürün etkisi altında kaldığını görmek için, dilinin evrimine bakmak çok önemli bu bakımdan. Hangi kültürle etkileşim varsa, büyük ihtimalle de o dille bir yakınlık oluşmuş, ortak kelimeler gibi. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra Türkçede görülen  Arapça etkisi, Osmanlının son dönemlerinde Fransa ile olan kültürel anlamda yakın bağlar sayesinde dilimize yer etmiş Fransızca kelimeler, ve son olarak da özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya dili haline gelen İngilizcenin getirdikleri...

Fransızcadan Türkçeye geçen kelimeler o kadar çok ki, tek tek konu başlıkları halinde bile incelenebilir. Buyrun size sadece birkaç örnek: Fransızlardan spor yapmayı öğrenmişiz; etap (étape), parkur (parcours), şampiyona (championnat), puan (point), kulvar (coiloir), rövanş (revanche), ekip (équipe) kelimeleri gelivermiş hemen. Tren ve demiryolu işletmesini de onlardan öğrenmişiz; gar (gare), şimendifer (chemin de fer), bilet (billet), rötar (retard), kuşet (couchette), dekovil (decauville), peron (perron) gelmiş. Giyim-kuşam, güzellik ve modada da nasibimizi almışız; sütyen (soutien-gorge), külot (culotte), manto (manteau), pardösü (pardessus), büstiyer (bustier), fermuar (fermoir), defile (défilé), makyaj (maquillage), rimel (rimmel), fondöten (fond de teint), far (fard)… Tabi burada şunu da belirtmekte yarar var, Fransızca okunması ve yazılması apayrı bir dil, biz kelimeleri alırken sadece okunuşlarına göre almayı tercih etmişiz.

Dil kültürün ve yaşam biçiminin aynasıdır demiştik ya, onu da bir iki örnekle açıklayalım. Örneğin Türkçemizde, başka belki de hiçbir batı dilinde bulunmayan bir özellik vardır: neredeyse her akrabaya bir isim verilmesi gibi. Önce çekirdek aileden başlayalım, kardeşimizin bizden büyük olup olmadığı konuşmamızdan anlaşılır. Ya abi, abla deriz; ya da kardeş. Sonra dayı, amca, hala, teyze vardır. İngilizcede dayıyı mı amcayı mı kastettiğiniz kelimeden anlaşılamaz, “uncle” der geçersiniz. Bizde onun alası var deyim yerindeyse; bacanak, baldız, görümce, elti, kayınbirader, kayınbaba, kaynana… Neredeyse her karaktere bir ad vermişiz. Sebebi ise basit, ihtiyacımız varmış da ondan. Peki neden ihtiyacımız varmış, çünkü aile bağlarımız çok kuvvetli. İletişim kurarken kimden bahsettiğimizi direkt olarak belirtmek, kafa karışıklığına mahal vermemek istemişiz, bu yüzden de herkese bir isim kondurmuşuz. Oysa batıda öyle mi? Adam bacanağını 10 yılda bir görüyorsa, herhalde “bacanak” kelimesine ihtiyaç duymaz. Bir örnek de Almancadan olsun: Almancada einsteigen (bir araca binmek) ve aussteigen (bir araçtan inmek) fiillerinin yanında bir de “umsteigen” fiili vardır. Bu kelime de bir araçtan başka bir araca aktarma yapmak için kullanılır. Almanlar ulaşım konusunda (özellikle de toplu taşıma ve raylı taşıma konusunda) o kadar gelişmişlerdir ki, pek çok yerde kesişen ve birbirine aktarma imkânı veren hatlar, bir şekilde bu kelimenin başlı başına bir anlamının olmasını sağlamıştır. Aslına bakarsanız, İngilizcede “change” ya da “transfer”, Fransızcada “changer” fiilleri bu manayı karşılarlar. Fakat bunların farkı, bu kelimelerin başka manalar için de kullanılabilmesidir, nasıl biz de “aktarmak” kelimesini başka manalarda da kullanabiliyorsak. Almancada yer alan “umsteigen” fiili ise, başlı başına bu mana için (araç değiştirme) kullanılır. Sebebi bellidir, çünkü “umsteigen” onların hayatının bir parçası olmuştur. Yani sırf bu yüzden yeni bir kelime icat edilmiştir. Böyle bir kelimenin varlığı, şehirde yaşayan ortalama bir Alman vatandaşının gün içinde kaç kere “umsteigen” yaptığını, ya da biraz daha genellersek yaşam biçimini tahmin etmemize yardımcı olur elbette.

Hayat tarzımızın değişmesi, teknolojinin ilerlemesi de dilin evrimleşmesini kaçınılmaz kılmakta. Eskiden adını bile duymadığımız kelimeler şimdi günlük hayatımızın bir parçası olmuş durumda. ‘Internet’e giriyoruz, ‘teknoloji’ ile ilgileniyoruz, ‘televizyon’ izliyoruz, şifreli kanal için ‘dekoder’ satın alıyoruz, sitenin birine girmek için ‘tıklıyoruz’, ya da arkadaşımıza haber vermek için telefonunu ‘çaldırıyoruz’. İlk verilen örnekler tamamen yabancı kökenli kelimeler olsa da, toplumca onları öylece kabul ettiğimizden artık onları hayatımızdan söküp çıkarmak neredeyse olanaksız. İnsanlar kullandıkça dile yerleşiyor, yerleştikçe kullanılıyor. Ama tıklama kelimesi öyle değil örneğin. İngilizceden direkt çeviri ile bunu ‘klikleme’ olarak alabilirdik, ama neyse ki bizdeki ses (tık) onlardaki sesten (click) farklıymış da, kendi kelimemizi kendimiz yaratmışız. Aynı ses iki ülkede nasıl farklı olur demeyin, mesela Türk köpekleri ‘hav’ diye, İngiliz köpekleri ise ‘bark’ diye havlıyorlar.
 
Diller değişiyor, gelişiyor, serpiliyor. Hayatın akışı içerisinde yeni biçimlere bürünüp devam ediyor. İnsanların birbirlerini anlamasını sağlıyor. Bize toplumun ta kendisini yansıtıyor. Başka dillerle kaynaşıyor, alışverişe giriyor. İnsanlar onu konuştuğu sürece de var olmaya devam ediyor. Belki bizim konuştuğumuz Türkçeyi 200 yıl sonrakiler hiç anlamayacak, Türkçe bambaşka bir dil haline gelecek. Ve hatta o zamanki tarih araştırmacıları bugünleri araştırmak için eski Türkçe(!) öğrenmek zorunda kalacak. Ama bu, o dilin Türkçe olduğu gerçeğini değiştirmeyecek.

*Katkılarından dolayı TDK Sözlüğü’ne teşekkürler…
Oyu Puanı: 3 - Ortalama: 3.67

Yorum Gönder Değerlendir Yazdır
Yorumlar

Bilgiler
Burda 2491 Köşe Yazısı Kayıtlı
Enfazla Bakılan: TARİMİZDEKİ KAHRAMAN KADINLAR...
Enfazla Değerlendirilen: TEKNOLOJİ VE İNSAN

Köşe Yazıları Bölgesini Gezen: 4 (0 Kayıtlı Üye 4 Ziyaretçi ve 0 Bilinmeyen Üye)
Görünen üyeler: 0


 


MKPortal M1.1.1 ©2003-2006 mkportal.it
Bu safya 0.81485 saniyede 15 sorguyla oluşturuldu