ADEM CAN

Bugün çok sıra dışı bir hayat hikâyesi ve çok sıra dışı bir başarı öyküsü paylaşacağım. Bu öykü kitaplara ve haberlere konu olan olay ve kişilerin başarılarının çok daha ötesinde ve neredeyse inanılmaz... Bu hikâyeyi diğerlerinden ayıran en önemli özeliklerden birisi çaba, inanç, alın teri ve çok çalışmanın ötesinde kendi öz değerini meydana getirirken hiçbir tesadüf, rastlantı ya da şansa dayalı tek bir itici güç içermemesidir. Baştan sona her bir basamaktaki bütün süreçler bizzat kendi inisiyatifi ve zihin dünyasındaki planlamanın ve adım adım hedefe yürümenin bir sonucudur. Bendeniz de bütün bu süreçlere en yakından tanıklık ettiğimden yazılanlar ve anlatılanların mübalağa ve abartı olmadığına sizleri temin etmek isterim.

13 Yaşlarında Çimen dağında celep otlatırken gece boyu yağan yağmurun altında üstü başı sırılsıklam vaziyette olduğu hâlde, sürüye zeval gelmesin diye bir dakika gözünü kırpmadan sürünün dağılıp kurda kuşa yem olmasını önleme çabalarının sonucunda bitkin düşüp uyuyakalan kendiliğinden uyandığında üstündeki elbiselerin kuruduğunu ve sürünün emniyette olduğunu fark edince kafasında bu öykünün ilk kıvılcımı çakar. (Kelkit ilçemiz sınırlarındaki Çimen Dağlarında celep yayan çobanlar gece sürünün yanında açıkta bir keçenin içinde yatarlardı. Çimen dağında ev, baraka hatta tek bir ağaç gölgesi dahi bulunmayıp sadece çayır ve otlaklardan oluşmaktadır. Günümüz imkânları ile seyyar çadır barakaları oluşturulmuş ve çobanlar geceyi bu çadırlarda geçirmektedir.)

Onun çobanlığı sıra dışıdır. Genellikle sürüsünü diğer çobanların gitmediği daha otlu yerlerde yalnız başına otlatır. Sürekli hayvanların davranışlarını izler, onların sürü hâlinde ve bireysel hareketlerinde neye nasıl tepki verdiklerini gözlemleyerek kendince bir “dağ ilmihali” oluşturur. Kurdun sürüye hangi yönden ve sürünün neresinden yaklaştığı konusundaki tecrübeleri sayesinde altı yıllık çobanlığı süresince sadece iki koyununu kurda kaptırmıştır. Bu iki vakanın birisi büyük bir ormanın derinliklerinde diğeri zifiri karanlık bir gecede başına gelir. Sürüsü genellikle köyün en semiz sürüsüdür. Hatta bazen sürüsünü Kuzu Gölü denilen yerde yıkamayı da ihmal etmez. Bir yandan çobanlık yaparken bir yandan aklını kullanarak kendini geliştirmenin yollarını arar.

Yaşı biraz daha ilerleyince bütün Gümüşhane gençlerinin kaderini o da paylaşır ve gurbette Ağabeyleriyle inşaatlarda uzun yıllar çalışır. İnşaat demirinde usta olması için iki ay yetmiştir. On sekiz yaşındayken İstanbul Büyük Çekmece’de sayılı ustalar arasındadır. Aynı anda dört beş inşaatın demir işini yürütmekte ve kimi zaman yanında beş altı işçi çalıştırmaktadır. Müteahhitlerin güvenini kazanmak için sakal bırakmakta ve yirmili yaşlarda olduğunu söylemektedir.  Adem, 1993 yılında askerden döndüğü zaman ilk okul mezunudur.  Hem çalışıp hem de özel bir spor okulunda spor yapmaktadır. Bu süreçte ortaokulu ve liseyi dışardan bitirerek girdiği üniversite sınavında Atatürk Üniversitesi Erzincan Eğitim Fakültesi’ni kazanır. Babasını askerdeyken kaybettiğinden bütün eğitim hayatında kimseden bir kuruş destek görmeden hem çalışır hem de okuluna devam eder. Bu arada evli ve üç çocuk babası olan Adem, Üniversite Vakfı’ndan da diğer vakıf ve derneklerden burs almaz.

2000 yılında bölüm birincisi ve fakülte üçüncüsü olarak mezun olduğu mezuniyet töreni-ne bizzat şahitlik ettim. Onu cüppesi ile sahnede görünce zihnimden geçenlerin çoğu bu gün kaleme aldığım ve sizlerle paylaştığım hususlardı. Sonraki yıllarda edebiyat öğret-menliği yaparken yüksek lisans ve doktorasını tamamlayarak Erzincan Üniversitesi’ne yardımcı doçent olarak atandı.

O şimdi Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesinde Prof. Dr Adem Can olarak görevine devam etmektedir. Profesörlüğe geçen hafta atandığı için ondan bahseden bu yazıyı bugüne kadar geciktirdim. O sıradan bir akademisyen değil. Sadece ve sadece doğruları konuşur, yanlışı ve kusuru muhatabına bütün kararlılığı ile eğmeden bükmeden söyler. Üstlerine ve yönetim erkine karşı tavırlarında her zaman bilimden yana ve kamunun yararına konuşması onun şiarı olmuştur. Bu kadar doğru ve açık sözlü birisinin yardımcı doçentlikten profesörlüğe yükselmesi sizce kolay olmuş mudur? Tabi ki kolay olmadı. Her bir yeni göreve geçerken sadece ve sadece mesleki bilgi ve becerisinin, ilmi araştırma ve incelemelerinin gücünü kullandı. Ona hak ettiğini vermek hususunda muhalif olanlar yine onun her kesimden kabul gören ilmi çalışmalarının ışığından kaçamamış ve hakkını teslim etmek zorunda kalmışlardır. Son ataması öncesinde onun adına kulis yapan arkadaşları “Bu kadroya Adem Can layık değilse hiç kimse layık değildir.” diyerek yönetim erklerine baskı oluşturmuşlardır. Onun kendi alanı ile ilgili bilimsel çalışmaları ve gece gündüz demeden ortaya koyduğu “katma değer” öylesine büyük ve kıymetlidir ki en katı yürekleri dahi pes ettirecek bir ölçüdedir.

Buraya kadar anlattıklarımızdan onun dik başlı, muhalif ve kibirli birisi olduğu kanaatine varanlar için yanıldıklarını söylemek isterim. Adem’in bir de derviş meşrep yönü vardır ki sözünü bazen yanındakinin bile zor duyacağı naiflikte söyler, bahçesindeki ağaçlarla ve bitkilerle hatta börtü böcekle sohbet eder, onlarla yakınlık kurar. Akraba, eş ve dostlarını ziyaret etme konusunda bol zaman ayırır ama en çok zamanını mesleki çalışmalara ayırır. Dervişlik yönüyle edebe çok önem veren Adem Can, varlığı ve çalışmaları ile Anadolu mayasını oluşturan atalarının mirasını koruyup geliştirmek ve gelecek kuşaklara daha büyük bir kültür mirası bırakma hususunda kale gibi durmakta, öğrencilerine arkadaşlarına iline ve ülkesine güven vermektedir. Şu hikâyeyi kendisinde dinlemiştim. Gençlerimize örnek olur diye buruya almak istedim.

 “Adem Can 2003 senesinde Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde yüksek lisansa başladığın zaman bir ders de Tarih Bölümü’nden aldım. Dersin başka öğrencisi olmadığı için dersi hocayla birlikte yapıyorduk. Dersin adı Yakın Çağ Tarihiyle ilgili olmasına rağmen Hoca’m derste Osmanlı fermanlarını okutuyordu. Vize sınavı gelince resmiyetteki derse göre hazırladığı sınav evrakını önüme koydu ve kitaplardan yararlanarak yazabilirsin, dedikten sonra çekip gitti. İki saat sonra geri geldiğinde raflardan hiç kitap alınmadığını görünce neden kitaplardan yararlanmadın, biz bu konuları derste işlememiştik diyerek hayretini belirti; fakat süre bittiğinden kâğıdı da almak zorunda kaldı. Final sınavında yine resmî derse göre hazırlanmış kâğıdı önüme koyuncu bu kez önceki sınavda utandığım için kitaplara bakmadığımı düşünerek kitaplardan yararlanarak yaz, dedikten sonra kapıyı dışarıdan üstüme kilitleyerek beni kitaplığıyla baş başa bıraktı. Sınavın sonunda geri döndüğü zaman kitaplara dokunmadığımı görünce bir hayli şaşırdı ve hiçbir şey söylemeden kâğıdı aldı.

Kopyayı haksız kazanç olarak gördüğümü, bu nedenle hayatım boyunca hiç kopya çekmediğimi ve masum bile olsa her türlü kopyanın şiddetle aleyhinde olduğumu Hoca nereden bilecekti... Neticede dersten geçer bir not almıştık.”

                             …..

Sevgili gençler: Adem Can’lar sayesinde ülkemiz güvendedir. Ama bizim asıl güvencemiz sizlersiniz. Gelecekle ilgili hayalleriniz var mıdır?

YORUM EKLE