Gümüşhane eğitim, kültür, sanat ve diğer sosyal etkinlikler açısından aslında çok zengin ancak bunları hayata sunma ve halkla buluşturabilme adına oldukça ketum bir coğrafya. Ya halk bu kültüre yabancı duruyor ya da biz halka bu şehrin kültürel objelerini sunamıyoruz. Ya da dar bir coğrafya bizim hayallerimizi sıkıyor ve biz bu hayallerimizi anlama, gerçekleştirme adına çok aciziz.
Ve bir de bu şehirde on yıldır gördüğüm bir şey var ki o da “bana ne” hastalığıdır. Bir kitap çıkarılacak “bana ne”, birisi çıkaracak “sana ne”, bir başkası gazete çıkarmaya hevesleniyor ve güzel de bir alıyor bu sefer de “ona ne” diyoruz.
Bir Gümüşhaneli sabaha kadar bu şehirde yese, içse, eğlense, gününü gün etse kimsenin bir şey demeye cesareti yok. Ama şaşırıp da bir arkadaşımız dernek kursa, gazete veya dergi çıkarsa yahut bu arkadaşımız çok şaşırıp bir kitap kaleme almaya başlasa “vay efendim sen misin, yer misin, yemez misin” cihetinden öyle bir mobbinge uğrar ki garibim soluğu ta Bağlarbaşı’nda alır.
Elinden hiçbir şey gelmeyenler dedikodu yapar. Çözümde yer almayanlar kesinlikle problemin en büyük tetikçisidir. Üretenler bu şehirde sevilmezler. Çünkü herkes tüketici olmuştur. Koca köyde oturanlar bir inek bakmaktan, bir tavuk beslemekten aciz hale gelmiş şehirden GDO’lu ürünleri köylere taşımakla meşguller.
Ve bir de bir hastalığı var ki bu şehrin aman Allah’ım. Her şeyin en iyisini bilen, en iyi kitabı yazan, en iyi şiiri kaleme alan, en iyi hep o olanları var ki Allah onların şerrinden bizi korusun. Nefsinin adeta esiri olmuş bu kişilere sadece acıyorum.
Ve bir de öylesine civanmertleri de var ki “hah helal olsun vallahi. Adeta küllerinden doğan ve bir şeyler yapmak için kılı kırk yaran, sebat ve inat eden, tuttuğunu koparan, elini ve omzunu her Gümüşhane derdine seve seve uzatan, karşılık beklemeyen, bu şehrin çocuğuna, gencine, yetişkinine ve de engelli bireylerine ses olmaya çalışan bu arkadaşlarımız sayesinde bizde cesaret alarak bu şehirde her şeye rağmen durmaya ve bir şeyler üretmeye çalışıyoruz.
Kim bu arkadaşımız? Engin Çelik. Tartıya koysan 50 kilo çekmez ancak 100 kiloluk yüreği var. Her Gümüşhane etkinliğinde koşar adım onu görüyoruz. Bir bakmışsın bir herfene gecesi tertiplemiş, bir bakmışsın gitmiş yerel ve ulusal sanatçıları bulup getirmiş, bir bakmışsın gençlere horon öğretiyor, bir de bakmışsın bir ekiple bir folklor yarışmasında ter akıtıyor. Yine bir bakmışsın ki toplamış gençleri bir tiyatro oyunu canlandırıyor. Yerinde duramıyor adeta.
O her aldığı darbeye karşı küsmüyor, daha da hırslanıyor ve en önemlisi dediğini gerçekleştiriyor. Birileri her gün bir proje üretiyor ama ben on senedir bir projeyi neticelendirdiğini görmedim, göremedim.
Helal sana Engin Çelik. Tüm önyargılara, dedikodulara, sıkıntılara, çekememezliklere karşı durabildiğin ve bu şehirde kültür adına, sanat adına, güzel şeyler adına bir şeyler üretebildiğin için. Altınşehir Kulübünü kuran ve bu şehirde belki de -Allah korusun- yanlışa gidecek olan gençleri bir çatı altında bu şehre kazandırdığın için.
Gümüşhane karşında dursa yanında bir dostun, bir ağabeyin olduğunu sakın unutma.
Ve bir de bu şehirde on yıldır gördüğüm bir şey var ki o da “bana ne” hastalığıdır. Bir kitap çıkarılacak “bana ne”, birisi çıkaracak “sana ne”, bir başkası gazete çıkarmaya hevesleniyor ve güzel de bir alıyor bu sefer de “ona ne” diyoruz.
Bir Gümüşhaneli sabaha kadar bu şehirde yese, içse, eğlense, gününü gün etse kimsenin bir şey demeye cesareti yok. Ama şaşırıp da bir arkadaşımız dernek kursa, gazete veya dergi çıkarsa yahut bu arkadaşımız çok şaşırıp bir kitap kaleme almaya başlasa “vay efendim sen misin, yer misin, yemez misin” cihetinden öyle bir mobbinge uğrar ki garibim soluğu ta Bağlarbaşı’nda alır.
Elinden hiçbir şey gelmeyenler dedikodu yapar. Çözümde yer almayanlar kesinlikle problemin en büyük tetikçisidir. Üretenler bu şehirde sevilmezler. Çünkü herkes tüketici olmuştur. Koca köyde oturanlar bir inek bakmaktan, bir tavuk beslemekten aciz hale gelmiş şehirden GDO’lu ürünleri köylere taşımakla meşguller.
Ve bir de bir hastalığı var ki bu şehrin aman Allah’ım. Her şeyin en iyisini bilen, en iyi kitabı yazan, en iyi şiiri kaleme alan, en iyi hep o olanları var ki Allah onların şerrinden bizi korusun. Nefsinin adeta esiri olmuş bu kişilere sadece acıyorum.
Ve bir de öylesine civanmertleri de var ki “hah helal olsun vallahi. Adeta küllerinden doğan ve bir şeyler yapmak için kılı kırk yaran, sebat ve inat eden, tuttuğunu koparan, elini ve omzunu her Gümüşhane derdine seve seve uzatan, karşılık beklemeyen, bu şehrin çocuğuna, gencine, yetişkinine ve de engelli bireylerine ses olmaya çalışan bu arkadaşlarımız sayesinde bizde cesaret alarak bu şehirde her şeye rağmen durmaya ve bir şeyler üretmeye çalışıyoruz.
Kim bu arkadaşımız? Engin Çelik. Tartıya koysan 50 kilo çekmez ancak 100 kiloluk yüreği var. Her Gümüşhane etkinliğinde koşar adım onu görüyoruz. Bir bakmışsın bir herfene gecesi tertiplemiş, bir bakmışsın gitmiş yerel ve ulusal sanatçıları bulup getirmiş, bir bakmışsın gençlere horon öğretiyor, bir de bakmışsın bir ekiple bir folklor yarışmasında ter akıtıyor. Yine bir bakmışsın ki toplamış gençleri bir tiyatro oyunu canlandırıyor. Yerinde duramıyor adeta.
O her aldığı darbeye karşı küsmüyor, daha da hırslanıyor ve en önemlisi dediğini gerçekleştiriyor. Birileri her gün bir proje üretiyor ama ben on senedir bir projeyi neticelendirdiğini görmedim, göremedim.
Helal sana Engin Çelik. Tüm önyargılara, dedikodulara, sıkıntılara, çekememezliklere karşı durabildiğin ve bu şehirde kültür adına, sanat adına, güzel şeyler adına bir şeyler üretebildiğin için. Altınşehir Kulübünü kuran ve bu şehirde belki de -Allah korusun- yanlışa gidecek olan gençleri bir çatı altında bu şehre kazandırdığın için.
Gümüşhane karşında dursa yanında bir dostun, bir ağabeyin olduğunu sakın unutma.
sevgili hocam,çok güzel konulara değindin ağzına sağlık bende 35 yılımı orada geçirdim.bahsettiğin konularda da ben çok zorluk çektim.o arkadaşımıza başarılar diliyorum zor bir coğrafya yaşamak zor allah sizlere sabır versin.başarılar diliyorum.de