Bu şiiri yıllarca okur ve Rahmetli Sadri Alışık’ın kendi sesinden de dinlerim.
Her satırını okuduğumda duygulanmaktan öte çok üzülürüm.
Neden?
O güzel semtleri, o güzel alışkanlıkları, o güzel adet ve töreleri, letafeti, nezaketi, nezaheti, o güzel insanları, hanımefendileri, beyefendileri hep kaybettik.
Artık akşamları çoluk çocuk boza içilmeyen, bayramlarda Kuru Kahveci Mehmet Efendinin kahvesinin yanında Hacı Bekir Lokumu ikram edilmeyen evlerde yaşıyoruz.
Komşusuna “ben yaptım bakalım beğenecekmisiniz?” diyerek ikram edilen lakerdaları, çirözleri artık kimse tanımıyor.
Osmanlıda Boğaziçi yalılarında her ne kadar devletten nemalanan Bab-ı Aliye yakın olanlar veya mensup paşalar ve onların soyundan gelenler oturuyor olsalarda,
“Boğaz’ın Efendisi Lüfer” akını başladığı zaman komşular balık tutsun diye açık tuttukları boğazdaki yalı kapılarına artık genellikle devletten nemalanan Cumhuriyetin haksız zenginlerinin “çöktüğü” yalılara “Dikkat Köpek var” tabelası hakim.
Köpekler yallarını paylaşamazlar, bence de içerde köpek var(!)
Şimdilerde onlara özenerek dörtbir tarafına yüksek duvarlı, güvenlikli insanlardan tecrit edilmiş, selamın, sabahın, komşuluğun olmadığı beton siteler yapıldı.
Artık bahçesindeki kirazdan, duttan, erikten göz hakkı, komşu hakkı diyerek kimse kimseye ikram etmiyor.
Ve maalesef “İstanbul’dan başka İstanbul mu var “ sözü artık tarihte kaldı.
Sadri Alışık şiirinde,
“Merhaba iki gözüm İstanbul’um” derken şimdi olsa belki de ”elveda iki gözüm İstanbul’um elveda” derdi.
Sadri Alışık'ın "İSTANBUL " şiiri
Bu benim dünyaya ilk gelişim,
Yıkarak saltanatını koca Fatih'in.
Kundakla kefen arasında bir gün,
İstanbul, İstanbul deyişim.
Merhaba Kızkulesi, merhaba Eyüp Sultan, Kanlıca, Şehremini merhaba
Bir İstanbul esiyor çocukluğumdan,
Ekşi bozalı, Arnavut kaldırımları lâpâ lâpâ.
Yuşâ'dan mı okunur o ezanlar,
Hırka-i Şerif'ten mi?
Komşularımız kaptanlar, malta taşlı ikindilerden kalan.
Hâlâ o beyaz gergeflerde mi?
Bir tarihi gömmüşler Karacaahmet'inde Üsküdar'ın,
Sanki çarşaflı kadınlar mercan terliklerinde unutulan.
Duyûn-u Umumiye emeklisi faytonlar,
Hâlâ bir sonbahar Acıbadem'de,
Cuma selamlıklarından beri saraylılar.
Merhaba Beylerbeyi, merhaba Sultan Selim, Merhaba iki gözüm İstanbul'um, merhaba
Aşı boyası sokaklarında ne mevsimler eskimiş,
Sakalsız saçlar kestirdiğim ince boncuklu berber dükkanları.
Kapalıçarşı Bakırcılar, lâcivert mayıslarda köprü altları,
Ve Boğaziçi'nde Şirket-i Hayriye duman duman..
Nerdesin o İstanbul, nerdesin
Hani çıkrık seslerinde mehtapları dinlediğim,
Mediha teyzelerin leylâk bahçeleri,
Büyükbabamın Kuvay-ı Milliye hikâyeleri.
Hani tahta tekerlekli arabalarım.
Hani bayram yerlerinde unutulan asude çocukluğum.
Gene bir başka İstanbul'du bir zamanlar kafesli ıtırlarıyla,
Beyaz başörtülerin lâvanta çiçekli öğleden sonralarında ıslanan.
Açılır kapanır iskemlelerinde uzun çarşının,
İstanbul'u taşırdı bakır siniler.
Sultaniyegâhtan bir hıdrellez mesiresi,
Sessiz sadâkat şarkıları söylerdi.
Haliç vapurlarında söz kesilmiş tazeler.
Hey yavrum hey
Burunbahçe dalyanında İstanbul'u çekerlerdi denizden, Islatmadan
Kaç bayram mendili geçmişti elimden çeyiz sandıklarının.
Bütün uykularını koynuma alıp uyurdum İstanbul'un.
Rüyalarımda hâlâ o günahlar uyanır,
Hiç geçemediğim sokaklarında işlenen.
Merhaba Sultanahmet, Yerebatan merhaba Merhaba iki gözüm İstanbul'um merhaba,
Merhaba efendim, merhaba.