Hayati, “Akşama daha çok var, hayvanları daha otlak bir yere götüreyim” diyerek ayağa kalktı. Çamur Dağının alt yamacını devirip dere içerisine girdi. Oldukça otlu bir yerdi. Dere içerisinde akan iki bilek kalınlığındaki su, çevresindeki otların boy atmasını sağlamıştı. “İyi, burası otlu, hayvanların karınları iyice doyar.”
Sarı Hasan’ın dul karısı Zehra’nın az yukarıda hayvanlarını otlattığının farkında olmadı. Dere içerisinde akan su ile elini yüzünü bir güzelce yıkadı. Güneş tam da Çamur Dağının yamaçlarına öyle vuruyordu ki, gölgede bile insan terliyordu. Söğüt ağacının gövdesine yaslandı. Karısı ile geçirdiği günler aklından hiç çıkmıyordu. İki yıl çok mutlu yaşamışlardı. Babası Erzurum’da ölmesi üzerine ailenin tüm sorumluluğu üzerine kalmıştı. Anası Kadrinur ile daha dokuz-on yaşlarındaki Zeynep’i bakma sorumluluğunu yüklenmişti.
“Çok iyi gudu yapardı benim Sultan’ım. Anam hep onunla övünür, benim gelinim gibi gelin yoktu ne bu köyde ne de çevre köylerde, der de başka bir şey demezdi. Ah Sultan’ın ah” son cümlesini sesli düşününce, bir duyan olup olmadığını görmek için sağına soluna bakındı. Kimseyi göremeyince bu kez Çamur Dağına çevirdi gözlerini. Sarı Hasan’ın dul karısı Zehra’yı elinde orakla diklenirken gördü.
-Sen burada mıydın bacı?
-Evet, Hayati abi. Hayvanlar otlarken ben de biraz ot biçeyim dedim.
-Kolay gelsin, diyerek hayvanlarını alıp köy aşağı sürdü. Akşama çok vardı. Anası Kadrinur kadın, erken getirdin hayvanları deyip kızacağını düşünerek, Zehra’dan biraz uzaklaştıktan sonra yeniden yaylıma bıraktı. Ot pek boylu değildi ama “Olsun, Sarı Hasan’ın dul karısı ile görünürsek daha dedikodudan kurtulamam” diye geçirdi içinden.
“Sultan’ımı cezaevinde unutmadım da anılarla dolu köyümde mi unutacağım. Yaşım ileri değil ama ben Sultan’ımın üzerine gül koklamam. Benim bir gülüm vardı, onu da kendi ellerimle kopardım.” Tabakasını cebinden çıkardı. Yine kalınca bir sigara sardı, yaktı. Bugün çok sigara içti. Kavalı çalan geç kız içini çok burkmuştu. Sarı Hasan’ın dul karısı Zehra’yı da görünce kendi karısı geldi aklına. Nasıl içmesin? Geç yaşındaki sevdiği kadını öldürmüştü.
Akşama yakın Sarı Hasan’ın dul karısı Zehra, sırtında ot şeleği, önünde beklediği hayvanlarla önünden geçip köyün yolunu tuttu. Bir süre arkasından baktı. Genç kadın, çok da güzel. Yalnız başına buralarda mal beklemekten de korkmuyor. Çocuğu var mı acaba? Ne oluyor Hayati? Neler geçiriyorsun içinden? Aklını başına topla. Sana yakışır mı bir dul kadına eğri gözle bakmak? Yakışmaz, yakışmaz.
Zehra, uzaklaşınca o da oturduğu yerden kalktı. Hayvanlarını tam yola koyacaktı ki, “Acele etme Hayati, kadın hele köye varsın, sen karanlıkta da gidersin. Onun arkasından köye girersen görenler ne der biliyor musun?” Durakladı. Kalktığı taşın üzerine yeniden oturdu. Güneş, Kostan dağından batmak üzereydi. “Hele güneş batsın” dedi. Sen sar bir sigara daha. Akşamın alaca karanlığını bekledi. Yavaş yavaş hayvanlarını yola koydu. Karınları sırtlarından aşıyordu. İyi yaylımdı. Anası hayvanların karınlarını böyle görünce çok memnun kalacaktı. Kim bilir bugüne kadar böyle otlamamışlardı. Böyle görünce anam beni her gün hayvanları otlatmaya yollamasın?
Xxx
-Oturun avara kasnaklar, Osman usta pazartesi akşamı geliyor, dedi muhtar İsmail.
-Gelsin muhtar, şu yumurtalardan kurtulduk ya gerisi kolay.
-Kötü mü aç karınlarınızı doyurdunuz kasnaklar.
-Bırak muhtar, ben yarından itibaren haftada bir tavuk keseceğim. Evde yumurta görmek istemiyorum.
-Kes de bana getir. O tavuğun etini yerken yumurta gelecek aklına…
-Orası da doğru.
Akşam işlerini bitiren kızlar da omuzluklarla çeşmeden su alma bahanesi ile evlerinden çıkıp her zamanki gibi lülesinden buz gibi su akan çeşmenin başında buluştular. O kadar genç kız bir araya gelir de dedikodu yapılmaz mı? Yapılırdı da aylardır Cemal öğretmenin Çamur Dağından taşıyacağı toprak konuşuluyordu.
-Zeynep’i gördüm bugün yüzüne sinek konsa kırk parça olacak gibiydi. Hiç sağına soluna bakmıyor, yüzü gülmüyordu.
-Nasıl gülsün, her genç kızın düşlediği bir yaşama adım atacakken, o kahrolası töre çıktı karşısına.
-Anlattıklarına göre Cemal, öğretmen olmadan önce köylerinde sırtı ile çok yük taşımış.
-Toprak, patates ya da buğday, arpa taşımaya benzemez. Adı toprak, ağır mı ağırdır. Birkaç torba sonra dizlerinin bağı çözülür Cemal öğretmenin.
-Deme kız, çok da seviyorlar birbirlerini, dedikodu olmasın diye de bir araya gelip konuşmuyorlar.
-Zeynep’e de Cemal öğretmene de yazık olacak. Daha bıyıkları terlememiş bir genç, o kadar toprağı nasıl taşır sırtında?
-Önce dizleri ağrıyacak Çamur Dağının yokuşunu inerken. Diyelim bir iki torba taşıdı. Nasıl tırmanacak o Çamur Dağının rampasına, beli kamburlaşacak, nefesi kesilecek garibin.
-Öyle deme kız belki de güçlü kuvvetlidir.
-Ne güçlüsü kuvvetlisi. Bildiğimiz bir genç.
-Ne dersin Zülfiye taşır mı Cemal öğretmen toprağı?
-Pek bilmem ama bana taşır gibi geliyor.
-Dua etsin de yağmur yağmasın. Yoksa o sırtındaki toprak elli-altmış kiloyken yüz kilo olur, o zaman da hiç taşıyamaz.
-Ağzını hayıra aç.
-Yarın akşama babası ile anası da geliyor. Çarşamba günü taşıyacakmış toprağı.
-Nereden biliyorsun?
-Duymadın mı sağır Sakine, herkes Zeynep ile Cemal’i konuşuyor.
-Çekilin de kovalarımı doldurayım. Anam bir başlarsa daha durduramam onu.
-Sev birini de evlen kız, evinin kadını olursun.
-Adam sende, nereye gitsen hep aynı. En iyisi evlenmemek.
Akşam karanlığı ile Gogoçların gevezesi başladı havlamaya. Sabaha kadar durdurabilirsen durdur. Gece sabaha kadar havlaması, gündüz ise köy yıkılsa sesi çıkmayan Gogoçların gevezesine köylülerin sabrı da kalmamıştı.
-Yahu Salih, şu köpek nasıl bir köpek de akşam imam ezanı okuyunca havlamaya başlıyor, yine imam sabah ezanını okuyunca susuyor.
-Vallahi ben de anlamadım muhtar. Öyle bir hayvan o da.
-Gündüz yedirme onu bakalım havlayacak mı?
-Denedim, bir gün yedirmedim. Bana mısın demedi, yerinden kıpırdamadı. Öyleyken bile akşam karanlığı ile yine havlamaya başladı.
Havanın güzelliği köylülerin çoğunun kahvehanenin önünde otarmasını sağlıyordu. Ay ise Çamur Dağından iki boyunduruk boyu yükselmişti. Gökyüzü pırıl pırıldı. Hayati ile Cemal öğretmen de kahvehaneye geldiler. Çemiş Hasan hemen içeriden iki sandalye alıp geldi, muhtarın yanına koydu.
-Bugüne kadar çayları hep sen söyledin muhtar, bu akşamki çaylar benden, yoksa içmem bilesin.
-Olsun bakalım.
-Sen nasılsın öğretmen?
-İyiyim muhtar. Sağ ol.
-Yarın akşam baban ile anan geliyor. Sabah, Ömer’i at ile yollayacağım. Baban ne ise de anan o kadar yolu yürüyüp gelemez.
-Doğru dersin, dizleri ağrıyor.
Bir süre konuşmadılar. Guguk kuşu ile Zeyneplerin kapısındaki dut ağacından cırcır böceğinin ötüşü birbirine karışıyor, gecenin sessizliğini Gogoçların gevezesi ile birlikte bozuyorlardı.
-Çarşamba’ya iyi hazırla kendini öğretmen, dedi Çamur Abbas.
-Hazırım Abbas abi.
-İnşallah yağmur yağmaz, yoksa o torbalar sırtta taşınmaz. Öldürür adamı.
-İnşallah.
-Senin dükkan işi nasıl gidiyor Hayati.
-İyi muhtar, kulübeye baktım. Büyütmeye gerek yok. Yeter bana.
-İyi, bekletmede aç dükkanı.
-Şu Cemal öğretmeni işini savsın açacağım.
Çeşminaz, Kadrinur ana ve Zeynep de evin dışındaki çardakta oturuyorlardı. Çayın yanında Kadrinur ananın fırında yaptığı sütlü golotlardan yiyorlardı. Çarşamba’yı dar gözle bekliyorlardı. İki gün nasıl geçecekti? Varsa yoksa çarşamba günü. Zeynep’in yüzü gülmüyordu. Kadrinur ana kızının farkındaydı ama bir şey söylemiyordu. Onun düşüncesi ona yeter bir de benim söyleyeceklerimle kafasını karıştırmayayım, diyordu kendi kendine.
Dut ağacındaki cırcır böceğinin sesini en yakından duyuyorlardı. Guguk kuşunun ötüşü ise Gogoçların harmanının kenarındaki ceviz ağacından. Bir süre konuşmadan cırcır böceği ile guguk kuşunu dinlediler.
-Çok düşüncelisin Zeynep.
-Nasıl düşünmeyeyim Çeşminaz, bu işin sonu ne olacak hep onu düşünüyorum. Bugüne kadar Çamur Dağından on torba toprağı taşıyan olmadı, Cemal nasıl taşıyacak?
-Cemal’i öyle görme, güçlü kuvvetlidir.
-Ne kadar güçlü kuvvetli olursa olsun Çeşminaz, ben korkuyorum. İnat edecek illa da on torba toprağı taşıyacak. Gece yarısına kadar getirmesi lazım, gece yarısını geçerse yeniden on torba toprağı taşımak zorunda kalacak.
-Bu nasıl töre anlamadım gitti.
-Öyle bir töre. Edire köyünden gencecik bir fidan öldü kaldı Çamur Dağının yolunda. Sevdiği kız sırtına alıp köyüne kadar yalnız başına taşıdı ve bir daha köye geri dönmedi.
Kadrinur ana her iki genç kızın konuşmalarının arasına girmiyor, sadece dinliyordu. Kızının sıkıntısını da anlıyordu. Çeşminaz çok rahattı, abisine güveniyordu.
-Siz konuşun ben namazımı kılayım, diyerek içeri geçti.
Çeşminaz, biraz daha yaklaştı Zeynep’e. Sağına soluna bakındı. Ay ışığı altında kimseyi göremeyince:
-Sana bir şey diyeyim mi Zeynep?
-Söyle.
-Beni istemeye gelecekler.
-Deme? Kim bu şanslı delikanlı?
-Yavaş konuş, uzak değil, yakında, muhtarın oğlu Ömer.
-Sen ne diyorsun peki?
-Ömer ile bir kere konuştuk gizlice birbirimizi seviyoruz. İsmail emmi “bir hayırlı iş için geleceklerini” söyledi babama.
-Çok sevindim. Ömer abi ile iki kardeş gibi büyüdük. Çok terbiyeli güzel ahlaklıdır.
-Yarın annemle babamı almaya gidecek şehre.
-Vay seni seni, kimseye de bir şey demedin kız. Ben yabancı mıydım, hiç değilse bana söyleyeydin. Şaşırdım kaldım.
-Söyleyecektim ama İsmail emmi erken davranıp konuyu babama açınca söylememe gerek kalmadı, nasıl olsa duyarsın diye düşündüm.
-Desene ben sizin köye, sen bizim köye.
-İnşallah kız.
-İnşallah.
(Devamı var)