Zaman daralıyordu. Gece yarısından önce onuncu toprak dolu torbanın da gelmesi gerekiyordu. Osman usta köstekli saatini çıkarıp baktı. Gece yarısına iki saat kalmıştı. Bu durumda bu çocuk nasıl gidecek? Yollamasam mı acaba? Durmaz ki, illa da gidecek, biliyorum huyunu, kime çekti ki? Anasına desem, anasının huyu çok güzeldir. Çekecek yer mi yok, en başında bana çekti.
-Usta, ne dersin yollayacak mısın Cemal’i son torbayı da getirmeye?
-Bana ne soruyorsun, torbayı getirene sorsana.
-Ne bileyim, yollamasak mı?
-Durmaz ki.
-Gerçi bir torba kaldı.
-Orası öyle de sırtını görmedin mi yara bere içerisinde kaldı. İkinci gömlek de yırtıldı. İp omuzlarını kesti. Torbayı sanki zamkladın, sırtına yapıştı.
Aliye kadın, oğlunun yanında oturuyordu. Yüzüne endişeli endişeli bakıyordu. Bu durumda son torbayı getiremez. Allah korusun canından olur. Canından olmazsa da bir yerleri sakat kalır.
-Tamam de oğul, gitme artık.
Koca Çavuş Dede, beraberinde karısı Koca Zülfiye Nene ve muhtar İsmail ile birlikte geldiler. Herkes oturduğu yerde ayağa kalktı. Cemal öğretmen de ayağa kalkmaya çalıştı ama kalkamadı. Doğruca Cemal’in yanına giden Koca Çavuş Dede, bir süre öğretmenin durumuna baktıktan sonra:
-Bak oğul, kahvede köylüler hep birlikte karar aldık. Muhtar ve ihtiyar heyeti de onayladı. Getirdiğin dokuz torba toprağı yeterli gördüler. Dokuz torba ile törenin kalktığını da söylediler. Değil mi muhtar?
-Evet dedem, bu saatten itibaren her iki töre de kalkmıştır.
Cemal, kendini zorla toparlayarak ayağa kalktı. İpi eline aldı.
-Sizlere saygım sonsuzdur. Beni bağışlayın. O kalan son torbayı da getireceğim. Bunda kararlıyım. Benim yüzümden torba sayısını azaltmanızı kabul edemem Koca Çavuş Dede’m. Bekleyin beni sağ salim o torbayı da buraya getireceğim.
Köylüler de çevirmenin kapısına yığılmış, Cemal’in söylediklerini büyük bir merakla dinliyordu. Sümüklü Salih:
-Ben size demedim mi bunda ki inat kimsede yok. Deli bu çocuk. Nasıl öğretmen olmuş bir türlü anlayamıyorum.
Cemal öğretmen elinde iple köylülerin kapattığı çevirme kapısına yöneldi:
-Gitme oğul, durumun iyi değil.
-Durumum iyi ana, merak etme.
-Ne olur gitme. Sırtın, omuzların yara bere içerisinde. O torba yağmur suyunu çekmiş, ağırdır, getiremezsin.
-Getiririm ana getiririm.
-Hiç olmazsa gömleğini değiştir.
-İstemez ana, iki gömlek eskittik bir tane daha eskitmeyelim. Olan oldu zaten.
Köylüler, kapıdan çekildiler. Cemal öğretmen elinde iple, köyün içine yukarı yürüdü. Arkasından bakan köylüler ay ışığında görebildikleri kadar sırtındaki yaraları gördüler. Onlar da gitmesini istemiyorlardı ama öğretmen bir kez kararını vermişti.
Sümüklü Salih’in oğlu Kürşat, koşarak Gogoçların harmanındaki loğ taşının üzerine oturdu. Kollarını iki dizinin üzerine koydu. Başını iki elinin arasına alarak gözlerini Çamur Dağı’na dikti. Öylece kala kaldı. Öğretmeni her zamankinden daha yavaş Çamur Dağı’ndaki dönemeçleri dönerek ilerliyordu. Rampanın çok olması nedeniyle arada bir ayakta diklenerek soluklanıyordu.
Zeynep ve Çeşminaz kapının önünde biriken köylülerin arasından geçerek Sümüklü Salihin Oğlu Kürşat’ın yanına geldiler. Kürşat oturduğu loğdan kalkarak yerini Çeşminaz ve Zeynep’e verdi. Yerini verirken gözlerini bir saniye olsun Çamur Dağı’ndan ayırmıyordu.
Cemal öğretmen, zorla çıktığı dönemeçlerden tek torbanın yanına geldi. Yerler olduğu gibi balçık çamurdu. Ayağındaki kara lastikler de çamurla kaplanmıştı. İnce bir taşla lastiklerinin çamurlarını yavaş yavaş kazıdı. Elindeki ipi yere açtı. Yağmurdan iyice ağırlaşmış torbayı var gücünü kullanarak kaldırdığı torbayı ipi ortalayarak üzerine koydu. Kendi tarafındaki ipi eline aldı. Mangır yaptığı yere geçirdi. İpin uçlarını eline aldı. Önce sağ daha sonra da sol omuzuna ipe geçirdi. Elinde tuttuğu ipin uçlarını çekerek sıkılaştırdı. Şimdi sıra torba ile kalkmaya gelmişti. Yavaş kalkmalıyım yoksa belini ağrıtırım diyerek yavaş yavaş ayağa kalktı. Onuncu ve sonuncu torba sırtındaydı. Sıra onu Zeyneplerin kapısına kadar götürmeye gelmişti. Ay ışığının çevreyi aydınlatmasından yararlanarak yavaş yavaş yürümeye, dağdan aşağıya inmeye başladı. Her ne kadar zorlansa da üçüncü dönemece girmişti. Kayıp düşmemek için özen gösteriyordu. Çamurlaşan lastikleri yürümesini zorlaştırıyordu.
-Görünüyor mu öğretmenin Kürşat? Diye sordu Zeynep.
-Görünüyor abla. Siz oturun ben devamlı bakıyor onu takip ediyorum. Çok yavaş geliyor. Bakıyorum da düştü mü oturdu mu fark edemiyorum. Galiba oturdu.
-Yiyecek kendini, bile bile ölüme gidiyor. O sırtındaki yaralar daha da derinleşecek, ciğerlerine işleyecek Çeşminaz.
-Abim bu kadar inatçı değildi neden böyle yapıyor bir türlü anlam veremedim Zeynep.
-Kim anlam verebildi ki.
Kürşat dikkat kesilmiş, Çamur Dağı’na bakıyordu. Çok sevdiği öğretmeninin bir an önce gelmesi için dua ediyordu.
-Kalkmaya çalışıyor ama kalkamıyor.
-Hangi dönemeçte?
-Yukarıdan üçüncü dönemeçte.
Zeynep ile Çeşminaz, dikkatli bakınca Cemal öğretmeni gördüler. Yerinde kıpırdıyor ama bir türlü kalkamıyordu.
-Öldürecek kendini.
Çeşminaz koşarak babasının yanına geldi. Meraklanan anası:
-Ne oldu Çeşminaz?
-Baba, dağın üçüncü dönemecinde abim. Oturduğu yerden kalkamıyor.
Osman usta, Hayati ile birlikte ayağa kalktı. Oldukça sinirli bir şekilde:
-Yok bu böyle olmayacak, gidip o torbayı sırtından alıp yırtacağım. Yetki artık.
Çevirme kapısından hızla çıktılar. Tam yola koyulmuşlardı ki;
-Geliyor, öğretmenim geliyor!
Bağıran Sümüklü Salih’in oğlu Kürşat’tı. Osman usta ve Hayati de Gogoçların harmanına geldiler. Onlar da Cemal öğretmenin yavaş yavaş geldiğini görünce derin bir “ohh” çektiler.
Cemal öğretmenin toprağı tam olarak taşımamasına karşın, aralarında Koca Çavuş Dede’nin de bulunduğu kahvehanede alınan kararla asırlardır süre gelen törenin kaldırılması dışarıdan gelen genç delikanlılar tarafından havaya ateş ederek kutlandı. Köyün erkekleri kararın kalkmasından mutlu olurken, ana olan köylü kadınlar tarafından büyük bir tepki ile karşılandı. Özellikle kız çocuğu sahibi olan kadınlar çok öfkeliydiler. Bekar kızlar ise erkekler kadar neşeliydiler. Şu Cemal öğretmen de son torbayı sağlıklı getirse sabaha kadar hatta yarın akşama kadar davul-zurna durmadan çalacaktı. Halaylar kurulacaktı. Haydi Cemal öğretmen bütün köylüler senin bir an önce sağlıklı gelmeni bekliyorlar.
Cemal, son iki dönemeçte yeniden durdu. Yavaş yavaş arkaya yaslanarak oturdu. Çok bitkindi. Gözleri kararıyordu. Sırtındaki acıyı hissetmiyordu. Yavaş yavaş başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Ay ve yıldızlar pırıl pırıldı. Yeniden gözleri karardı, önüne baktı. Böyle giderse son torbayı köye kadar götüremeyecekti.
Zeynep’i düşün Cemal. Seni canından çok seven ananı, babanı, güzeller güzeli kız kardeşini, öğrencilerini düşün Cemal. İstersen bırak torbayı. Töre nasıl olsa kalktı. Töre senin bu cesaretin sonrası kaldırıldı. Haydi kalk, torbayı bırak. Bak ay batmak üzere. Biraz sonra karanlık olacak. Yolu yürüyüp de gidemeyeceksin.
Sağ ve sol omuzuna ipi yeniden geçirdi. Sızım sızım oldu omuzları. Anası her ne kadar yün çorap da koyduysa, torbaların ıslanması yükünü iyice ağırlaştırmıştı. Sırtını torbaya yasladı. Yavaş yavaş öne eğilmek istedi. Sırtında büyük bir sızı hissetti. İçi acıdı. Biraz daha öne eğildi. Torba sırtına yerleşti, şimdi sıra ayağa kalkmaya geldi.
Zeynep, bir gökyüzüne bir de Cemal’e bakıyordu. Çamur Dağı’nın zirvesindeki yıldızlar gökyüzündeki yıldızlardan daha parlaktı. Yoksa her yıl bu günlerde görülen yıldızlar bunlar mıydı? Gözlerini yıldızların parlaklığından ayıramıyordu. Çiçekli Mahallesi’ndeki Zeynep’in sevgilisi Ersoy, Zeliha kızın sevgilisi Yusuf o yıldızların arasında mıydı? Allah’ım o yıldızların sayısı öyle kalsın, artmasın. Cemal’ime güç ver, kuvvet ver. O da yıldız olup gökyüzüne akmasın. Güç ver Allah’ım, Cemal’ime güç ver benim güzel Allah’ım.
Cemal, ipin boşta kalan uçlarını, göğsünü sağ ve solundan geçen ipin arasına sıkıştırdı. Her iki elini yere koydu. Kalkmak için yeltendi. Sırtındaki acıya aldırmadı. İlk yeltenmede kalkamadı, ikinciyi denedi. Kalkamayacağım herhalde ama ben bu toprağı ya götüreceğim ya da burada öleceğim. Yeniden ellerini yere dayadı, dizlerinin üzerine yavaş yavaş kalkmaya çalıştı. Yarıya kadar kalkınca durakladı. Ellerini bir kez daha toprağa bastırdı. Yavaş yavaş dizlerinin üzerine kalktı. Şimdi ayaktaydı. Kısa adımlarla yürümeye başladı. Sırtı sızım sızımdı. Aldırış etmedi. Köyün içine girecek son dönemeçteydi.
-Öğretmenim geliyor! Öğretmenim geliyor!
Her zamanki gibi bağıran yine Sümüklü Salih’in oğlu Kürşat’tı.
Cemal öğretmen tam köye girecekken ay battı. Önünü zifiri bir karanlık kapladı. Yolu göremiyordu. Çeşminaz hemen eve koştu. Gaz fenerini yakıp hızla harmana geldi.
-Kürşat bu feneri al öğretmeninin önüne git.
-Hemen Çeşminaz abla.
Feneri alan Kürşat, koşarak öğretmeninin önüne geldi. Yolu göremediği için ayakta diklenen öğretmenini görünce:
-Öğretmenim geldim.
-Sen misin Kürşat?
-Benim öğretmenim.
-Çok yolumuz var mı?
-Yok öğretmenim.
-Hadi yavaş yavaş gidelim.
Köylüler, Kürşat’ın tuttuğu fenerin ışığına gözlerini dikmişlerdi. Işık çok yavaş yaklaşıyordu. Belli ki, öğretmen çok yavaş geliyordu. Oturmadan sırtındaki torbayı Gogoçların harmanının üzerindeki bostanın duvarına yasladı. Kısa bir süre ayakta durdu. Gözleri köylüleri görmüyor, o sadece sırtındaki torbayı Zeyneplerin kapısına götürmeyi düşünüyordu. Çiçekli Mahallesindeki Zeynep’in kavalla çaldığı “Zeynep’im” türküsüne kulak verdi. Doğruldu. Kürşat önde o arkada yavaş yavaş yürüdü. Zeyneplerin kapısının önündeki yük taşına torbayı koydu. Anası Aliye kadın ile kız kardeşi Çeşminaz Cemal öğretmene sarıldılar. Fener ışığında Osman ustanın gözlerinden yaşların süzüldüğü belli oluyordu. Aslan oğlum, bunca senedir başaran olamamış ama sen başardın hem de yağmurda torbalar ıslandığı halde. Aslandır benim oğlum aslan.
Çeşminaz, abisinin omuzundaki ipleri çok yavaş çözmeye başladı. İp her hareket ettikçe öğretmen acı duyduğunu belli ediyordu. İpi omuzlarından kurtarmışlardı ama işin zoru gerideydi. Başçık çamuruna dönmüş torba adeta Cemal öğretmenin sırtına yapışmıştı. Zeynep bir kova ılık su getirdi.
-Çeşminaz bu su ılık yani biraz sıcak. Yavaş yavaş sırtından aşağı dökersek, yapışan torba ayrılmaya başlar.
(Devamı var)