Öğlene doğru davul-zurna çalmaya başladı. Davulcu Rüstem ile zurnacı Şakir, Gogoçların harmanında bildikleri halk türkülerini çalıyorlardı. Artık düğün günü gelip çatmıştı. Çamur köyüne öğretmen olarak atanan Cemal Aktürk, Çamur Dağının Gudu Kızı dediği Zeynep’in düğünü sonunda başladı. Davulcu Rüstem davuluna öyle vuruyordu ki, sesi Kostan Dağından duyuluyordu. Davul sesini duyan çevre köylerden düğüne davet edilenler de tüm hazırlıklarını tamamlayıp kimisi atlarıyla kimisi yaya olarak Çamur köyüne geliyorlardı.
Çamur köylüler de kadın-erkek, genç-yaşlılar yeni urbalarını sandıktan çıkarmışlardı. Genç kızlar ile bekar genç delikanlılar için düğün önemliydi. Yeni urbalarını giyen kızlar en güzel halaylarını çekecek, horonlar oynayacaktı. Genç delikanlılar da tıpkı kızlar gibi bildikleri yöresel oyunları en güzel şekilde sergileyeceklerdi. Cemal öğretmen ve Zeynep gibi onlar da heyecanlıydı. Kolay değil, bir ömür geçirecekleri bir kızı beğenip onlar da evleneceklerdi.
Osman usta, Hayati, Aliye ve Kadrinur evlerinin önündeki çardakta oturuyor, düğün boyunca neler yapılması gerektiğini konuşuyorlardı. Düğün yemekleri Sarı Hasan’ın dul karısı Zehra’ya pişirilmişti. Diğer kadınlar yardımcı olmuşlardı ama Zehra’nın pişirdiği yemeklerin tadı bir başka oluyordu. Çamur köyünde, hatta çevre köylerde bile düğün yapılırken Sarı Hasan’ın dul karısı yemek yapmak için çağrılır, düğün sahibi de ona emeğinin karşılığı için üç-beş kuruş verirdi.
Zehra kadının ayrı bir özelliği daha vardı. Vauk Dağının arka yüzündeki Bayburt’ta bağlı bir köyden Çamur köyüne gelin gelmişti. Düğünlerde hep ona Bayburt yöresine ait halaylar oynatılır, köylü kadınlar ise ona eşlik etmeye çalışırlardı.
-Eksiğimiz yok usta, dedi Hayati.
-Güzel. Kalk bakalım, kahvehaneye kadar gidelim, bir bakalım köylüler ne yapıyor.
-Olur usta.
Köyün erkekleri kahvehanenin önünde yeni urbalarını giymiş oturuyorlardı. Selam verdiler. Muhtar İsmail, yanlarına çağırdı. Gitti, oturdular.
-Hayırlı olsun ikinize de Allah bir yastıkta kocaltsın.
-Amin.
Çemiş, Hasan çaylarını getirdi, ustaya:
-Usta, görüyor musun?
-Neyi Çemiş Hasan?
-Şu köylüleri. Havalarından geçilmiyor. Döşeğin altına pantolonlarını koydular, sabaha kadar üzerinde yattılar, desinler ki ütülü. Ceplerini arasan beş para bulamazsın. Peşin satanlar gibi oturuyorlar. Defter kabardı. Gudu paralarını da aldılar. Çoğu içtikleri çayın parasını vermedi.
-Çay getir, diye seslendi Sümüklü Salih.
-Çay yok. Veresiye vermiyorum.
-Paramız var, hele çay getir.
-Paran varsa defterdeki veresiyeni öde.
-Öderiz, hele şu fasulyeyi satalım.
-Herkese çay ver Çemiş, Hasan, bugün kimseden çay alma. Bir kenara yaz, düğün süresince cay paraları benden.
-Batırır bunlar seni, demlik demlik içerler Osman usta.
-Bir şey olmaz, sen dediğimi yap.
İkindiye doğru köyün ve çevre köylerin gençleri Gogoçların harmanına indiler. Davulcu Rüstem, davuluna öyle bir vurdu ki, Çamur Dağında yankılandığını sanırsın. Muhtar İsmail’in oğlu Ömer, halayın başına geçtiler. Bildikleri halayları oynamaya başladılar.
“Davullar çift çift vurula
Harmanda halay kurula
Şen ola düğün şen ola
Şen ola düğün şen ola”
Cemal öğretmen de halaya girdi. Bir iki yanlış oynamanın dışında halaya kısa sürede ayak uydurdu. Gençler coştukça coşuyorlardı. Akşam saatlerine kadar ne halay durdu ne de silah sesleri. Tabancası olan tabancayla, olmayan ise kırma tüfekle havaya ateş ediyorlardı.
Ortalığı sallayan büyük bir patlama oldu. Köylüler halayı durdurdular. Herkes ne oluyor diye ayağa kalktılar. Çocuklar ana ve babalarının yanına koştular. Aynı şekilde büyük bir patlama daha. Sanki Çamur Dağı yerinden oynadı. Patlamanın sesi dağdan dağa yankılandı. Bir patlama daha. Ardından sus mayan silah sesleri. Kostan Dağının zirvesi adeta yıkılıyordu.
Akşam karanlığı çöktü çöküyordu. Çamur köyü köy oldu olalı böyle patlama duymamıştı. Herkes, eve koşup duvarda asılı mavzerlerini alarak Gogoçların harmanında toplandılar. Mavzerlerin haznesine mermiler sürüldü. Kimse ne olduğunu bir türlü anlamıyordu Osman ustadan başka.
-Rahat olun, indirin silahlarınızı. Bunlar bizim köyün delileri. Bunlar düğünlere hep böyle giderler. En önlerinde ise Mehmetalilerin Yılmaz vardır. Rahat olun.
Kostan Dağında silahlar bir türlü susmuyordu.
-Yanlış mı geldik Demir muhtar?
-Yok yanlış değil, ben bu köye bir seferinde güveç almaya gelmiştim.
-Nasıl olur bu kadar mermi yaktık, köylülerden tık yok.
-Öyle dinamit patlattın ki, kulaklarımız sağır oldu. Az koyamadın mı şunun lokumunu?
-Düğüne geldik, ölüme değil.
Sırtındaki çantayı bir daha açtı. İçinde patlamaya hazır yedi tane daha dinamit vardı. Birinin fitilini yakıp var gücüyle Kostan Dağına aşağı savurdu. Büyük bir gürültü ile patlayan dinamit yine dağdan dağa yankılandı.
-Basın merminin gözüne. Bu köylüler korktu herhalde, geri mi dönsek?
-Ne geri dönmesi, buraya kadar geldik. Ustanın hatırı vardır, Cemal öğretmenin de. Ayıp olmaz mı?
-Onlar karşılık vermeden şuradan şuraya bir adım atmam, dedi Akort Mevlit.
Sözünü tamamlamadan, Çamur köyünden öyle silah sesleri yükselmeye başladı ki, yer gök mavzer sesleri ile inliyordu. Çevrede ne serçe ne saksağan ne de güvercin ve karga kalmıştı.
Bir süre devam eden silah sesleri sonunda sustu.
-Hazırlıklı olun. Karşılayacağız onları. Gözünüzü seveyim silahlarınızı havaya tutun. Karşınızdakiler öyle mermi yakarlar ki şaşırıp kalırsınız.
-Her düğünde böyle midirler usta?
-Evet muhtar. Bizim köyün deli muhtarı da onlara uydu. O da onların arasındadır.
-Nereden alırlar bu kadar mermiyi?
-Hiç bilmem.
Çitliler, Kostan Dağı rampasını indikten sonra atlarını dörtnala sürmeye başladılar. Tozdan dumandan ortalık görünmüyordu. Köyün girişine geldiklerinde yavaşladılar. Mehmetalilerin Yılmaz, belinden çıkardığı parabellumun haznesine mermi sürdü. Onu diğerleri izledi. Muhtar Demirel İhsan ile otuz iki kişiydiler. Yılmaz:
-Ben tabancamdaki mermileri bitirinceye kadar ateş edeceğim. Elleriniz tetikte olsun. Ben bitirdikten sonra hepiniz aynı anda tetiğe basacaksınız. Siz siz olun namlularınız havaya dönük olacak. Sakın ola ki yana filan tutayım demeyin.
Çamur köyü muhtarı İsmail önde Osman usta ile Çitlilerin yaklaşmasını bekliyordular köylülerle birlikte. Onlar da silahları havaya çevrilmiş bekliyorlardı. Tam yaklaşınca Mehmetalilerin Yılmaz, parabellumun tetiğini çekti. Şarjördeki bütün mermileri havaya sıktı. Biter bitmez, otuz bir Çitli tetiğe bastı. Onlar ateş eder de Çamur köylüleri durur muydu? Silah sesleri ortalığı inletiyordu. Çamur Dağından yankılanan sesler Kostan Dağına kadar ulaşıyordu. Yaklaşık on dakika süren karşılamada yakılan mermilerin haddi hesabı yoktu. Yerdeki boş kovanların sayısı çoktan bini geçmişti. Sonunda silahlar sustu, “hoş geldiniz” fazlı başladı. Gelen Çitliler, yeni takım elbiseler giyinmiş, hepsi kıran tuvaletti. Elbiselerin rengi aynıydı. Onlar özel yaptırmışlardı takım giysilerini. Düğünlerde, bayramlarda ve özel günlerde giyiyorlardı.
Muhtar İsmail, Çitikebir köyü muhtarı Demirel İhsan’ı kucakladı:
-Buyurun hoş geldiniz.
-Hoş bulduk.
Çitliler, atlarını teslim edip doğruca horonun oynandığı ve halayların çekildiği Gogoçların harmanına geçtiler. Yanlarında getirdikleri kemençeci Katip, kemençesine akort verdikten sonra harmanın ortasında Çitlilerin oynadığı horonu çalmaya başladı. Muhtar Demirel İhsan horonun en başında yer aldı. Kemençeci de dahil otuz iki kişiden oluşan ekip, yörede “Gorzobon” denilen oyunu harmanda birkaç tur atarak oynadılar.
Katip, Gorzobon’dan sonra hareketli horonu çalmaya başladı. Cemal öğretmenin de aralarına katılmasıyla alkış tufanı koptu. Muhtar Demirel İhsan’ın koluna girdi. O kadar düzgün oynuyorlardı ki, ayakların, kolların hareketi bir bütündü. Hiçbirisi uyumsuzluk yapmıyordu. Çamur köylüleri meraklı gözlerle ve büyük bir zevkle izliyorlardı. Çitlilerin geldiğini duyan kadınlar ve genç kızlar da harman çevresini doldurmuş, onları izliyordular.
-Çok güzel oynuyorlar.
-Hepsi de aynı hareketi yapıyor, hiç birbirinden ayrı hareket yok.
-Çok güzel kız Ayşegül.
-Evet.
-Hepsi de genç.
-Baştaki muhtarmış.
-O da genç.
-Mutlaka bunların içinde bekar olan da vardır.
-Cemal öğretmen de çok güzel oynuyor kız.
-He ya. Vallahi ne yalan söyleyeyim bu Zeynep’i bir daha kıskandım.
-Kıskanma, baksana bir sürü genç var aralarında beğen birini.
Horon coştukça coşuyordu. Durmak bilmiyorlardı. Onlar oynadıkça köylülerin seyir zevki de artıyordu.
-Ne o kız, hoşuna giden mi oldu?
-Evet.
-Hangisi?
-Baştan dördüncü.
-Yakışıklı. Ben de onu beğendim.
-Başkasını beğen.
-Ne o kız hemen aşık mı oldun, elin oğlanına? Bakarsın evlidir, çok umutlu olma.
-Evliyse de ne mutlu onunla evlenene.
Koca Çavuş Dede de eşi Koca Zülfiye Ana ile harman kenarına konulan sandalyede oturuyor, onlar da büyük bir zevkle seyrediyorlardı. Çitlilerin horonu hemen hemen iki saate yakın sürdü.
-Muhtar, dedi Osman usta, bunlara dur demezsen yarın sabaha kadar oynarlar. Yoldan geldiler. Belli ki sabah çıkmışlardır köyden, aç olabilirler. Hayati, sen söyle otuz iki kişilik sofralar kurulsun. Ben de onları yemeğe davet edeyim.
-Tamam usta.
(Devamı var)