Deli Osman, elinde kavalı “düt düt” hem öttürüyor hem de söylüyordu. Köyde kimi kimsesi yoktu. Tek odalı evde yalnız kalıyordu. Ana ve babası Erzincan depremi sırasında yıkılan evlerinin enkazı altında kalarak hayatlarını yitirmişti. Osman ise on altı yaşındaydı. O, depremde evin dışındaki tuvalette olması nedeniyle hayatta kalan ailenin tek kişisiydi. Ana ve babasının ölümü Osman’ı çok sarsmış, geçirdiği şok sonrası beyin hücrelerinin zarar görmesiyle aklını kaybetmişti.
Avliyanalılar Osman’ı çok seviyorlardı. Onunla ara sıra şakalaşıyorlar ve türkü söyletiyorlardı. Bir yıldan fazla karın altında kalarak hayatını kaybeden Can için de türkü bestelemişti:
Gavur Dağı Geçidi
Can’a maloldu Can’a
Dul kalınca Ayşegül
Ağladı kana kana.
Abdal Musa’nın başı
Bizim köyden yukarı
Can’ımı bulmak için
Bir yıl bekledik karı.
Hangi konu verilirse onun için mutlaka bir mani söylüyordu. Tek odalı evi Kartal Mustafa ile Seher hatunun evinin az aşağısındaydı. Seher hatun ile Zülfiye kadın onun yemeğini hiç eksik etmiyordular. Kirlenen çamaşırlarını yıkıyorlar, eskiyenlerin yerine yenilerini alıyordular. Onun bu durumunu bilen köylüler de yardım etmeyi eksik etmiyordular.
Kahvaltısını yapan Can, kapıya çıkınca Osman ile karşılaştı. Yine elinde kavalı kendine göre öttürüyordu. Can, Osman’a acımanın dışında davranıyor, onunla ciddi ciddi konuşuyordu.
-Osman söyle bakalım, benim bu köyde en iyi dostum kimdir?
-Benim.
-Bu köyde en güzel kavalı kim çalar?
-Ben çalarım.
-Bu köyde en güzel manileri kim söyler?
-Ben söylerim.
-Eee, söyle de görelim.
-Söyleyeyim mi?
-Söyle.
-Darılmak yok.
-Yok.
-Darılmak yok.
-Yok dedim ya Osman.
-Söylüyorum.
-Söyle Osman, çatlatırsın insanı.
Söylüyorum:
Senin adın Can mıdır
Ayşe kız sevdan mıdır
Sana vermezler onu
Boş ver gitsin sen onu.
-Ne diyorsun sen Osman, vermezler mi dersin?
Onu sana vermezler
Hal hatırın sormazlar
Can aşıktır demezler
Dışarı kız vermezler.
-Ne demek dışarı kız vermezler?
O köyün töresidir
Maçka’nın yöresidir
Sen Ayşe’den vazgeç
En güzel böylesidir.
Osman, manilerini söyledikten sonra kavalına üfleyerek köy aşağısına doğru yürüdü. Dışarı çıkan Seher hatun:
-Ne diyordu Deli Osman?
-Ne diyecek ana, ‘O köyün töresidir, Maçka’nın yöresidir, sen Ayşe’den vazgeç, en güzel böylesidir.’ Söyledi ve gitti ana.
-Doğru söyledi. Benim de duyduğuma göre bir genç yüzünden dışarıya kız vermeme kararı almışlar.
-Olur mu öyle şey ana?
-Olmuş işte oğlum.
-Yani, şimdi Ayşe’yi istemeye gittiğinde sana ‘Dışarıya kız vermiyoruz’ mu diyecekler?
-Diyebilirler oğlum.
-Olmaz ana, vermezlerse vallahi kaçırırım. Sevenler birbirinden ayrılır mı?
-Ayrılmaz ama oğul, dur hele, dereyi görmeden paçalarını sıvama.
Kartal Mustafa da karısı Zülfiye ile dışarı çıktı. Parlayan güneş ve yerdeki kardan bir an gözleri kamaştı, kapattı açtı.
-Kar yağmış Zülfiye.
-Öyle herif.
-Güzel de güneş var. Can’ımı kaybettik kaybedeli böyle güzel güneş görmemiştim Zülfiye.
Ayşegül, iki tane ağaçtan yapılmış iskemle getirdi. Üzerlerine de minder koydu.
-Ana, baba oturun.
-Sağol kızım, iki tane daha getir, Seher hatun ile Can’a.
-Olur baba.
Seher hatun ile Can da getirilen iskemleye oturdular. Güneş tam da yüzlerine vuruyordu. Eriyen kar suları, köyün toprak yollarında çamur şeklinde akıyordu. Karşı tepeler apaktı.
-Bayağı kar yağmış, dedi Kartal Mustafa.
-Öyle Mustafa emmi, ben de Ciharlı’ya giderken yoğun kar yağışı altında kalmıştım.
-Sahi sen niye gittin Ciharlı’ya?
-Sorma, dedi Seher hatun, kaptırmış gönlünü bir kıza.
-Ne güzel, önce kaynana sonra da nene olacaksın.
-İnşallah ama, kötü yere çadır açtı.
-Onu doğru dersin, o köyden dışarıya kız almak çok zordur.
-Ne olacak şimdi?
-Her şey olacağına varır. İstettiniz mi kızı?
-Yok. Seni yollayacağız komşu.
-Beni mi? Seve seve gider isteriz.
-Seninle Zigana Ağası Lütfi ağayı.
-Siz şimdiden kızı aldın bilin.
-Nasıl yani?
-Lütfi Ağa, tuttuğunu koparır, Ciharlıların Lütfi ağayı kırmaları mümkün değildir. Ne zaman isteteceksiniz?
-Bahar gelsin, Zigana’nın karları erisin komşu.
-Sen ne dersin Can?
-Ben de anam gibi düşünüyorum Mustafa emmi.
-Kız güzel mi bari Seher Hatun?
-Bana ne soruyorsun komşu, sevene sorsana.
-Ona sorsam çok güzel diyecek.
-Güzel güzel. Kervanın dönüşünde gördüm.
-Nasıl?
-Babası öldüğü için o gelmişti son kervanda.
-Erkek gibi kız desene?
-Biraz da öyle.
Ayşegül, dört bardak çay ile dışarı geldi. Ortada duran bileği taşının üzerine bardakları koydu. Konuşulanları o da duymuştu.
-Çok güzel baba, bana da çok yardımı oldu. Can’ı da ben koydum aklına.
Xxx
Ciharlı’da Laz Hasan ile Mahmut emmi sohbet ediyorlardı. Kahvehane hemen hemen doluydu. Laz Hasan kahvede hem oyun oynatmıyor hem de sigara içirmiyordu. Sigara içmek isteyenler dışarıya çıkıyor, sigaralarını içtikten sonra tekrar kahveye giriyorlardı.
-Mahmut emmi, bak bir şey diyeceğim.
-Söyle bakalım Laz Hasan.
-Size rehberlik eden Can var ya.
-Evet.
-İyi has çocuk ama bilirsin bizim köyden dışarıya kız vermek yok, ne olacak bunun sonu?
-Ben de onu düşünürüm Laz Hasan.
-Ben diyorum ki.
-Ne diyorsun?
-Hoca Mehmet Efendi’yi herkes dinler. Onun sözünden kimse dışarı çıkmaz.
-Bilirim Laz Hasan bilirim de…
-Demem o ki, sen ona muhtar İdris ile gidip, bu durumu anlatsanız, köyün bu töresinden vazgeçilse.
-Düşünmedim değil ama, olur mu acaba?
-Eğer Hoca Mehmet Efendi, olur derse, onu kahvehaneye davet edin. Biz de köyün erkeklerini toplayalım.
-İyi dersin Laz Hasan önce Hoca Mehmet Efendi ile konuşalım.
Xxx
Ciharlı’da Ayşe ile Can’ın aşkı dilden dile yayıldı. Köyün başka işi ya da konuşulacak konusu yokmuş gibi herkes Ayşe ile Can’ı konuşuyordu. Çeşme başında Ayşe ile Can vardı. Ev önlerinde kadınlar aynı şeyi konuşuyor, köy içinde havanın güzelliğinden yararlanarak gezinen erkekler, arkalarına attığı ellerinde tespih çekerken bile Ayşe ile Can’ı konuşuyorlardı.
Denize yakın olması nedeniyle Ciharlı hala yemyeşildi. Yeşil, yaprakları sararan gürgen ve meyve ağaçlarına ayrı bir güzellik katıyordu. Köyün zirveye yakın yerlerine atan tozak halindeki kar sarı ve yeşil renklere bakarak “ben de varım” diyorcasına zirveleri beyaza bürüyordu.
-Çepni kızı.
-Buyur abla.
-Gördün mü Ayşe’nin yavuklusunu?
-Gördüm abla.
-Yakışıklı oğlan.
-Allah’ı var, yakışıklı ne yalan söyleyeyim.
-Sana hala kısmet çıkmadı mı Çepni kızı?
-Nerede bende o şans abla, çıksaydı burada olur muydum?
-Nereye giderdin kız?
-Kim severse onunla giderdim.
-Dışarı kız verilmiyor bizim köyden.
-Vermesinler, kaçardım.
-Sahi mi kız?
-Sahi tabi yeter ki beni isteyen, seven birisi olsun.
-Kaldırmak lazım bu töreyi.
-Öyle abla, böyle töre mi olur?
-Olmaz.
-Olmaz tabi.
-Ayşe de güzel kız.
-Güzel abla Allah’ı var.
-Çok delikanlılar istedi de “he” demedi.
Xxx
-Baksana Temel, bu rehber has uşak.
-Allah’ı var öyle.
-Bizim için neredeyse canından oluyordu.
-Hiç sorma.
-Demem o ki bu Can, Ayşe’yi çok seviyor.
-Seviyor.
-Köyden dışarı kız vermek yok, ne olacak peki?
-Çok zor Abdullah.
-Yani bu töreyi kim koymuşsa yanlış koymuş.
-Yanlış.
-Kaldırmak lazım.
-Kaldırmak lazım.
Bu sırada köyün bekçisi Osman, boynuna astığı davula üç vuruyor bir duruyordu:
-Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin. Yarın öğle namazından sonra Laz Hasan’ın kahvehanesinde toplantı yapılacaktır. Muhtarımız İdris’in emridir. Her evden, evin en yaşlı erkeği toplantıda hazır olacak. Duyduk duymadık demeyin.
-Hayırdır, dedi Abdullah, ne toplantısı böyle?
-Bilmiyorum. Kimse de bir şey söylemedi.
-Eee, muhtarın emridir, gitmesek olmaz. Önemli bir şey olabilir. Bakalım ne söyleyecek Muhtar İdris.
-Valla, para istemesin de ne söylerse söylesin.
-Doğru dersin, salma yapmasın ula Temel.
-Yapsın yapmasın, zaten kıt kanaat geçiniyoruz, beş kuruş vermem.
-Ben de öyle.
(Devamı var)
(Devamı var)