Gümüşhane Haberleri
2021-02-24 10:15:33

Canboğul (51)

İbrahim Özdemir

24 Şubat 2021, 10:15

Kartal Mustafa’nın yaylada bulunan kulübesini geçtikten sonra rampaya vurdular. Can, Arap’a bu kez Ayşe’yi bindirdi, kendisi ise Ayşe’nin katırının yularını tutarak Mahmut emminin arkasından gidiyordu. Sık sık en arkadan Oğuz’la gelen Ayşe’ye bakıyordu. Rampa oldukça dikti, rampaya, dönemeçleri dönerek tırmanıyorlardı. Ayşe’nin gözü ise hep Can’daydı. Can her geri baktıkça ona el sallıyordu. Katırların yükü urba olduğu için rampayı çıkarken zorlanmıyorlardı. Deli Osman ise çoktan rampayı çıkmış, katırcıların çıkmasını bekliyordu. İkinci kez geldiği gölü görünce neye uğradığını şaşırdı. Gölün mavisinin yanı sıra çevresinde açan rengarenk çiçekler doyumsuz bir güzellik oluşturuyordu. Dizlerinin üzerine çömeldi. Elindeki küreğinin sapına yaslanarak hayranlıkla gölü ve çevresini seyrediyordu. “Ey Allah’ım sen nelere kadirsin, bu ne güzellik, böyle bir güzelliği ben şimdiye kadar niye görmedim ki? Gavur dağında kar, yanı başımda mavi sularıyla göl ve çevresinde bin bir çiçek.” Yavaşça küreğini yere bıraktı, kavalını cebinden çıkardı, kılıfını çimlerin üzerine koydu. Kavalına önce üfledi, sonra acı acı çalmaya başladı.

Katırcılar, rampayı çıkarak gölün bitişiğindeki düzlükte durdular. Ayşe, Arap’tan inerek dizginleri eline aldı. Can ve Mahmut emminin yanına geldi. 

-Mahmut emmi, yoruldunuz, istersen burada dinlenin, ben de çay demler, içtikten sonra yola devam ederiz.

-İyi olur Ayşe.

Dursun ile Temel çalı toplayıp ateşi yaktılar. Ayşe de gölden kara demliği su doldurup ateşin üzerine koydu. Deli Osman hala kavalı çalıyordu. Katırcılar ona hiç dokunmuyordu. Öyle acı çalıyordu ki, insanı ağlatacak gibiydi. 

-Dokunmayın Osman’a, ne zaman durursa, dedi Mahmut emmi.

Azık çantaları katırlardan alındı. Yanan ateşin yanında bağdaş kurarak oturdular. Herkes azık çantasından çıkardıklarını çimlerin üzerine açtı. Çay demlenmişti. Yanlarında getirdikleri bardakları Ayşe teker teker doldurdu. Deli Osman da kaval çalmayı bırakarak yanlarına geldi. 

-Ben yanıma bir şey almadım, bardağım da yok.

-Gel Osman, buradaki yiyecekler senin gibi otuz kırk Osman’a yeter. Sen benim çayımı iç, ben daha sonra içerim. 

-Olmaz Can abi, sen iç ben senden sonra içerim.

Açlıklarını giderdiler. Demlikte biten çayı Ayşe yeniden demledi.

-Çay demleninceye kadar ben namazımı kılayım, dedi Mahmut emmi.

Mahmut emminin kalkmasıyla tabakalar açıldı, sigaralar sarıldı. Havaya yayılan acı tütün kokusu gölün çevresinde açan çiçeklerin kokusunu bastırıyordu. 

-Sen içmiyorsun değil mi Can?

-Yok Ayşe, pek nadir.

-Şimdi pek nadir içiyor ama evlendikten sonra nadir de olsa bir daha sigarayı ağzına koymaz, dedi Abdullah.

Gülüşmeleri Mahmut emminin namazını bozacak gibiydi. 

-Sen bırak evde, köyde sigara içiyor musun Abdullah, yengenin korkusundan?

-Köyde masraf olmasın diye içmiyorum, yine gülüştüler.

-Bu nasıl Gülme, namazımı bozduracaktınız bana, Ayşe kızım doldur şu çayları da içip kalkalım.

-Olur Mahmut emmi.

Xxx

Meryem ana da tıpkı Seher kadın gibi evinin önünde alçak bir iskemlede oturuyordu. Gece aynı rüyayı bir kez daha gördü. Sabahı yatağının içinde oturarak etti. Uyku girmemişti gözlerine. “Olacak bir şeyler olacak. Bu rüyalar kötüye işaret. Allah’ım sen gördüğüm rüyayı hayra yor, güzel Rabbim. Sen kervanda olan Ayşe’mi ve diğerlerini koru. Hayırlısı ile evlerine dönmeyi nasip eyle güzel Allah’ım. Nerededirler şimdi. Geçtiler mi Gavur Dağı’nı? Çok kötüymüş Gavur Dağı Geçidi. Rahmetli hep anlatırdı. Boşuna Gavur Dağı Geçidi dememişler. Ne canlar almış. Şimdi de ‘Canboğul Geçidi’ diyorlarmış. Doğru demişler ne canlar gitti ne ocaklar söndü. Kimini buldular kimini bulamadılar.”

-Ana, ne oldun yine?

-Bir şey yok Selim oğlum.

-Ablam gitti gideli sende bir hal var ana.

-Aklım hep onda oğul.

-Ana niye aklın hep onda, yalnız değil ki, Can abi var, Mahmut emmi var. Durdun, Abdullah, Temel abiler var. 

-Ne bileyim oğul içim daralıyor.

-Daralmasın benim güzel anam, hadi gel girelim içeri de kahvaltımızı yapalım, ben bugün Ömer abime yardım edeceğim.

-Nedenmiş o?

-Bu yol çalışması var ya, Trabzon’dan birileri gelecek, bakan mı ne diyorlar. Onlara Hasan emminin kahvehanesinde yemek verecekler. Ben de yardımcı olacağım.

-O zaman geç kalma, iştahım da yok ama bir şeyler atıştıralım sen hemen git.

Öğlene doğru Ciharlı’da çeşme başı yine genç kızlarla doluydu. Su almaya gelen her nedense gitmiyor, dedikodunun biri bin paraydı. Kızlar, Ayşe’nin giydiği pantolonu konuşuyorlardı.

-Sabah giderken gördüm, kıçına çekmiş bir pantolon, erkeklerin arasında katırının başını çekiyordu.

-Hiç kız kısmı pantolon giyer mi?

-De de onu de.

-Ayıptır, ayıp.

-İnsan biraz utanır.

-Sen erkek misin de pantolon giyiyorsun?

-He ya.

-Rahmetli babası görse ne derdi acaba?

-Ne diyecek kemiklerini kırardı vallahi.

-Biz de mi giysek?

-Sus, tövbe tövbe. Daha başka bir şey yok da pantolon mu giyeceksin?

-Rahat olur daha.

-Onun rahatlığı başına parçalansın.

-Ben dünya dünyaya vursa pantolon giymem.

-Büyük konuşma kız.

-Büyüğü var mı, sen giyer misin?

-Giyerim kız, rahat olur. Kaç defa entarimin etekleri çalılara aldı da yırtıldı da yama vurmak zorunda kalmıştım. Pantolon çalılara da alsa yırtılmaz.

-İyi babana söyle de pantolon alsın sana.

Xxx

Evdeki sessizlik Seher hatunu bunaltıyor. Evin içinde bir şeyler yapmak için bir odaya bir mutfağa bir diğer odaya girip çıkıyor ama hiçbir şey yapmıyordu. Son olarak Can’ın odasına girdi. Uzun uzun ayakta diklenerek oğlunun yatağına baktı. Yavaşça yatağa oturdu. “Can oğlum, canım oğlum. Dikkatli ol ne olursun. Sana bir şey olursa ben yaşayamam. Sensin benim evimin direği. Sevdiğin kız da seninle hem onu hem kendini hem de sana güvenip yola çıkanlara dikkat et. Sen akıllısındır benim oğlum, akıllısın. Ayşe’yi istemeye gideceğiz. Damat olacaksın, evimize Ayşe’yi gelin getireceksin. Bana torunlar vereceksiniz, onları sevecek seveceğim. Can oğul, canım oğul, Allah’ım yolunuzu izinizi açık etsin. Dikkatli ol he benim can oğlum.”

Kapıya çıktı. Eşiğe oturdu. Kollarını önünde kavuşturdu. Oğuz da yoktu. Çok ıssız geliyordu ona ev de köy de. Çocukların oynarken çıkardığı sesleri duymuyordu. Henüz yeni çiçek açmış kiraz ağacına konan iki serçeye takıldı gözleri. Ötüşlerine kulak verdi. “Çok tatlılar” dedi kendi kendine. Benim oğlum da çok tatlı, gelinim olacak olan Ayşe de. Arıların biri gidiyor biri geliyordu. Oğul vermiş kovana benziyordu kiraz ağacı. Çiçek tozu alan arılar kovanına giderken bir diğeri geliyordu.

-Hayırdır Seher hatun, daldın gitti.

-Sen miydin komşu?

-Benim ya, deminden beri sana bakıyordum, dünyadan kopmuş gibiydin.

-Ne yapayım, birkaç gündür çok kötü rüyalar görüyordum.

-Hayırdır inşallah?

-Hayır olur komşu.

-Bu sefer Can’ın gitmesini istemedim ama o söz verdim ana gitmem lazım dedi bana.

-Doğru demiş, erkek verdiği sözde durmalı ki, er olsun.

-Öyle de ne bileyim içim sıkılıyor.

-Kalk da gel, Zülfiye kadın da çay demledi. Gel birlikte içelim.

-Siz için, benim hiç çay içesim yok.

-Gel, sen gel, aha bak, Zülfiye kadın da çıktı, karısına seslendi, hatun sen bir bardak daha getir. Haydi gel.

Ağır ağır kapının eşiğinden kalktı. Komşusu Kartal Mustafa’nın kapısının önüne gelerek iskemleye oturdu. Zülfiye kadın çayını verdi.

-Sağol Zülfiye.

-Afiyet olsun komşu ama çok keyifsiz görüyorum seni.

-Hiç sorma, aklım fikrim hep katırcılarda. Bir şey olacak diye korkuyorum.

-Allah korusun, o nasıl söz?

-Amin, amin. Ama ne yapayım ana yüreği işte.

-Hele iç çayını ferahlarsın.

Çayından yudum alan Kartal Mustafa:

-Bir gün Gavur Dağı Geçidinden önce Gerşud köyüne oradan da Şeyran’a aşacaktık. On beş katırcı vardı. Yükleri şekerdi. Göle sağ selim vardık. Hava kararmıştı. Akşam olduğundan değil, gökyüzünü karabulutlar kapladığındandı. Yağdı yağacak. ‘Çadırları kurun’ diye bağırdım katırcılara. Aceleyle çadırları kurdular. Gök çakıp gürlüyordu. Katırlar yıkıldı. Şeker çuvalları çadırlara konuldu. Bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Yağmur biraz sonra doluya çevirdi ama ne dolu. Ben deyim fındık büyüklüğünde sen de ceviz büyüklüğünde. Katırların , sadece başlarını çadırların açıp kapanan yerinden içeri almıştık. Hayvanların başlarının dışındaki vücutları dışarıdaydı. Ne yağmur ne de dolu bir türlü dinmiyor, yağıyor, yağıyordu. Gavur Dağından öyle gürültü geldi ki bir anda ortalık aydınlandı. Yıldırım düşmüştü. Dedim ya çakıp gürlüyor, yağıyor yağıyordu. Her taraf suya gömülmüştü. Su çadırların içine dolmaya başladı ama yapacak bir şeyimiz yoktu. Çamurlu su şeker çuvallarının altından geçmeye başladı. Her ne yapsak çadıra girmesine engel olamıyorduk. Hiç değilse çuvalın birini kurtarmak için üst üste koyduk çuvalları. Alttaki erirse üsteki erimez dedik. Öyle de oldu. Yağmur durduğunda, güneş kendini gösterdiğinde elimizde otuz çuvaldan on beş tane kalmıştı. On beş çuval seker yağmur suları ile erimişti. Elimizde kalan on beş çuvalı sağlam olarak götürebilmiştik Şeyran’a. Katırcılar alacakları paranın yarısını alabilmişlerdi. Ben ise rehberlik ücretimi almamıştım. Kötüdür Gavur Dağı, eline bir düşmeye gör, acımaz sana, çığı ile, kayası ile, kurdu, kuşu ile acımasızdır. Can almayı çok sever Seher hatun. Çok dikkatli olacaksın Gavur Dağında. Geçen duydum, bizim köylüler, oğlumun adından dolayı ‘Canboğul’ koymuşlar Gavur Dağı Geçidi’nin adını. Benim Can’ım boğuldu o dağda Seher hatun, senin Can’ın inşallah hayırlısı ile gelir. 

-İnşallah komşu, inşallah.

(Devamı var)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.