Gümüşhane Haberleri
2021-03-10 08:26:50

Canboğul (57)

İbrahim Özdemir

10 Mart 2021, 08:26

-Lütfi emmi, yukarıya çıktıkça hava da daha kötüleşiyor.

-Kocakarı yaylaya çıkıyor Baloğlu.

-Geri dönelim desek olmaz, köyden çıktık bir kere.

-Öyle Can.

-Ben derim ki…

-Ne dersin?

-Öne ben geçeyim.

-Ne yani rehber olduğunu mu hatırladın?

-Yok öyle değil ağam.

-Nasıl?

-Sen bize yol ver öne geçelim.

-İyi geç bakalım.

Lütfi Ağa, atının dizginlerini çekti, faytondan indi. Atını kenara çekerek Can’ın öne geçmesini sağladı. Can:

-Ana ben şimdi faytondan iniyorum, sen arkaya geç, faytonun içinde otur. Sen de Kezban ana, faytonun içine otur, yüzünüzü iyice sarın, sadece gözleriniz görünsün. Şimdi Lütfi emmi, yolu kaybetmemek için atın dizginlerini çekeceğim. Sizler benim gibi ağzınızı sarın. Burunlarınızdan soluk alıp, ağzınızdan verin. Bu sizin yüzünüzü sıcak tutmayı sağlayacak. Tipi dağa yukarı çıktıkça hızını artıracak ama merak etmeyin. Ben yürüyerek yoldan çıkmamayı sağlayacağım.

-Tamam Can, hadi geç bakalım önümüze.

Can, atın dizginlerini eline aldı. Zor da olsa yolda ilerlemeye çalışıyorlardı. Yükseğe çıktıkça tipi hızını artırıyor, Can yolu bile görmekte zorlanıyordu. 

-Sakın uyumayın.

-Uyumuyoruz Can.

-Ana, Kezban ana sakın uyumayın, direnin. Az bir yolumuz kaldı, dayanın.

Zirveye beş yüz metrelik mesafe kalmıştı ki, öyle bir tipi çıktı ki ne yol görünüyordu ne de bir metre ötesi. Can, yavaş adımlarla yolu kaybetmemeye çalışıyordu.

-Ana!

-Lütfi emmi.

-Mustafa Emmi, diye seslendi.

-Sıkın dişinizi az kaldı… Ana duyuyor musun beni?

Seher hatundan ses gelmeyince bu kez daha yüksek sesle bir kez daha     “ana” diye seslendi. 

Anasından yine ses gelmeyince durdu. Göz gözü görmüyordu, zor da olsa faytona kadar geldi bir kez daha “ana” diye seslendi. Anasından ses gelmeyince faytonun içine girdi. Anasının her tarafını esen tipi karla kaplamıştı. Anası kardan görünmüyordu. 

-Ana… Ana… diye seslendi. 

Seher hatun, adeta buz kesmişti. Elleriyle anasının üzerindeki karları temizledi. 

-Ana… Ana… Ana… diye üç kez seslendi. 

Seher hatun çok yavaş nefes alıyordu, belli ki donmak üzereydi. Sırtındaki asker gocuğunu çıkardı, bir güzelce anasını sardı. Ellerini avuçlarının içine aldı ovaladı.

-Hadi ana, aç gözlerini.

Seher hatun yavaş yavaş gözlerini açtı. Can’ın gözlerinin içi parladı.

-Hadi anam, az kaldı tepeye, sık dişini, sakın uyuma benim güzel anam.

Seher hatun güçlükle:

-Tamam Can, diyebildi.

Can, faytondan indi, buz tutmuş atın dizginlerini eline aldı, hızla çekmeye başladı.

-Ha gayret tepeye geldik sayılır. 

Xxx

-Ana hava çok kötü, keşke yollamasaydık Can’ı.

-Buradan çıkarken hava güzeldi kızım, burada böyle fırtına varsa vay geldiği dağda izde olanların başına.

-Sen de ne güzel teselli ediyorsun ana.

-Ne diyeyim kızım, baksana fırtına nerede ise ağaçları devirecek.

-Mahmut emmiye desem de peşlerinden mi gitsek ana?

-Sen aklını mı yedin kızım? Nişanlanmak sana yaramadı. Bu havada yola çıkılır mı?

-İyi vallahi ana, ne güzel de konuşuyorsun.

-Ama kızım öyle olmaz şey söylüyorsun ki. Can da tecrübelidir, Lütfi ağa da bir yolunu bulur çıkarlar tepeye.

-Şimdi nasıldır Zigana, Allah bilir.

-Meraklanma benim güzel kızım, onlar güçlüdürler, çıkarlar. Ben Lütfi ağayı çok iyi tanırım, bu dağlarda ne havalarla karşılaşmıştır o. Süs için ona ‘dağlar ağası’ demiyorlar.

-Öyle mi dersin ana?

-Öyle kızım, belki de tepeye çıkmışlardır. Belki de havanın kötüleştiğini görünce sürmüşlerdir atlarını.

-İnşallah ana inşallah.

Dışarıda rüzgar hız kesmiyordu. Fırtınaya dönüşen rüzgar çok yerde ağaçları devirmiş, hartamadan yapılan çok sayıda evin çatısını uçurmuştu. Odasındaki penceresinin önüne gelen Ayşe, durmadan dua ediyordu. “Allah’ın sen onları koru.” Gözlerini dışarıda yere kadar yatan söğüt ağaçlarından ayıramıyordu. “Çok hızlı çok. Çıkmışlar mıdır dağa?”

Xxx

Lütfi ağanın malikanesinin önüne gelen Can ve beraberindekiler, bir an önce içeriye girmeye gayret ediyorlardı. Can, faytonun içerisindeki anasını kucaklayarak binadan içeri girerek peykenin üzerine yatırdı. Lütfi ağa da karısını kucağına almış, o da içeri girerek karşı peykenin üzerine yatırdı. 

-Zehir dışarıdan kar getir, hadi çabuk durma.

Gelen karla Can anasının, Lütfi ağa da karısının ellerini ovalıyordu. 

-Ağam, atları ne yapayım, kapıdalar?

-Ahıra çek Mustafa.

Kartal Mustafa, güçlükle atları faytondan çözdü, teker teker ahıra götürdü. Ahır sıcaktı. Her üçünün önünü de yemle doldurdu. Atlar da çok üşümüştü. Ahırın sıcaklığı ile yavaş yavaş onlar da kendilerine gelmeye başladı. 

Kartal Mustafa, Faytonları, binanın pencere demirlerine sıkı sıkıya bağladı. Tipi dinmemiş, giderek de artıyordu. Zorla kendini içeri attı.

-Ben böyle hava görmedim ağam.

-Kocakarı bu illa da yaylaya çıkacak.

Seher hatun ile Kezban kadın yavaş yavaş kendilerine geldiler. Soba üzerinde hazır çaydan birer bardak doldurdu Zehir. Can anasına, Lütfi ağa da karısı Kezban’a çaylarını içirdiler.  

-Zehir, çayları hemen doldur.

-Bu ne hava ağam, bu kadar dağda taşta dolaşırım da böyle bir tipi görmedim.

-Ben gördüm mü? Ben de görmedim.

-Az kalsın öteki dünyayı boylayacaktık.

-Boylamazsın, yediğin pilav üstü kavurma hala midende duruyor.

-Ağam, bir şey diyeceğim ama sakın alınma, ha bu durumda bile şaka yapıyorsun.

-Şaka yapmıyorum, sen birazdan acıktım, dersin diye önünü kesiyorum.

-Sıcak vurunca, çayı da içince sanki acıktım, doğru söylersin.

-Durmadan çay ver Kartal Mustafa amcana Zehir.

-Çayla mı doyuracaksın bizi ağam?

-Ula köftehor, senin iştahlı biri olduğunu bilirdim de bu kadarını bilmezdim.

Kezban kadın ile Seher hatun, doğrulup oturdular. 

-İyisiniz değil mi hatunlar?

-İyiyiz, iyiyiz.

-Çok büyük badire atlattık. Bu halimize de şükür.

-Kepçe mi yaladın Baloğlu Hikmet’in oğlu?

-O ne demek emmim?

-Çok cahil kalmış senin bu oğlun Seher hatun. Kepçe yalamayı, Kocakarıyı anlatmadın mı oğluna?

-Anlatmadım ağam.

-Belli anlatmadığın, çayından yudum aldı, anlatayım. Havalar güzel iken bir gencin düğününde, nişanında hava bozarsa anla ki o genç, kazandan yemeği kepçe ile yemiştir. Evde de kimse anlamasın diye, kepçe temiz oluncaya kadar diliyle yalarmış.

-Düğünle, nişanla kepçe yalamanın ne alakası var emmi?

-Kepçeyi tam temizlemişse hava bozmazmış, kepçede yemek lekesi bırakırsa düğününde, nişanında hava bozarmış. Demek ki, sen kepçeyi iyi yalamadın uşağım, bunda anlamayacak ne var?

-Şimdi anladım ama hiç kepçe yaladığımı hatırlamıyorum.

-Unutmuşsundur.

-Onu anladık da şu kocakarı meselesi ne oluyor?

-Onu da mı anlatmadılar sana?

-Yok emmi.

Bir yudum daha aldı çayından:

-Dinle öyleyse. Köyün birinde yaşlı bir karı varmış. Bu kadın sürü sahibiymiş. Köylülerden önce yaylaya çıkar, yaylanın henüz yeni yeşermiş otunu yaylatırmış sürüsüne. Yine bir sene, hazırlığını yapmış. Köylüler ona ‘çıkma yaylaya’ demişlerse de dinletememişler. Sabah kalkmış, yaylaya gidecek. Sürüsünü çevirmeden çıkarmasıyla bir tipi, bir bora esmeye başlamış ki, bizim tutulduğumuz tipi ne yanında. Sürüsünü zorla yola koymuş, köylüler ısrar etmişler gitmesin diye ama o kafasına koymuş bir kere yaylaya çıkacak. Köyden henüz yeni çıkmıştı ki, hava daha da kötülemiş. Kocakarı gökyüzüne bakmış, haşa, ‘İzin versen de çıkacağım, vermesen de.’

-Kime demiş emmim?

-Kime diyecek, haşa Allah’a. Öyle bir tipi olmuş, öyle bir boran olmuş ki, koyunları telef olmuş, kendisi de donarak ölmüş. Onun için ısrarcı olmayacaksın. Bize ısrar ettiler, kalın diye. Sabah güzel havada yola çıkarsınız, ama biz ne yaptık dinlemedik, düştük yola. Canımızı zor kurtardık. Köyde yün yatakta yatacakken burada yatarsınız kuru tahtaların üzerinde.

Dışarıda tipi yavaş yavaş durdu. Lütfi ağa, kapıyı açtı. Kendilerini boğacak durumdaki tipiden eser yoktu. 

-Gördünüz mü tipi durdu, kapıyı kapattı, herkes iyi mi?

Kartal Mustafa dışında diğerleri “iyiyiz” dediler. 

-Hayırdır Kartal, bir sıkıntın mı var?

-Var ya ağam, içirdin bize acı çayları, midem kazım kazım kazınıyor.

-Allah doyura seni, ula köftehor bir tabak pilav üstü kavurmayı zor yedim, sen üç tabak yedin. Ben bir tabak sütlacı yarıya kadar zor yedim sen üç tabak yedin. Allah doyursun seni. Sen evde de böyle mi yiyorsun?

-Yok ağam, ben dışarılara çıktığım zaman iştahım açılıyor.

-Baloğlu Hikmetin oğlu bunu bir daha bir yere götürme seni iflas ettirir, hatta düğününe de çağırma.

(Devamı var)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.