Takdirlerimizi iletmiştik, ya tenkitler… Kendi özelimizden başlayarak onu da aktaralım…
Gümüşhane’ye geldiğimde bir hedefim vardı; şehrimde bir taş üzerine bir taş da olsa koyarak borçlu olduğum bu güzel vatan toprağına ve güzel insanlarına hizmet etmek… Onlar adına kararlar vererek değil, onlarla beraber güzellikler inşa etmek. Amele olarak, şoför olarak. fırıncı, simitçi, elektrikçi, gazeteci olarak.
Büyük umutlarla çıktığım bu yolda; geldiğim, daha doğrusu pervasız insanların beni getirdiği nokta ise hayal kırıklığı oldu. Emeklerim kör ve sağır duvarlara çarpıp geri döndü. Amaçsız, ufuksuz, isteksiz bir insana dönüşmeye başladım ve kararımı verdim.
Ne olduğumu biliyorum ama önemli bir gazeteci, yazar payesi verseler de, artık hiç kimseden hiçbir şey istemiyorum. Nasıl olsa yazsam da değiştirebileceğim bir şey olmadığını bildiğim için istemiyorum. Vurdumduymazlığımız, komşumuzun açlığına aldırmadan yatmışlığımız gerçeğiyle yüz yüze kaldığım için istemiyorum. Zoruma gidenlerin çokluğu için istemiyorum.
İşin özünde ben bu şehri, bu insanları, ufuk çizgimi kapatan o koca taşları, dağları seviyorum. Sevdiğimdendir ki dilime, gönlüme prangalar vuramıyorum. Derdimi Marko Paşa’lara anlatıp, kör kuyulara avazım çıktığı kadar haykırıyorum. Karşılık bulamasam da, zoruma gidenleri sayıp döküyorum.
Haberin var mı taş duvar; Yetki sahibi insanların bulundukları makamları “Guraba-i Laklakan Derneği” zannedip laklak ederek mesai doldurmaları zoruma gidiyor.
Demir kapı; kendi adıma olsa anlarım ancak, bu şehrin tarihi geçmişinin ortaya çıkması çabalarım için saatlerce kapılarda beklemek, kapı kulu olmak zoruma gidiyor.
Kör pencere; Şehitlerimizi anmak için yapılan etkinliklere katılmayı zül gören, gelmek için davet bekleyen zerzevatlarla, o rahat yaşasın diye can verenlere minnet duymayan yürekleri donmuş müdürlerle, başkanlarla, sivil toplum kuruluşları üyeleri ile birlikte yaşamak zoruma gidiyor.
Yastığım; Sırf birkaç müteahhit para kazansın, son model otomobillere binsin, yanında kabadayılar beslesin diye; dere yataklarına inşaat ruhsatı verilmiş olması zoruma gidiyor.
Ranzam; Varlık sebeplerinin vatandaşın soru ve sorunlarını gidermek olduğunu unutan, konuları ile ilgili gelişmeleri takip etmek yerine, sosyal medyayı geliştiren, hükümetler kuran, kaldıran memurlarla muhatap olmak zoruma gidiyor.
Zincirim; Kemaliye camiinde, Ömer Lütfü Paşa Konağında, Üniversitede, Eski İmam Hatip Lisesinde, Aysın Rafet Ataç İlkokulunda ve daha nicesinde; yapılıp ve sonrasında yıkılan, yıkılmayı bekleyen inşaatlara harcanan paraların hesabının sorulmaması zoruma gidiyor.
Uğruna ölümlere gidip geldiğim; Büyük umutlarla inşa edilen Cebeli Yaz Okulunun, Yeşildere’de restore edilen tarihi binanın ve bunun gibi yatırımların sahipsiz kalması, unutulması zoruma gidiyor.
Zulamda ki mahzun resim; On milyon EURO’luk proje olarak müjdelenen Pestil ve Köme ile ilgili İŞGEM projesinde, halen bir çivi dahi çakılmamış olması zoruma gidiyor.
Gümüş şehrim; Sosyal medyada, internet sitelerinde, kenarlarda köşelerde kendi çıkarları için yorgan yakanlara şahit olmak zoruma gidiyor.
Gümüşhanelim; Kar keyfini sürmek için dağların yolunu tutan Trabzonlu kardeşlerimizi görünce, kendi insanımızın kahvehanelere kapanıp “al kızı ver papazı” yapmaları zoruma gidiyor.
Bir türlü dağlarımıza bahar gelmiyor. Sürekli olarak laf laf laf. Boş vaatlerin, göstermelik projelerin, boşa giden yatırımların ardı arkası kesilmiyor. Devletin, hükümetin gayretleri haricinde hiçbir kesimde şehre dair bir düşüncenin hayata geçirildiği yok. Takip yok, tenkit yok, cezalandırma yok, yazan yok, çizen yok.
Suni gündemlerle kısır döngüler arasında kaybolup gidiyorum. Bir bataklık misali çırpındıkça batıyorum. Düşündükçe karamsarlaşıyor, yazdıkça çileden çıkıyorum. Kendi kendime kızıyor, belki suçumu paylaşan olur diye ortaya haykırıyorum.
Gümüşhaneliyim diyerek caka satan, olan olmayan nimetlere el koyan, dışarıdan gelip hizmet edenler kadar bu şehri sevmeyen zatı-ı muhteremler; Allah aşkına bizleri garibanlığımızla baş başa bırakıp gidin. Sizler; büyük şehirlere, denizi ve kumsalı olan daha güzel hayatlara layıksınız. Bırakın Gavut Dolmasını, Haşılı, Bezirgan aşını, Kuru Fasulyeyi. Sizler, kuş sütü kuru üzüm sofralara aitsiniz. Portakallı ördekler, suşiler, istakozlar sizleri bekler. De hadi gidin ve bizi kuru ekmekle baş başa bırakın.
Afiyet olsun….
Gümüşhane’ye geldiğimde bir hedefim vardı; şehrimde bir taş üzerine bir taş da olsa koyarak borçlu olduğum bu güzel vatan toprağına ve güzel insanlarına hizmet etmek… Onlar adına kararlar vererek değil, onlarla beraber güzellikler inşa etmek. Amele olarak, şoför olarak. fırıncı, simitçi, elektrikçi, gazeteci olarak.
Büyük umutlarla çıktığım bu yolda; geldiğim, daha doğrusu pervasız insanların beni getirdiği nokta ise hayal kırıklığı oldu. Emeklerim kör ve sağır duvarlara çarpıp geri döndü. Amaçsız, ufuksuz, isteksiz bir insana dönüşmeye başladım ve kararımı verdim.
Ne olduğumu biliyorum ama önemli bir gazeteci, yazar payesi verseler de, artık hiç kimseden hiçbir şey istemiyorum. Nasıl olsa yazsam da değiştirebileceğim bir şey olmadığını bildiğim için istemiyorum. Vurdumduymazlığımız, komşumuzun açlığına aldırmadan yatmışlığımız gerçeğiyle yüz yüze kaldığım için istemiyorum. Zoruma gidenlerin çokluğu için istemiyorum.
İşin özünde ben bu şehri, bu insanları, ufuk çizgimi kapatan o koca taşları, dağları seviyorum. Sevdiğimdendir ki dilime, gönlüme prangalar vuramıyorum. Derdimi Marko Paşa’lara anlatıp, kör kuyulara avazım çıktığı kadar haykırıyorum. Karşılık bulamasam da, zoruma gidenleri sayıp döküyorum.
Haberin var mı taş duvar; Yetki sahibi insanların bulundukları makamları “Guraba-i Laklakan Derneği” zannedip laklak ederek mesai doldurmaları zoruma gidiyor.
Demir kapı; kendi adıma olsa anlarım ancak, bu şehrin tarihi geçmişinin ortaya çıkması çabalarım için saatlerce kapılarda beklemek, kapı kulu olmak zoruma gidiyor.
Kör pencere; Şehitlerimizi anmak için yapılan etkinliklere katılmayı zül gören, gelmek için davet bekleyen zerzevatlarla, o rahat yaşasın diye can verenlere minnet duymayan yürekleri donmuş müdürlerle, başkanlarla, sivil toplum kuruluşları üyeleri ile birlikte yaşamak zoruma gidiyor.
Yastığım; Sırf birkaç müteahhit para kazansın, son model otomobillere binsin, yanında kabadayılar beslesin diye; dere yataklarına inşaat ruhsatı verilmiş olması zoruma gidiyor.
Ranzam; Varlık sebeplerinin vatandaşın soru ve sorunlarını gidermek olduğunu unutan, konuları ile ilgili gelişmeleri takip etmek yerine, sosyal medyayı geliştiren, hükümetler kuran, kaldıran memurlarla muhatap olmak zoruma gidiyor.
Zincirim; Kemaliye camiinde, Ömer Lütfü Paşa Konağında, Üniversitede, Eski İmam Hatip Lisesinde, Aysın Rafet Ataç İlkokulunda ve daha nicesinde; yapılıp ve sonrasında yıkılan, yıkılmayı bekleyen inşaatlara harcanan paraların hesabının sorulmaması zoruma gidiyor.
Uğruna ölümlere gidip geldiğim; Büyük umutlarla inşa edilen Cebeli Yaz Okulunun, Yeşildere’de restore edilen tarihi binanın ve bunun gibi yatırımların sahipsiz kalması, unutulması zoruma gidiyor.
Zulamda ki mahzun resim; On milyon EURO’luk proje olarak müjdelenen Pestil ve Köme ile ilgili İŞGEM projesinde, halen bir çivi dahi çakılmamış olması zoruma gidiyor.
Gümüş şehrim; Sosyal medyada, internet sitelerinde, kenarlarda köşelerde kendi çıkarları için yorgan yakanlara şahit olmak zoruma gidiyor.
Gümüşhanelim; Kar keyfini sürmek için dağların yolunu tutan Trabzonlu kardeşlerimizi görünce, kendi insanımızın kahvehanelere kapanıp “al kızı ver papazı” yapmaları zoruma gidiyor.
Bir türlü dağlarımıza bahar gelmiyor. Sürekli olarak laf laf laf. Boş vaatlerin, göstermelik projelerin, boşa giden yatırımların ardı arkası kesilmiyor. Devletin, hükümetin gayretleri haricinde hiçbir kesimde şehre dair bir düşüncenin hayata geçirildiği yok. Takip yok, tenkit yok, cezalandırma yok, yazan yok, çizen yok.
Suni gündemlerle kısır döngüler arasında kaybolup gidiyorum. Bir bataklık misali çırpındıkça batıyorum. Düşündükçe karamsarlaşıyor, yazdıkça çileden çıkıyorum. Kendi kendime kızıyor, belki suçumu paylaşan olur diye ortaya haykırıyorum.
Gümüşhaneliyim diyerek caka satan, olan olmayan nimetlere el koyan, dışarıdan gelip hizmet edenler kadar bu şehri sevmeyen zatı-ı muhteremler; Allah aşkına bizleri garibanlığımızla baş başa bırakıp gidin. Sizler; büyük şehirlere, denizi ve kumsalı olan daha güzel hayatlara layıksınız. Bırakın Gavut Dolmasını, Haşılı, Bezirgan aşını, Kuru Fasulyeyi. Sizler, kuş sütü kuru üzüm sofralara aitsiniz. Portakallı ördekler, suşiler, istakozlar sizleri bekler. De hadi gidin ve bizi kuru ekmekle baş başa bırakın.
Afiyet olsun….