Gülşah, sabah kalkar kalkmaz, doğruca Çopurların evine gitti. Cengiz’i atını tımar ederken görünce yanına geldi.
-Hayırdır Gülşah, sabah sabah?
-Cengiz senden bir şey isteyeceğim.
-Söyle Gülşah.
-Çit’e gider misin benim için?
-Senin için ölüme giderim Gülşah.
-Bırak şimdi. Ali’yi bulacaksın. Ona diyeceksin ki, Gülşah, gelin olarak bineceği atın, Zermut’taki gölde yıkanmasını istiyor. Eğer gölde yıkanmamış at getirirlerse binmem.
-O da nereden çıktı Gülşah? Çok şart sürüyorsun ileri. Sürüye o kadar tuz yedirdin, dereden su içirmeden karşıya geçirdi. Babanın evinde her şeyi taksim ettin. Senin bu güzelliğine yakışmıyor.
-Sen şimdi bırak da gidecek misin?
-Atı tımar edeyim, kahvaltımı yapar giderim Gülşah.
-Kimseye söyleme, sadece Ali’ye söyle, anlaştık mı?
-Anlaştık Gülşah ama senin bu yaptığın yanlış.
-Neyi yanlış?
-Çok zora sokuyorsun işi, Ali’nin seni ne kadar sevdiğini hala anlayamadın mı? Senin için neler yaptığını görmüyor musun? Nereden çıktı atın gölde yıkanması?
-O gölde yıkanan ata binen gelin, gittiği koca evinde huzur bulurmuş koca kafalı. Nice kızlar o gölde yıkanmış atlara binerek gelin gitmediler mi? O göl, iki ananın gözyaşlarından oluşmuş bir göl derler. O gölün suyunun özelliği var koca kafalı. Sen de alacağın kızı o gölde yıkanmış ata bindir.
-Sen bizde akıl mı bıraktın. Hep senin peşinde koştuk, sen gittin bir çobana gönül verdin. Artık bundan sonra söyleyecek bir sözümüz yoktur, dünya ahret bacımızsın.
-Sizler de benim kardeşimsiniz. Hadi ben gidiyorum. Sen de bir an önce git. Geldiğinden de haberim olsun.
-Tamam Gülşah.
Feride kadın, hala rengi sarıydı. Yüzünde renk yoktu. Çok az konuşuyor, çok az yemek yiyordu. Elif ile Sümbül analarının bu haline çok üzülüyorlardı. Artık inekleri de sağmıyor. İşler Elif’e kalmıştı.
-Bir tane inek yeter bize, diğerlerini satalım, dedi yavaş sesle.
-Niye ki ana ne ile geçiniriz?
-Koyunları da satalım.
-Olmaz ana.
-Kim çobanlık edecek onlara?
-Ben ederim, dedi Sümbül.
-Olmaz, tek başına seni yabana yollayamam.
-Gülşah ablamı yolluyordun.
-O başka siz başkasınız.
-Ne fark var aramızda ana? Biz de yaparız ablamın yaptığı işleri. Sen hiç canını sıkma. Her şeyi taksim etti diye de üzülme. Yenilerini alırız.
-Alırız değil mi?
-Alırız tabi ana. Babam gibi odun da satarız kasabadaki fırıncılara üzülme.
-Satarız değil mi?
-Satarız ana.
-Yağ yaparız, peynir yaparız.
-Yaparız.
-Sümbül ile pazara gider satar, ihtiyaçlarımızı alırız.
-Sen üzülme ana ne olur, diyerek anasının yanına gelerek başını omuzuna yasladı Sümbül.
-Sizler ablanız gibi yapmayın.
-Yapmayız ana.
Kapı açıldı, Gülşah içeri girdi. Sabah kahvaltısı için Elif sofrayı çoktan kurmuştu.
-Abla seni bekliyorduk, nereye gittin sabah sabah?
-Çopurların evine gittim.
-Niye ki?
-Cengiz’i Ali’yi görmesini istedim. Bir isteğim var, onu ulaştır dedim.
Anası Feride ile göz göze geldi. Kızına soracak gibi oldu, vazgeçti. Elif’in doldurduğu çaya şeker atıp karıştırdı, bir yudum aldı.
-Hadi ye ana, kaç gündür yemiyorsun iyice iştahın kesildi. Yemezsen daha da kesilecek.
Gülşah, anasının kendisine kırgın olduğunu her halinden anlıyordu ama bir şey söylemek işine gelmiyordu.
-Ne söyleyecek Cengiz abi Ali abiye.
-Hiç, gelin olarak bineceğim atın Zermut’taki gölde yıkanmasını istedim.
Feride ananın bardak elinden düştü. Düşer düşmez de kırıldı. Yavaşça geriye çekildi. Yemeği bıraktı. Dizlerinin üzerine açtığı sini bezini sofranın altına doğru itekleyip sofradan kalktı. Kapıyı açıp, çardağa kendini zor attı.
-Sen ne dedin abla?
-Bir şey demedim Elif, gelin olarak bineceğim atın Zermut’taki gölde güzelce yıkanmasını istedim.
-Abla, sen neden böyle yapıyorsun? Baksana anamız ne hale geldi. Kadıncağız iştahtan kesildi. Kaç gündür doğru dürüst bir şey yemiyor, sapsarı oldu kadıncağızın rengi. Bu gidişle ince hastalığa yakalanacak.
Elif de Sümbül de sofradan kalktılar doğruca anasının yanına geldiler. Biri bir yanına diğeri de öteki yanına oturdular, başlarını analarının omuzlarına dayadılar. Uzun bir süre öyle kaldılar. Güloğlu Yaylasının başından yükselen güneş yüzlerine vuruyordu. Feride kadın her iki kızının da saçlarını okşadı. Elif ve Sümbül, bir deri bir kemik kalmış analarına daha da sokuldular. Üşümesin diye sarıldılar.
-Ana ne olur üzülme. Bak ne hale düştün. Sana bir şey olursa ne olur halimiz? Ne olur toparla kendini. Biz sensiz ne yaparız? Yalvarırım toparla kendini. Ablam iki üç gün sonra evlenip gidecek, biz baş başa kalacağız. Sana iş yaptırmayız, sen bize tarif et, biz yaparız ana. Yaparız ana da ne olur artık üzülme. Bırak ne yaparsa yapsın. O da senin evladın bizim de ablamız. Öyle istiyorsa öyle olsun bunda üzülecek bir şey yok ana.
-Elif ablam doğru söylüyor ana. Üzülecek bir şey yok. Biz de duyduk, koca evinde huzur olsun diye gelin giden kızlar binecekleri atın Zermut’taki gölde yıkanmasını isterlermiş. Ablam da istemiş ana, varsın olsun. Hayatında bir defa gelin olacak, onun da bu dileği olsun.
-Olsun kızım.
-Hah şöyle ana. Sen bize akıl verecekken biz mi sana akıl vereceğiz? Kaç kez söyledim toparla kendini ana ne olur. Üzme bizi. Senin bu haline çok üzülüyoruz.
-Üzülmeyin, sizin üzülmenize dayanamam.
Gülşah da evin kapısını açarak dışarı çıktı.
-Ana, ben koyunları yaylıma çıkarıyorum. Uzağa gitmem, yakınlarda yaylıma götüreceğim.
Feride kadın, cevap vermedi sadece başını salladı.
Xxx
Çopurların Cengiz, köyün meydanında attan indi. Meydanda oyun oynayan çocuklara Topal Ömer’in evini sordu. Meydandaki dut ağacına atını bağladı. Yem torbasını başına taktı. Çocuklardan bir tanesi evi gösterdi. Çocukla birlikte evin çevirme kapısını açarak içeri girdiler. Topal Ömer, karısı Kezban ile çardakta oturuyordu. Cengiz “selam” verdi. Selamı alan Topal Ömer:
-Buyurun.
-Ömer emmi, ben Haviyana’dan geliyorum.
-Buyur evladım, hoş geldin.
-Hoş bulduk.
-Gel otur.
-Ali’yi görmem lazım.
-Hayırdır.
-Hayır hayır. Gelininiz ondan bir şey istedi onu Ali’ye söylemek için geldim.
-Ali, kasabaya gitti evladım. Ne söyleyeceksen bize söyle.
-Ali’ye söylemem için sıkı sıkı tembihledi emmi.
-Yavrum, biz Ali’nin anası babasıyız, Ali’nin bizden gizli bir şeyi olmaz, bize söyleyebilirsin.
-Bilmem ki emmi.
-Söyle söyle.
-Şey… Gülşah, gelin olarak bineceği atın Zermut’taki gölde yıkanmasını istiyor.
-O da nereden çıktı?
-Bilmem emmi, bana söyledi, ben de geldim size söyledim.
-Anladım evladım. Aç mısın?
-Yok emmi, kahvaltımı yaptım yola çıktım.
-Yengen çay koysun sana.
-Sağol emmi, benim köyde öğleden sonra biraz işim var. Köye dönmeliyim.
-Sen bilirsin evladım. Çok sağol. Babana selam söyle.
Çopurların Cengiz, geldiği gibi geri döner. Atını bağladığı dut ağacından çözer. Bindiği gibi “deh” der ve köyden hızla çıkar. Şimdiden Gülşah’a ne diyeceğini düşünmeye başladı.
Topal Ömer ile Kezban hatun Cengiz ayrıldıktan sonra bir süre konuşmadılar. Topal Ömer, başını iki yana sallıyor, kendi kendine “nereden buldu bu kızı, nereden buldu bu kızı?” sorusunu soruyor, ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu.
-Kezban hatun bu kız nasıl bir kız? Bir türlü şartı şurtu bitmiyor. Ne yapacağız bu kız ile?
-Ne yapacağız da ne demek? Sen ne dedin, Ali’yi evlendirdikten sonra köyü ona bırakıp biz ikimiz kasabaya yerleşeceğiz demedin mi?
-Dedim.
-O halde niye düşünüyorsun? Onları evlendirdik mi bir gün bile durmaz, kasaba ineriz.
-Doğru dersin, varsın ne halleri varsa görsünler.
-Hah şöyle… Çay içer misin?
-Çay mı yaptın?
-Yaptım tabi. Nerede ise gelir.
-Kim?
-Kim olacak muhtar İhsan.
-Doğru dersin her gün gelirdi bugün gelmedi.
-Geliyor, geliyor. Başladı öksürmeye. Öksürmesine bir şey demiyorum da şu burnunu çekmesi sinir ediyor beni.
-O da onun alışkanlığı… Has adamdır… Ehli namus… İyi komşu da.
-Orası öyle. Gelsin de çayları öyle doldurayım.
-Doldur Kezban abla ben geldim. Senin yaptığın çayı bu köyde yapan yok. Bizimkine hep söylüyorum, şu Kezban abla ile bir konuş yaptığı çay neden böyle güzel oluyor diye ama bir türlü yollayamadım onu yanına.
-Bir şey diyecektim ama darılırsın. Gel otur ben getireyim çayları.
(Devamı var)