Kasabadan getirdiklerini kapının önüne attan yıkan çoban Ali, babası ile anasının yüzünü asık görünce yine bir şeylerin olduğunu anladı. Düğün için aldıklarını eve taşıdıktan sonra anasının yanına geldi, oturdu.
-Her şeyi aldın mı oğul?
-Aldım ana.
-Düğün için bir eksiğimiz kalmadı o zaman?
-Kalmadı ana. Her şey tamam.
-Tamam değil, dedi Topal Ömer.
Kısa süren bir sessizlik oldu, birbirlerine baktılar.
-Ne kaldı ki baba?
-Ne kalacak, senin o çok sevdiğin ve değil köyümüzün, değil çevre köylerin, bu yörede öyle güzel bir kızın bulunmadığı sevgilin yeni bir şart daha sürdü ileri.
-Şart mı, ne şartı?
-Gelin olarak bineceği atın Zermut’taki gölde yıkanmasını istedi. Yıkanmayan ata gelin olarak binmem diye haber yollamasın mı?
-Binmezse yürüme gelir baba, niye canını sıkıyorsun?
-Tövbe tövbe, ne demek yürüyerek gelir? Bize yakışır mı? Bir at bulamadılar da dünya güzelini yürüttüler demezler mi?
-Desinler ana.
-Olmaz oğul, sen muhtar İhsan’a atı teslim et ve söyle gelsin.
-Olur baba.
-Aman onu çağırma Topal Ömer, Ali atı istesin. Gene burnunu çekecek, boğazını temizlemesine dayanamıyorum. Hele o “hırt hırt” ederek burnunu çekmesine.
-Bu seferlik de katlan Kezban hatun. Çay koy sen. Sen içeride oturursun.
-Adam daha yeni içti çayları da gitti. Bir saat ya oldu olmadı. Yine çay mı demleyeceğim?
-Bilirsin ona çay ikram et, canını al.
-Kahvehane var oraya gitsin.
-“Kezban abla senin yaptığın çayı bu köyde kimse yapamıyor” deyip seni övüyor daha.
-Batsın onun övmesi.
Xxx
Gülşah’ın ileriye sürdüğü şartlar köyden köye çalkalanıyordu. Çeşme başında toplanan kızlar hep onu konuşuyordu. Kovalar boştu, bir türlü doldurup çeşmeden ayrılmıyordular. Duyan kızlar çeşmeye geliyordu. Cami Mahallesindeki çeşmenin sesi duyulmuyordu, kızların kendi aralarında konuşmalarından.
-Evdeki eşyaları taksim etmiş.
-Kendine düşenleri torbalara doldurmuş.
-Ne biçim kız bu. Zaten fakir fukaralar. Haviyana’dan buraya kap kaçak gelir mi?
-Sorma kız.
-Sanki gelin geleceği evde yokmuş gibi.
-Haviyana’dan bu köye ilk gelen gelin de değil.
-Çepni Mustafa’nın kızı bizim köye gelin geldi.
-Çok güzel de düğünü oldu.
-Çok da ehli namus.
-Evini evirip çeviriyor.
-Bağına, bahçesine sahip çıkıyor.
-Bu kız kime benzedi?
-Çok güzel ama, şartları bir türlü bitmiyor.
-Gölde yıkanmış ata binecekmiş.
-Gölde yıkanmamış at olursa ata binmem diye haber yollamış.
-Yürüsün gelsin.
-Yürüsün.
-He ya, yürüsün.
Xxx
Çoban Ali’de düğün günü yaklaştıkça heyecanı artıyordu. Çok sevdiği Gülşah’ına kavuşacağı için içi içine sığmıyordu. Muhtar İhsan’dan aldıkları ata kendisi, Mehmetlilerden aldığı ata da bir zamanlar kavgalı olduğu Kamil bindi. Zermut köyünün içinden hızla geçtiler. Öğlene yakın gölün yanındaydılar. Atlardan indiler. Kamil, kendi bindiği atı gölün kenarındaki ağaca bağladı. Sakin ve uysal olan muhtar İhsan’ın atı beklenmedik bir şekilde huysuzlaşmaya başladı. Ali, atın üzerindeki eyeri çözerek kenara koydu.
-Kamil yardım et. At huysuzlanmaya başladı. Bu böyle değildi ne oldu buna?
-Bilmem ki Ali, çok uysal ve sakin bir attır muhtar amcanın atı.
-Hele şu dizginleri tut. Ben heybeden getirdiklerimi çıkarayım.
Sabun ve kovayı çıkardıktan sonra atın dizginlerini eline alan Ali, atı göle doğru çekince birdenbire kişneyerek şaha kalktı. Ali zor zapt edebildi. At bir türlü göle girmiyor. Kişniyor. Şaha kalkıyordu.
-Ali, göle çekme. Ben kova ile su alayım atın üzerine atayım. Sen sabunla yıka.
-Tamam Kamil.
Kamil, gölden doldurduğu kovadaki suyu atın üzerine atınca, çiftelemeye başladı. Kişnedi, bir kez daha şaha kalktı ve Ali’nin tuttuğu dizginlerden kurtularak hızla geldikleri yola doğru dörtnala koşmaya başladı.
-Kaçırdık.
-Ben bir şey anlamadım Ali.
-Ben de.
-Mehmetalilerin atını yıkayalım.
-Olur çöz de getir.
Kamil, ağaca bağladığı atın yanına geldi. Eyerini çözdü, kenara bıraktı. Yularını çözerek eline aldı ve gölün kenarına doğru çekti. O da huysuzlaşmaya başladı.
-Biraz göle yaklaştır Kamil.
Kamil, yulara asıldı. At gelmemekte direniyordu.
-Sen tut, ben kova ile gölden su alıp atayım üzerine.
-Tamam.
Ali, kovayı gölden su doldurup yavaşça atın üzerine dökmeye başlayınca o da muhtarın atı gibi kişneyerek şaha kalktı, çiftelemeye başladı. Kamil’in tuttuğu yulardan kendini kurtararak dörtnala geldikleri yola doğru hızla koşmaya başladı. Kurşun atsan kavuşmayacakmış gibi koşuyordu.
Ali ile Kamil koşan atın arkasından baka kaldılar. Her ikisi de bir türlü anlam veremediler. Bu kadar uysal atlara ne oldu? Göle girmelerinden vazgeçtik, üstlerine su serpmemizle sanki kurşun yemiş oldular. Birbirlerine bir kez daha baktılar. Atlardan çözdükleri eyerleri omuzlarına aldılar, geldikleri yoldan geri döndüler. Yolda Zermut’tan nasıl geçeceklerini düşünüyorlardı.
-Kamil, bu şekilde köyden nasıl geçeceğiz? Başka yol var mı bildiğin?
-Yok Ali.
-Zermutlular, atlara hakim olamadılar diye arkamızdan gülecekler.
-Başa gelen çekilir.
Başları önlerinde köyün içerisinden geçen yola girdiler. Köy kahvehanesinin önü kalabalıktı. Köylüler, sanki onları bekler gibiydiler. Hallerinden anladılar. Pırpır Ali’nin kahvehanesinin önüne gelince durdular. Eyerleri kenardaki duvarın üzerine koydular.
-Pırpır Ali, çabuk çay getir.
-Hemen muhtar.
-Hele ne oldu anlatın? İki at buradan yıldırım gibi geçtiler. Nasıl kaçırdınız atları.
-Gölde yıkamak istedik. Göle sokamadık. Kovayla üzerlerine su atınca o uysal hayvanlar, kartal gibi havalanıp elimizden kurtulup kaçtılar.
-Allah Allah.
-Öyle muhtar.
-Bugüne kadar öyle bir şey olmadı. Hatta hayvanlar göle girmek için can atıyorlardı. Ne ise başka at getirir yıkarsınız.
-Yok muhtar. Daha gelemeyiz çünkü zaman kalmadı.
-İçin birer çay daha.
-Sağol muhtar, gidelim bakalım. İnşallah atlar köye gitmiştir. Yoksa vay geldi halimize.
Eyerleri yeniden omuzlarına aldılar, köyün çıkışına doğru yürüdüler. Önlerinde uzun bir yol vardı.
Xxx
Mehmetalilerin Hacı Ahmet, son buğday çuvalını öğüttükten sonra çıkan unu çuvala doldurdu. Ne olur ne olmaz diye değirmenin alt taşını indirdi, suyunu kesti. Kapıyı kilitledi. Oldukça yorgundu. Buğday sahibi bugün değirmene gelmeyince bütün iş ona kalmıştı. Değirmenle, ana yol arasındaki rampa yolu çıktı. Tam düzlemişti ki, dörtnala gelen atı önüne gelince durdu. Atın çıplak oluşuna anlam veremedi. Bunu benden eyeri ile birlikte almışlardı. Kamil de yok. Ne oldu acaba? Eyerin bağlantı kolonu kopup eyerle birlikte yere düşmesin Kamil? Kamil düşse bu at olduğu yere çakılır kalır, hiç kimse ona bir adım attıramaz. Peki ne oldu da böyle çıplak? Nasıl olsa anlarız. Çok yorgunum eve çıkıp dinlenmem lazım.
O önde, atı arkada yavaş yavaş Orta Mahalleye çıkan yola koyuldu. İlerlemiş yaşına karşın hala dinçti ama rampayı çıktıkça beli daha da kamburlaşıyordu. Cibirli’deki tarlasına varınca komşu ilke kendi tarlasını ayıran sinor taşına oturdu. Atı da durdu. Elini atına uzattı, başını okşamaya başladı. Ne oldu sana? Eyerin nerede? Yoksa üstündeki o Kamil’i düşürdün mü? Merakı gittikçe artıyordu ama yapacak bir şeyi yoktu.
-Fazla oturmayayım. Çok oturmak bana hiç de iyi gelmiyor. Ama bu at niye çıplak?
Elleriyle dizlerinden kuvvet alarak güçlükle ayağa kalkıp, doğruldu. Atının başını bir kez daha okşadı. Gözlerinden öptü. İki gözlü çeşmeye gelince durakladı. Ellerindekini yere bıraktı. Önce yüzünü yıkadı, sonra avuçları ile su içti. Hemen kenardaki bileği taşına oturdu. Çeşmeye baktı. Yapılışını bir türlü hatırlamıyordu. Ne zaman yapıldığını bilen de yoktu. Yontma taşla kemer halinde yapılı olan çeşmenin bazı taşları düşmüştü. “Tamir edilmesi lazım” dedi.
Atı da kana kana içti.
(Devamı var)