Kelkit'te bir köyün merkezine inen ayı günlerdir hem yerel hem de ulusal basına konu olmuştur.
Haberler gayet eğlenceli idi. Başrolde köye inen kocaman bir ayı olunca haber değeri yüksek olan bu olay halk tarafından ilgi ile karşılandı ve hayranlıkla izlendi.
Bu olayı sadece eğlenmek için izleyenlere bakınca son yıllarda boy gösteren ''sorgulamayan toplum hastalığının'' ne denli ileri derecelere ulaştığını göz ardı etmememiz gerektiğini düşünmekteyim.
Evet bir ayının bir köy yada herhangi bir yerleşim yerine inmesi ilginç ve ilgi çekici bir durumdur. Lakin ayı gibi kendini korumakta uzman olan bir hayvanın neden canını tehlikeye atarak bir yerleşim yerine indiğinin toplumun tamamına yakını tarafından sorgulanmaması daha da ilginç bir durumdur.
İnsan yada hayvan fark etmez bir canlının yaşam alanı bir başka canlı tarafından işgal edildiğinde işgale uğrayan canlı yaşam alanını terk etmek zorunda kalır.
Elbette bu konu'yu sadece Gümüşhane özelinde değerlendirmemek gerekir. Bu aslında ülkemizin daha da açarsak dünyamızın sorunudur.
Artan insan nüfusu ve bireylerin daha lüks içerisinde yaşama arzusu ne yazık ki dünyadaki doğal yaşam alanlarının her geçen gün biraz daha da azalmasına neden olmaktadır.
Bir örnek verecek olursak Avrupa da her yıl Berlin şehri büyüklüğünde bir alan imara açılıyor. Ülkemizde de aynı durum söz konusu; her geçen gün yeni alanlar imara açılıyor ve doğal yaşam alanları gün geçtikçe biraz daha daralıyor.
İnsanlar daha rahat ve daha lüks bir hayat sürmek adına belki de fark etmeden bir çok canlının sosyal yaşantısının son bulmasına neden oluyor.
Dünya ülkelerine baktığımızda doğal yaşam alanlarına ve yaban hayatına karşı hassasiyet gösteren ülke sayısının azlığı daha da endişe verici olmaktadır.
Ülkemizde başta madencilik faaliyetleri olmak üzere enerji sektöründeki gelişmeler ve anlamsızca yapılan dere ıslahlarının doğal yaşam alanları üzerindeki tehdidi her geçen gün biraz daha artırdığını söylemek mümkündür.
Gümüşhane özeline inecek olursak şehrimizde 50'yi aşkın taş ocağı faaliyet göstermektedir. Taş ocaklarının her birinin ortalama bir kilometrekarelik alandaki yaban hayatını tehdit ettiğini düşünür isek yaklaşık elli kilometrekarelik alanda artık yaban hayatı sosyal yaşantısını sürdüremeyecek durumdadır.
Üretimde olan üç , arama faaliyetlerine devam eden onu aşkın maden işletmesinin toplamda yaklaşık elli kilometrekarelik bir alanı işkal ettiğini ve bunları takip eden hidro elektrik santrali şantiyeleri ile yol şantiyelerini de hesaba kattığımızda şehrimizin yüzölçümünün yaklaşık %5'lik kısmında yaban hayatının sosyal yaşamını bozucu faaliyetlerde bulunulduğunu açıkça görmekteyiz.
Yaban hayatını tehdit eden bir diğer unsur da dere ıslahlarıdır. Kilometrelerce uzunlukta inşa edilen dar ve derin kanallar bir yandan yaban hayvanlarının kilometreler boyunca temiz suya ulaşımını engeller iken bir yandan da kilometrelerce uzunluktaki güzergahta derenin karşısına geçememelerine neden olmaktadır.
Taşkın riski olmayan derelere taşkın koruma tesisi yapılması akıllarda soru işareti oluşmasına neden olduğu gibi yapılan taşkın koruma tesislerinde hayvan geçişlerinin bırakılmaması ve hayvanların suya erişiminin sağlanmamış olması ayrı bir merak konusudur.
İşin aslı her geçen gün daralttığımız doğal yaşam alanları ve köşeye sıkıştırdığımız yaban hayatıdır.
Şimdi size şu soruyu sormak istiyorum;
Acaba ayılar mı bizim yaşam alanımıza indi, yoksa biz mi onların yaşam alanına çıktık.
Taktir sizlerin.
Her canlının Allahın ona verdiği fıtrata uygun bir yaşam alanında yaşayabilmesi temennisi ile,
Sağlıcakla kalın.
İşgal Eden Ayı mı Yoksa İnsan mı ?
Paylaş