Günümüzde fakirlik kültürü; 'gecekondu insanının bir yaşam biçimi ve dünya görüşü' olarak tanımlansa da, gerçekte ne olduğuna dair birçok çalışma ve onu ölçebilmek için üretilmiş bir yığın kategori, tanım ve bilgi vardır. Mutlak fakirlik, göreceli fakirlik, yeşil kart, açlık sınırı bu ölçeklerden bazılarıdır. Sizleri istatistik ve rakamlarla fazla yormadan ve bu kriterlere de girmeden yakın geçmişimizde Anadolu insanının fakirlik kültürünü nasılda bir yaşam biçimine dönüştürdüğünü anlatacağım.
Dünyaya gelen bir insanın yaşamı, doğduğu coğrafyanın siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik şartlarına göre değişir. Örneğin Avrupa, ABD, kanada gibi gelişmiş ülkelerde dünyaya gelen bir insanla; Türkiye gibi tarihi savaşlarla ve terör mücadeleleriyle geçmiş, bir ülkede dünyaya gelmek arasında büyük farklılıklar vardır. Gelişmiş ülkelerdeki insanların yaşam standartları ile bu tür ülkelerdeki insanların yaşam standartları aynı değildir.
Özellikle Anadolu’nun yakın geçmişindeki fakirlik kültürüne baktığımızda, savaşlar , terör yada bölgeler arası sosyoekonomik farklılıklardan bahsedebilirsiniz. Her ne sebeple olursa olsun fakirlik, özellikle kurtuluş savaşı yıllarında ve sonrasında Anadolu da hep başka türlü yaşanmıştır. Çünkü, Anadolu’da fakir olmak, doktor yüzü görmeden doğmak-doğurmak, aşısız bebek olmak, süt içemeden geçen bir çocukluk yaşamak, okula gidememekti. Anadolu da fakir olmak hep güdük hep küçük kalmak, zayıf bir direnç sistemiyle yaşamaktı. Anadolu da fakir olmak geceleri su içip yemek yermiş gibi yapıp aç yatmaktı. Ya da temizlesen de temizlenmesi bitmez bir evde yaşamaktı. Anadolu da fakir olmak, yarın nasıl geçebilir hakkında bir fikir sahibi olmamaktı.
Bir halk düşünün, vatanı uğruna aç kalmış, susuz kalmış, evsiz barksız kalmış bir halk. Ve her defasında, Bayrağın gölgesine sığınmış. Böyle yaşayıp, böyle ölmeyi tercih etmiş. En büyük varlığı ve zenginliği olarak vatanını görmüş. İşte böyle bir halkın hikayesini, bir köylünün, Atatürk’e verdiği şu kısa cevapta da görebilirsiniz.”Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bile derinden etkileyen olay şöyle gelişmiştir.
“Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
-Bu köşk kimin?
-Kirkor’un...
—Ya şu koca bina?
Yargo’nun...
—Ya şu?
-Salomon’un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:
-Biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam.
Atatürk bu anısını naklederken:
-Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu aksakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu”
Hakikaten tarihimiz sayısız savaşlarla dolu ve Anadolu insanı bu savaşlardan başını kaldırıp ne memleketini imar edebilmiş, ne de kendilerini refaha kavuşturmuştur. Hikayede anlatıldığı gibi onlar savaşlarını yaparken, askere alınmayan gayri Müslimler de zenginleşmişlerdir.
Aslında bilinen ve kabul edilen en temel gerçek, hangi ülkede doğarsa doğsun her insan, hür ve onurlu bir şekilde yaşama hakkına sahip olduğu gerçeğidir.Bir Fransız yazar, “Ben Fransızım; Fransa'yı elbette çok severim. Hatta taparcasına severim. Ama Fransa beni aç bırakırsa onu satarım.” diyerek , aziz olan canını korumak amacıyla neler yapabileceğini, hiçbir yoruma gerek kalmayacak biçimde ortaya koyuyor. Belki de en doğrusu Fransızın yaptığı tespit ama Anadolu insanı tercihini açlık ve fakirlikten yana kullanıyordu.
Selam ve Sevgiler…
Dünyaya gelen bir insanın yaşamı, doğduğu coğrafyanın siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik şartlarına göre değişir. Örneğin Avrupa, ABD, kanada gibi gelişmiş ülkelerde dünyaya gelen bir insanla; Türkiye gibi tarihi savaşlarla ve terör mücadeleleriyle geçmiş, bir ülkede dünyaya gelmek arasında büyük farklılıklar vardır. Gelişmiş ülkelerdeki insanların yaşam standartları ile bu tür ülkelerdeki insanların yaşam standartları aynı değildir.
Özellikle Anadolu’nun yakın geçmişindeki fakirlik kültürüne baktığımızda, savaşlar , terör yada bölgeler arası sosyoekonomik farklılıklardan bahsedebilirsiniz. Her ne sebeple olursa olsun fakirlik, özellikle kurtuluş savaşı yıllarında ve sonrasında Anadolu da hep başka türlü yaşanmıştır. Çünkü, Anadolu’da fakir olmak, doktor yüzü görmeden doğmak-doğurmak, aşısız bebek olmak, süt içemeden geçen bir çocukluk yaşamak, okula gidememekti. Anadolu da fakir olmak hep güdük hep küçük kalmak, zayıf bir direnç sistemiyle yaşamaktı. Anadolu da fakir olmak geceleri su içip yemek yermiş gibi yapıp aç yatmaktı. Ya da temizlesen de temizlenmesi bitmez bir evde yaşamaktı. Anadolu da fakir olmak, yarın nasıl geçebilir hakkında bir fikir sahibi olmamaktı.
Bir halk düşünün, vatanı uğruna aç kalmış, susuz kalmış, evsiz barksız kalmış bir halk. Ve her defasında, Bayrağın gölgesine sığınmış. Böyle yaşayıp, böyle ölmeyi tercih etmiş. En büyük varlığı ve zenginliği olarak vatanını görmüş. İşte böyle bir halkın hikayesini, bir köylünün, Atatürk’e verdiği şu kısa cevapta da görebilirsiniz.”Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü bile derinden etkileyen olay şöyle gelişmiştir.
“Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
-Bu köşk kimin?
-Kirkor’un...
—Ya şu koca bina?
Yargo’nun...
—Ya şu?
-Salomon’un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:
-Biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam.
Atatürk bu anısını naklederken:
-Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu aksakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu”
Hakikaten tarihimiz sayısız savaşlarla dolu ve Anadolu insanı bu savaşlardan başını kaldırıp ne memleketini imar edebilmiş, ne de kendilerini refaha kavuşturmuştur. Hikayede anlatıldığı gibi onlar savaşlarını yaparken, askere alınmayan gayri Müslimler de zenginleşmişlerdir.
Aslında bilinen ve kabul edilen en temel gerçek, hangi ülkede doğarsa doğsun her insan, hür ve onurlu bir şekilde yaşama hakkına sahip olduğu gerçeğidir.Bir Fransız yazar, “Ben Fransızım; Fransa'yı elbette çok severim. Hatta taparcasına severim. Ama Fransa beni aç bırakırsa onu satarım.” diyerek , aziz olan canını korumak amacıyla neler yapabileceğini, hiçbir yoruma gerek kalmayacak biçimde ortaya koyuyor. Belki de en doğrusu Fransızın yaptığı tespit ama Anadolu insanı tercihini açlık ve fakirlikten yana kullanıyordu.
Selam ve Sevgiler…