Kişinin şahsiyeti öncelikle ortaya koyduğu eserden bellidir. Bu eser bazen bir kitap bazen bir tiyatro eseri, bazen ilmi buluş, bazen bir icat, bazen bir spor alanında başarı, çağdaş ve uygar bir devlet kurma, bazen de yaşam tarzıdır.
Kendi olmayı başaran, kendi beyniyle hareket eden kişiler; yapıp ettiklerinde örnek olurlar. Kendi beyniyle düşünebilenler, her zaman ve zeminde üretken, kendinden emin kişilerdir.
Düşünen kafa, yalnız kendini mi bilir? Elbette hayır! Özünün yanında ailesini; dünya milletlerini ve geçirdikleri aşamaları, Doğu medeniyetinin tarihi ve kültürel mirasının yanında Batı uygarlığını… O, ne körü körüne Doğu medeniyetinin savunucusu ne de Batı medeniyetinin… Beynini kullanan kişinin en büyük mahareti, olayların temeline ilişkin derin bakışıdır. Bu derin bakış, ona olayların sonucuna ilişkin öngörülerde bulunmayı, sebep sonuç ilişkisi kurabilmeyi sağlar.
Böyle bir aydın, taassuba ve taklitçiliğe düşmez. İçine düşülen buhranın boyutu ne olursa olsun huzura erişmeleri kolaydır. Çünkü şahsiyet sahibidirler. Doğuştan sahip oldukları zekâları, dini ve milli hisleri, meziyet ve hislerinin gelişmesi yolunda büyük meseleleri tahlil edebilecek kadar olgunluğa erişmişlerdir.
Osmanlı Türk devletinin son asrında, 19 Şubat 1864’te, dünyaya gelen Mehmet Halim Paşa bu aydınların başında gelir. Asaleti atasında gelmektedir. Dedesi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’dır. (1769-1848). Babası ise Vezir Halim Paşa’dır (1830-1894).
Sait Halim Paşa, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca öğrendi. İlköğrenimini İstanbul’da tamamladı. Sonra İsviçre’ye gönderildi. Zekâsı ile dikkat çeken Halim Paşa, burada Siyasal İlimler okudu. İstanbul’a dönünce 24 yaşında (1888) iken Sultan Abdülhamit tarafından (Danıştay) Devlet azalığına atandı. Daha sonra Maliye Dairesi’ne görevlendirildi. Bu görevinde de başarılı oldu ve ödüllerle taltif edildi. Yaşı 36 idi.
Mirimiranlık, mecidi, Osmani nişanı gibi rütbelerle onurlandırıldı. 1900 yılının Eylül’ünde Rumeli Beylerbeyliği payesine yükseltildi. Her geçen gün temelleri çatırdayan Devlet-i Âli Osman’ın kurtuluşu için canla, başla çalışmıştı. Bilgisi, hizmet aşkı, vatana ve millete sadakati en üst düzeydeydi.
Sultan Abdülhamit Döneminde ne yazık ki onun gibi yüzlerce devlet adamı, aydın kaynağı belirsiz jurnallerle devlet işlerinden uzaklaştırıldı. Sait Halim Paşa’nın evinde “Muzır evrak” ihbarı yapıldı. Hürriyetçi yayınlar ve sakıncalı eserlere bir de silah ihbarı yapılmıştı. Jurnalciler, evi didik didik etmiş; fakat ne muzır neşriyat ne de silah bulunabilmişti. Yine de takibe alındı. Bu takip Abdülhamit’in istibdat dönemiyle izah edilmişti.
Kendi gibi bir aydın olan kardeşi Abbas Halim Paşa’yla birlikte Mısır’a sürüldü. Çileli hayat başlamıştı. Mısır’da fazla duramadı ve Avrupa’ya geçti. Yıl 1903’tü.
Sürgün yılları onu İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tanıştırdı. Türkiye’de Hürriyetçilere maddi ve manevi olarak destekte bulundu. Yurt dışında faaliyet gösteren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı Padişahı Abdülhamit aleyhinde bir metin yayınlama girişimine itiraz etmiş ve şu gerekçeyi ifade etmiştir:
“Padişahın hilafet sıfatı dolayısıyla bu yayının, cemiyet aleyhine olacağını düşünüyorum.”
Bu karşı çıkış Cemiyet tarafından da makul bulunmuş ve metin yayından çekilmiştir. Sultan Abdülhamit onu her ne kadar yanlış jurnallerle fişleyip vatandan sürse de o aydınlığını göstermiştir. Devlet-i ebet müddet anlayışı onu kişisel hırslarından uzaklaştırmıştır.
1908’de meşrutiyet ilan edilince değeri anlaşılmış ve tekrar Ayan Meclisi azalığına tayin edildi. Aynı yıl, Darüşşafaka (Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye) idare meclisi azalığına seçildi. Bu sırada Milli Şair Mehmet Akif Ersoy ile tanıştı ve dost oldu. Sırat-ı Mustakim ile ilk yazısını okurlarına sundu. Yıl 1910 idi.
Vatan için, Türk milleti için dur durak bilmiyordu. 1909 yılında Selanik’te yapılan İttihat ve Terakki kongresine katıldı. 1912 yılında ilk meclisin feshedilmesinden sonra Şûrâ-yı Devlet’e başkan tayin edildi.
1910 Balkan Savaşları ve 1911 Trablusgarp Savaşı sonrası Türk devleti ile Avrupa (İtalya) arasında yapılan görüşmelerde önemli görevler üstlendi. Olağanüstü gayret göstererek 21 Temmuz 1913’te Edirne’yi düşmana kaptırmadı. 1913’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin genel başkanlığına seçildi.
Bu süreç içerisinde devlet kademesine çok seçkin kişiler girmeye başladı. Örneğin Talat Paşa, Enver Paşa, Cavit Bey ve Şeyhülislam Hayri Efendi gibi üst düzey yöneticiler devlette söz sahibi oldu.
Bu dönemde geçmişe yönelik jurnaller incelenmiş ve korkunç gerçekler göz önüne serilmiştir. Pek çok Türk aydını bu jurnallerde fişlenmiş, öldürülmelerine yönelik bilgiler tespit edilmişti. Bu korkunç gerçekler, gizlice yakılmış ve ortadan kaldırılmıştır. Jurnallerin altından iç ve dış düşmanlar çıkmaktaydı. Ermeni lobisi görevini iyi yapıyordu. İngiliz oyunu ve basiretsiz yöneticilerin devlet kademesine gelmesiyle işler tam tersine dönmüştür.
8 Mart 1919’da Damat Ferit Paşa sadrazam (Başbakan) olunca 66 ileri düzey devlet adamı tutuklandı. Ermeniler, tehciri gerekçe göstererek pek çok yerde kargaşa, propaganda yapmaya başladı. Özellikle Avrupa bu yaygaranın mekanıydı. Aciz devlet mantığıyla yöneticiler bir kurban seçip Ermeni lobisini mutlu etme derdine düşmüştü. Bu amaçla Yozgat, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, 10 Nisan’da Beyazıt Meydanında canice idam edildi. Bunu yapan bizzat Devlet-i Âli Osman’dı.
28 Nisan 1919’da Sait Halim Paşa ve Ziya GÖKALP ne yazık ki Divan-ı Harp’te idamla yargılanmaya başlandı.
15 Mayıs 1919’da Avrupa’nın ileri iti olan Yunan, İzmir’i işgal için İstanbul’daki Rum ve Ermenileri tahrik etmeye başlamıştı. İngilizler, Mondros ve sonra da Malta adasına yüzlerce aydınımızı (140 kadar aydın) hapsetmişlerde.
Bu aydınların arasında kimler vardı? Şöyle bir bakacak olursak en belirgin olanlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Abbas Halim Paşa, Şeyhülislam Hayri Efendi, Medine Kumandanı Fahrettin Paşa, Rauf Orbay, Süleyman Nazif, Refet Paşa, Fethi Okyar, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Emin Yalman, Şükrü Kaya, Büyük fikir adamı Ziya GÖKALP, Kel Ali, Aka Gündüz ve Kuşçubaşı Eşref Beyler… Ve daha nice aydın…
Bu kadar değerli aydın olursan sonuç ne olur? Elbette suikast… Ermeni komiteciler -İngilizlerin alçak siyaseti neticesinde- bütün ömrünü vatana, Türk milletine adayan Talat Paşa’yı 15 Mart 1921’de Berlin’de; aklı ve gönlüyle gerçek bir Türk aydını ve devlet adamı olan büyük mütefekkirimiz Sait Halim Paşa’yı da 5 Aralık 1921’de Roma’da şehit ettiler. Şehit olduğunda 57 yaşındaydı.
“Rûhunu şâd eylesin Rabbi Mecîd
Dâr-ı gurbette şihîd oldu Sa’îd”
Üsküdarlı Talat Bey
Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.