Yıl 1970’li yılların ikinci yarısı. Gidenlerin gurbet dönüşlerini beklediğimiz yıllardı o zamanlar. Tezeklerle tozu dumana verilmiş tandırın isi vurmuştu al yanaklarımıza. Toprak damlı yoksul evlerimizde beş numaralı gaz lambasının isi altında düşlere yatardık. Gözelerinden abı hayat içer, kuzu otlatırdık dağlarında. Kan ter içinde biçilen otları tırmıklar, öküz arabasına yükler ve o tekerlerin muhteşem melodisini dinleyerek mereklere getirir doldururduk. Her şeye rağmen mutluyduk ve en önemlisi umutluyduk.
Rahmetli Kor Fayık’ın emektar çift kabin kamyonu Gümüşhane Salı Pazarı’ndan henüz genleriyle oynanmamış kasa kasa domates getirirdi. Tozlu yollarda Fayık Emmi’nin gelişini beklerdik. Domatesi tandır lavaşına katık yapınca değmeyin keyfimize ya o misal. Karpuzlarda böylesi hormonlu değildi tabi ki. Her şeyin kendine öz has bir tadı vardı.
Yokluk ve yoksulluğun kader diye alnımıza karaladığı yazıya inat yamalıda olsa tertemiz elbiselerimizle karşılardık bayramları. O zamanlar herkes eşitti. Kimsenin bir diğerinden üstünlüğü yoktu. Aç isek hepimiz aç, tok isek hepimiz tok idik.
Her şey bayram tadındaydı besbelli ya da bize öyle gelirdi. Demirören Köy Camisi’nde hoca hep güzel şeylerden bahsederdi. Kardeşlikten, paylaşmaktan, dostluktan ve en önemlisi de sevgiden. Yani bugün bizde olmayan o güzel hasletlerimizden. Geniş bir halka olurdu camiinin orta yerinde. Büyüklerimiz en başta diğerleri yerli yerinde. Halka bitmek bilmezdi. Küçükler büyüklerinin ellerinden öperken büyükler saçlarını okşardı çocukların. Dünyanın belki de en önemli bir dayanışmasıydı bu manzara bizler için.
Ve ardından camii cemaati dağılmadan köy mezarlığına yürürdük. Hoca Yasin-i Şerif’i okurken bizler huşu içinde ellerimizi kaldırırdık Rabbimize. Hep birlikte amin sesleri ile yankılanırdı köyümüz. Bugün hayatta olmayanlarla birlikte çok önceleri bu hayata elveda diyenlere rahmetler gönderiyorduk.
Sonrasında öbek öbek dağılırdık köyün içine. Bayramını kutlardık hastaların, yaşlıların ve hemen herkesin. Naylon poşetlerimiz ağzına kadar şeker ve lokumlarla dolup taşardı. Nadirde olsa harçlık da verirlerdi bize. O zaman Rahmi Emmi’nin köhne bakkalına doluşuverirdik. En sevdiğimiz şeylere uzanırdı minik ellerimiz. Gaz, lastik, lokum, şeker ve bisküvi kokularının sentezi ne de hoştu aman Allah’ım.
Ve şimdi 36 yıl sonra yine bir bayram arefesindeyim. Köy aynı köy, her şey yerli yerinde. Eski toprak damlı evlerin yerinde betonarme süslü evler var. Ancak o eski ruhu ara ki bulasın. İş olsun diye adet yerini bulsun diye doluyor herkes camiye. Herkesin yüzünde sahte bir tebessüm. Çocuklar farklı, büyükler farklı.
Evleri de dolaşmıyor çocuklar. Büyüklerimiz iş olsun diye uğruyorlar mezar başına. Bir sanal mutluluk dolaşıyor sanki köyümüzü. Evlerin kapıları kapalı değil yüreklere kilit vurmuşuz sanki. Usul usul uzaklaşıveriyoruz kendimizden, benliğimizden ve DE değerlerimizden.
35 yıldır ne değişti ki? Biz biz değiliz artık. Biz kimiz peki? Ne diyelim sevgili dostlar bayramı(m)nız bayram ola.
Rahmetli Kor Fayık’ın emektar çift kabin kamyonu Gümüşhane Salı Pazarı’ndan henüz genleriyle oynanmamış kasa kasa domates getirirdi. Tozlu yollarda Fayık Emmi’nin gelişini beklerdik. Domatesi tandır lavaşına katık yapınca değmeyin keyfimize ya o misal. Karpuzlarda böylesi hormonlu değildi tabi ki. Her şeyin kendine öz has bir tadı vardı.
Yokluk ve yoksulluğun kader diye alnımıza karaladığı yazıya inat yamalıda olsa tertemiz elbiselerimizle karşılardık bayramları. O zamanlar herkes eşitti. Kimsenin bir diğerinden üstünlüğü yoktu. Aç isek hepimiz aç, tok isek hepimiz tok idik.
Her şey bayram tadındaydı besbelli ya da bize öyle gelirdi. Demirören Köy Camisi’nde hoca hep güzel şeylerden bahsederdi. Kardeşlikten, paylaşmaktan, dostluktan ve en önemlisi de sevgiden. Yani bugün bizde olmayan o güzel hasletlerimizden. Geniş bir halka olurdu camiinin orta yerinde. Büyüklerimiz en başta diğerleri yerli yerinde. Halka bitmek bilmezdi. Küçükler büyüklerinin ellerinden öperken büyükler saçlarını okşardı çocukların. Dünyanın belki de en önemli bir dayanışmasıydı bu manzara bizler için.
Ve ardından camii cemaati dağılmadan köy mezarlığına yürürdük. Hoca Yasin-i Şerif’i okurken bizler huşu içinde ellerimizi kaldırırdık Rabbimize. Hep birlikte amin sesleri ile yankılanırdı köyümüz. Bugün hayatta olmayanlarla birlikte çok önceleri bu hayata elveda diyenlere rahmetler gönderiyorduk.
Sonrasında öbek öbek dağılırdık köyün içine. Bayramını kutlardık hastaların, yaşlıların ve hemen herkesin. Naylon poşetlerimiz ağzına kadar şeker ve lokumlarla dolup taşardı. Nadirde olsa harçlık da verirlerdi bize. O zaman Rahmi Emmi’nin köhne bakkalına doluşuverirdik. En sevdiğimiz şeylere uzanırdı minik ellerimiz. Gaz, lastik, lokum, şeker ve bisküvi kokularının sentezi ne de hoştu aman Allah’ım.
Ve şimdi 36 yıl sonra yine bir bayram arefesindeyim. Köy aynı köy, her şey yerli yerinde. Eski toprak damlı evlerin yerinde betonarme süslü evler var. Ancak o eski ruhu ara ki bulasın. İş olsun diye adet yerini bulsun diye doluyor herkes camiye. Herkesin yüzünde sahte bir tebessüm. Çocuklar farklı, büyükler farklı.
Evleri de dolaşmıyor çocuklar. Büyüklerimiz iş olsun diye uğruyorlar mezar başına. Bir sanal mutluluk dolaşıyor sanki köyümüzü. Evlerin kapıları kapalı değil yüreklere kilit vurmuşuz sanki. Usul usul uzaklaşıveriyoruz kendimizden, benliğimizden ve DE değerlerimizden.
35 yıldır ne değişti ki? Biz biz değiliz artık. Biz kimiz peki? Ne diyelim sevgili dostlar bayramı(m)nız bayram ola.