Bir düğüm misali bağlandı yıllar
Yüreği beyhude atar bu şehir
Uzadıkça uzar gitgide yollar
Gurbeti hasrete katar bu şehir
İsmail HAYAL
Her şeye rağmen ata yurdu hasreti gönle dolunca en uzak gurbetler vuslat trenine biner ve mesafeler asır gibi gelir insana. Ardında tükenirken mesafeler önünde kısalıyor hasretler. Ve sanki bir el ötelerden sana gel gel der. Yıllardır gittiğin iklimlerin yağmurlarında ıslandığın yeter hesabı sorgular beynini. Çimdiğin dereler, kuzu beklediğin dağlar, abıhayat yudumladığın gözeler seni bekliyordur yıllardır. Belki de evlatların dede yurduna hasrettir ama sen bilemezsin.
Heybeti maziden bir deli yazı
Harşit yüreğimde amansız sızı
Menzile varmaktır yarından tezi
Çağırgan Baba’yla yatar bu şehir
Bereketli topraklar yetmez olunca insana heybeni vurup çıkmıştı ataların. Ve ardına bakmadan kat etmişti, mesafeleri. Alamanya acı vatan, İstanbul mekânları olmuştu. Horoz sesiyle uyananlar simsiyah bir dumanın esaretinde makine sesleri ile uyanıyorlardı artık. Ezan sesine alışık kulaklar çan seslerine alışmak zorundaydı belki de. Ve yıllar geçtikçe çocukların uzaklaşmaya başlamıştı senden, ailenden, kültüründe ve öz değerlerinden. Adını Mehmet ile Ayşe koyduğun evlatların bir başka kültürün yozlaşmış lağım kanallarında kaybolmaya başlamıştı.
Kuşakkaya yaslı Canca’da hüzün
Nedendir varmıyor menzile sözüm
Elbette toprağa dönecek yüzüm
Bağrıma her gece batar bu şehir
Ve her gece rüyalarına Gümüşhane silueti girmeye başlamıştı. Canca, Kuşakkaya, Zigana ve diğerleri. Uçsuz bucaksız çayırlar, söğütler, merekler, tezekler, öküz arabaları. Ve her sabah gözyaşlarıyla uyanıyordun düşlerinden. Artık kahretmeye başlamıştın. Yeter artık bitsin bu hasret diyordun. Ve Gümüşhane ismi bile burun deliklerini sızlatmaya yetiyordu.
Bağlarında cennet kokusu güzel
Dallarında elma armudu özel
Hıfziya gönlümde döküyor gazel
Bazen de kaşını çatar bu şehir
Gerçi şimdi gelsen o eski Gümüşhane’yi bulabilir misin ondan da emin değilim. Konaklar virane, bağlarda hüzün. Ne elma ne de vişne kaldı dallarda. Yemyeşil bahçeler betonların istilasında artık. O pırıl pırıl akan Harşit’ten lağım kokuları geliyor artık. Mevsimler bile pusulasını kaybetti şimdi. Ne yağan kar kara benziyor, ne yağmur artık rahmet olarak dökülmüyor üstümüze.
Zigana yüreğim zemheri aşım
Yaylalar dumanlı efkârlı başım
Dikilir bir zaman besbelli taşım
Benim de elimden tutar bu şehir
Ama yinede bir zaman mezarım bu şehirde kazılacak. Ve Kemaliye Camii’nde kılınacak cenaze namazım. Demirören Köyü’nde dedemin ve babamın kucağında uyanacağımız o günde kalkmak üzere sırtımı vereceğim kara toprağa. Ve yıllar geçerek üzerimizden evlatlarımızın hasretiyle bekleyeceğiz belki yıllarca. Ya da mezarımızın yakınından geçenlerin bir Fatiha’sını bekleyeceğiz.
Hayali gözlerim en acı sözüm
Yabanlar el çekti köreldi gözüm
İbrahim misali kavruldu özüm
Tandırı sefalet tüter bu şehir
Yüreği beyhude atar bu şehir
Uzadıkça uzar gitgide yollar
Gurbeti hasrete katar bu şehir
İsmail HAYAL
Her şeye rağmen ata yurdu hasreti gönle dolunca en uzak gurbetler vuslat trenine biner ve mesafeler asır gibi gelir insana. Ardında tükenirken mesafeler önünde kısalıyor hasretler. Ve sanki bir el ötelerden sana gel gel der. Yıllardır gittiğin iklimlerin yağmurlarında ıslandığın yeter hesabı sorgular beynini. Çimdiğin dereler, kuzu beklediğin dağlar, abıhayat yudumladığın gözeler seni bekliyordur yıllardır. Belki de evlatların dede yurduna hasrettir ama sen bilemezsin.
Heybeti maziden bir deli yazı
Harşit yüreğimde amansız sızı
Menzile varmaktır yarından tezi
Çağırgan Baba’yla yatar bu şehir
Bereketli topraklar yetmez olunca insana heybeni vurup çıkmıştı ataların. Ve ardına bakmadan kat etmişti, mesafeleri. Alamanya acı vatan, İstanbul mekânları olmuştu. Horoz sesiyle uyananlar simsiyah bir dumanın esaretinde makine sesleri ile uyanıyorlardı artık. Ezan sesine alışık kulaklar çan seslerine alışmak zorundaydı belki de. Ve yıllar geçtikçe çocukların uzaklaşmaya başlamıştı senden, ailenden, kültüründe ve öz değerlerinden. Adını Mehmet ile Ayşe koyduğun evlatların bir başka kültürün yozlaşmış lağım kanallarında kaybolmaya başlamıştı.
Kuşakkaya yaslı Canca’da hüzün
Nedendir varmıyor menzile sözüm
Elbette toprağa dönecek yüzüm
Bağrıma her gece batar bu şehir
Ve her gece rüyalarına Gümüşhane silueti girmeye başlamıştı. Canca, Kuşakkaya, Zigana ve diğerleri. Uçsuz bucaksız çayırlar, söğütler, merekler, tezekler, öküz arabaları. Ve her sabah gözyaşlarıyla uyanıyordun düşlerinden. Artık kahretmeye başlamıştın. Yeter artık bitsin bu hasret diyordun. Ve Gümüşhane ismi bile burun deliklerini sızlatmaya yetiyordu.
Bağlarında cennet kokusu güzel
Dallarında elma armudu özel
Hıfziya gönlümde döküyor gazel
Bazen de kaşını çatar bu şehir
Gerçi şimdi gelsen o eski Gümüşhane’yi bulabilir misin ondan da emin değilim. Konaklar virane, bağlarda hüzün. Ne elma ne de vişne kaldı dallarda. Yemyeşil bahçeler betonların istilasında artık. O pırıl pırıl akan Harşit’ten lağım kokuları geliyor artık. Mevsimler bile pusulasını kaybetti şimdi. Ne yağan kar kara benziyor, ne yağmur artık rahmet olarak dökülmüyor üstümüze.
Zigana yüreğim zemheri aşım
Yaylalar dumanlı efkârlı başım
Dikilir bir zaman besbelli taşım
Benim de elimden tutar bu şehir
Ama yinede bir zaman mezarım bu şehirde kazılacak. Ve Kemaliye Camii’nde kılınacak cenaze namazım. Demirören Köyü’nde dedemin ve babamın kucağında uyanacağımız o günde kalkmak üzere sırtımı vereceğim kara toprağa. Ve yıllar geçerek üzerimizden evlatlarımızın hasretiyle bekleyeceğiz belki yıllarca. Ya da mezarımızın yakınından geçenlerin bir Fatiha’sını bekleyeceğiz.
Hayali gözlerim en acı sözüm
Yabanlar el çekti köreldi gözüm
İbrahim misali kavruldu özüm
Tandırı sefalet tüter bu şehir