“İman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder”
Bediüzzaman
Rabbime sonsuz şükürler olsun ki bizlere akıl ve sağlık verdi ve biz ona teşekkürümüzün bir nişanesi olarak ibadet ediyoruz. Ki O’nun bizim yaptığımız ibadetlere ihtiyacı olmadığı halde.
İbadetlerin en başında bizim günde beş vakit huzuruna vardığımız ve tabiri caizse O’nunla hasbıhal ettiğimiz dinin direği namaz gelmektedir. Ki o namaz buluğ çağına eren kız ve erkek her Müslüman’ın boynunun borcudur.
Borç olduğuna göre bizde borcumuzu O’na en güzel şekilde ifa etmek zorundayız. O’nun huzuruna vardığımızda ellerimizi tekbir için kaldırdığımızda elimizin tersi ile dünyanın tüm nimetlerini geri iterek sadece senin için ve senin huzuruna geliyorum diyoruz. Ama gel gör ki bizde olan tam tersi. Namaz kılıyoruz eyvallah ancak biz birazda kendimizi kandırıyoruz. Namaz kılan dünyadan soyutlanıp onun huzuruna endekslenmelidir. Yoksa bir şey unuttuğunuzda “namaza durayım nasıl olsa orda aklıma gelir” dememeliyiz.
Bundan birkaç yıl evvel namaz kılan yaşlı bir amcamızın önünden yanlışlıkla bir vatandaşımız geçmişti. Çarçabuk selamı veren yaşlı amca önünden geçen o vatandaşın ardından serzenişte bulunmuş ve bağırmıştı. Dışarıya çıktığımızda amcaya selam vererek şu kıssayı anlattım;
Bildiğimiz Mecnun var ya bu Leyla’nın aşkından deli divane olmuş çöllerde gezinirken yanlışlıkla namaz kılan bir kişinin önünden geçer. Çarçabuk selam veren o kişi Mecnun’un ardından; “Sen ne yapıyorsun, görmüyor musun ben burada namaz kılıyorum” diye başlamış bağırmaya. Mecnun geriye dönmüş ve o namaz kılana şöyle seslenmiş;
“Behey insan. Görmüyor musun ben sevdiğimin aşkından deli divane olmuşum. Gözüm ondan başkasını görmüyor. Peki, sen nasıl oluyor da sevdiğinin huzurunda beni görebiliyorsun?”
Camii’den çıkan amcanın gözleri doldu ve bana teşekkür ederek; “Doğru söyledin hemşerim, Allah senden razı olsun” dedi.
Evet, Ramazan ayı geldi. Orucumuzu biraz da oruç bizi tutarak tutmaya çalışıyoruz. Teravih namazlarımızı evlatlarımızla değişik camilerde huşu içinde eda edeceğiz. Ancak çok gördüğümüz bir iki husus var ki tekrar edecek olursak;
Camiye kokmuş çorap ve ter kokan elbiselerle gelmeyelim.
Namaza durmadan önce cep telefonları sessize alalım. Türkü, şarkı, horoz sesi, bebek sesi, it sesi, kedi sesi, su sesi, davul zurna, kemençe ve hatta ilahi bile olsa kimse cemaatin namazını ve huzurunu sabote edemez.
İftarda ve diğer aylarda akşam yemeğinde kimse soğan ve sarımsak yiyerek camiye gelmesin.
Ve kimse ıslak ve yalınayak ile camiye girmesin. Bizim başımızı koyduğumuz yerde senin ayağında olan mayasıl ve diğer hastalıklar önce halıya sonra bize bulaşmaktadır.
Cami’de normal kahve ağzıyla ve gürültülü bir şekilde muhabbet ederek diğer insanların huzur ve teatini kimsenin bozmaya hakkı yoktur.
Eski bir makalemde Kemaliye Camii’nin eski şadırvanında vatandaşın birinin teşkilatını avuçlayıp şadırvanda taharet almasını yazmıştım. Şimdi çok şükür modern bir şadırvana kavuştuk. Allah sebep olanlardan ededen razı olsun.
Bediüzzaman
Rabbime sonsuz şükürler olsun ki bizlere akıl ve sağlık verdi ve biz ona teşekkürümüzün bir nişanesi olarak ibadet ediyoruz. Ki O’nun bizim yaptığımız ibadetlere ihtiyacı olmadığı halde.
İbadetlerin en başında bizim günde beş vakit huzuruna vardığımız ve tabiri caizse O’nunla hasbıhal ettiğimiz dinin direği namaz gelmektedir. Ki o namaz buluğ çağına eren kız ve erkek her Müslüman’ın boynunun borcudur.
Borç olduğuna göre bizde borcumuzu O’na en güzel şekilde ifa etmek zorundayız. O’nun huzuruna vardığımızda ellerimizi tekbir için kaldırdığımızda elimizin tersi ile dünyanın tüm nimetlerini geri iterek sadece senin için ve senin huzuruna geliyorum diyoruz. Ama gel gör ki bizde olan tam tersi. Namaz kılıyoruz eyvallah ancak biz birazda kendimizi kandırıyoruz. Namaz kılan dünyadan soyutlanıp onun huzuruna endekslenmelidir. Yoksa bir şey unuttuğunuzda “namaza durayım nasıl olsa orda aklıma gelir” dememeliyiz.
Bundan birkaç yıl evvel namaz kılan yaşlı bir amcamızın önünden yanlışlıkla bir vatandaşımız geçmişti. Çarçabuk selamı veren yaşlı amca önünden geçen o vatandaşın ardından serzenişte bulunmuş ve bağırmıştı. Dışarıya çıktığımızda amcaya selam vererek şu kıssayı anlattım;
Bildiğimiz Mecnun var ya bu Leyla’nın aşkından deli divane olmuş çöllerde gezinirken yanlışlıkla namaz kılan bir kişinin önünden geçer. Çarçabuk selam veren o kişi Mecnun’un ardından; “Sen ne yapıyorsun, görmüyor musun ben burada namaz kılıyorum” diye başlamış bağırmaya. Mecnun geriye dönmüş ve o namaz kılana şöyle seslenmiş;
“Behey insan. Görmüyor musun ben sevdiğimin aşkından deli divane olmuşum. Gözüm ondan başkasını görmüyor. Peki, sen nasıl oluyor da sevdiğinin huzurunda beni görebiliyorsun?”
Camii’den çıkan amcanın gözleri doldu ve bana teşekkür ederek; “Doğru söyledin hemşerim, Allah senden razı olsun” dedi.
Evet, Ramazan ayı geldi. Orucumuzu biraz da oruç bizi tutarak tutmaya çalışıyoruz. Teravih namazlarımızı evlatlarımızla değişik camilerde huşu içinde eda edeceğiz. Ancak çok gördüğümüz bir iki husus var ki tekrar edecek olursak;
Camiye kokmuş çorap ve ter kokan elbiselerle gelmeyelim.
Namaza durmadan önce cep telefonları sessize alalım. Türkü, şarkı, horoz sesi, bebek sesi, it sesi, kedi sesi, su sesi, davul zurna, kemençe ve hatta ilahi bile olsa kimse cemaatin namazını ve huzurunu sabote edemez.
İftarda ve diğer aylarda akşam yemeğinde kimse soğan ve sarımsak yiyerek camiye gelmesin.
Ve kimse ıslak ve yalınayak ile camiye girmesin. Bizim başımızı koyduğumuz yerde senin ayağında olan mayasıl ve diğer hastalıklar önce halıya sonra bize bulaşmaktadır.
Cami’de normal kahve ağzıyla ve gürültülü bir şekilde muhabbet ederek diğer insanların huzur ve teatini kimsenin bozmaya hakkı yoktur.
Eski bir makalemde Kemaliye Camii’nin eski şadırvanında vatandaşın birinin teşkilatını avuçlayıp şadırvanda taharet almasını yazmıştım. Şimdi çok şükür modern bir şadırvana kavuştuk. Allah sebep olanlardan ededen razı olsun.