-Baba, köylüler kahveye gelmeme kararı almışlar.
-Kim söyledi?
-Koca Çavuş Dede’nin düzenlediği toplantıdan sonra kendi aralarında karar almışlar.
-Bak sen.
-Çemiş Hasan kahvehane açacakmış, sadece akşamları oraya gideceklermiş.
-Ne dedin sen? Çemiş Hasan kahve mi açacak?
-Evet baba.
-Köylüler de onun kahvehanesine gideceklermiş, öyle mi?
-Öyle baba.
-Çemiş kaşınıyor.
-Verelim ona bir ders baba.
-Dur hele kahvehanesini açsın bakalım, köylüler aldıkları kararda duracaklar mı, önce görelim sonra ne yapacağımıza karar veririz.
Çemiş Hasan köylülerin de yardımı ile depo olarak kullandığı evinin alt katının önce dökülen sıvalarını onardı, badanasını yaptı. Kapı ve pencerelerini değiştirdi. Kahvehanenin ortasına da bidondan yapılmış sobayı kurdu. Komşularından aldığı emanet sandalye ve depodaki tahtalardan yaptığı masalarla beraber çok da modern olmasa köy yerinde gidecek bir kahvehane açtı.
Köyün erkekleri ise sabah kalktıktan sonra kahvaltılarının ardından doğruca tarlalarına gittiler. Artık buğday ekim zamanıydı. Önce üçer metre genişliğinde tarlalarını evleklediler. Kadınlar ise evleklere tohumluk buğdayı serpiştirdiler. Sabahtan akşama kadar durmaksızın sadece öğlen yemeği arasından başka ara vermeden ekin süren erkekler evlerine yorgun argın dönüyorlardı. Kahvehaneye gidecek halleri yoktu ama Çemiş Hasan’ın açtığı kahvehaneyi de merak ediyorlardı. Akşam yemeğini yiyenler doğruca Çemiş Hasan’ın kahvehanesine geliyorlardı. Çemiş Hasan’a “hayırlı olsun” dedikten sonra getirilen çayları büyük bir zevkle içiyordular.
Çamur Abbas, her ne kadar çayı demleyip beklediyse de kahvehanesine bir Allah kulu gelmedi. Demek ki, oğlu Hüsamettin’in söyledikleri doğruydu. Çemiş Hasan kahvehaneyi açtı ki bu millet onun kahvehanesine gitti. Yok canım dedi kendi kendine, sabahtan akşama kadar tarla sürüyordular, yemeklerini yiyip yatmışlardır. Böyle düşünüyordu ama içini de kurt kemiriyordu.
Yanan gaz lambasına üfleyerek söndürdü. Kahvehanenin kapısını kilitledi. Beş ev ötedeki Çemiş Hasan’ın evine doğru gece karanlığında yürümeye başladı. Daha hızlı yürümek istiyordu ama karanlıkta bir yere çarpmamak için adımlarını dikkatli atıyordu.
Çemiş Hasan’ın yıllardır ışık yanmayan evinin alt katından gaz lambasının ışığının sızdığını gördü. Demek doğru he Çemiş Hasan, bana rakip olmak için açtın kahvehaneyi. Yürüdü, kapalı olan kapıyı açtı, selam verdi. Selamı alan tek Çemiş Hasan oldu.
-Buyur Çamur Abbas, gel otur. Bugün çaylar ilk gün olduğu için bedava.
-Bedava he, e ver bakalım bir çay da tadına bakalım, benim çayı tutuyor mu?
Çayını Çamur Abbas’ın oturduğu masaya koydu. Koymasına koydu ama kolunu kurtaramadı.
-Bana rakip oldun he?
-Yok sana niye rakip olayım herkes kendi rızkını yer.
-Bana bak Çemiş, senedin zamanı yaklaşıyor.
-Daha üç ay var. O zamana kadar ben senedin iki katını kazanırım.
-İki katını kazanırsın öyle mi?
-Evet.
-Benim rızkıma mani olarak.
-Senin rızkına niye mani olayım ki, isteyenler seni kahvene gelir.
-Gelmeyeceklerini çok iyi biliyorsun.
-Orasını bilemem. Ben kahvehanemin tapu gibi ruhsatını aldım. Senin kahvenin ruhsatı bile yok.
-Ruhsatım yok he mi?
-Evet, istersem senin kahveni kapattırırım.
-Bak sen neler de biliyorsun? Kimden alıyorsun bu akılları? O tıfıl öğretmenden mi?
-Benim aklım bana yetiyor.
-Kızını da okula yollamışsın?
-Sana mı soracaktım?
Çamur Abbas, ayağa kalktı, cebinden çıkardığı parayı masanın üzerine koydu.
-Al, ilk siftahın benden olsun.
-Koy paranı cebine, ilk gün kimseden para almıyorum.
-Al, al.
-Sen bilirsin ama bu fazla.
-Nasıl fazla?
-Senin verdiğin fiyatın yarısını alıyorum.
-Bak sen, sen neler biliyorsun da benim haberim yok. Seninle daha sonra görüşeceğiz Çemiş Hasan.
-Ne zaman istersen.
Çamur Abbas, kimseye bakmadan kahvehaneden çıktı. Kapıyı hızla çarptı. Kahvede oturanlar konuşmaları can kulağı ile dinlediler.
-Ne diyor Çamur?
-Ne diyecek, seninle görüşeceğiz diyor.
-Sakın geri çekilme.
-Ne çekilmesi, ben açmışım bir kere kahvemi sizlerin yardımı ile. Onun çamur ağzına mı bakacağım.
Gün boyu tarla sürerek yorulan köylülerin içtikleri çay ile adeta dinlenmiş oldular. Tulum Hüseyin:
-Vallahi toprağın bir güzel kokusu vardı ki, sürdükçe sürmek istedim. Hele o sabanın demiri toprağı yarıp ters çevirmesi gözlerine öyle güzel geldi ki, toprağa baktıkça bakasım geldi.
-Benim de.
-Benim de.
Bundan sonra durmak yok arkadaş, bağımıza bahçemize, bostanımıza, tarlamıza bakacağız, boş durmak yok.
-Boş durmak yok.
-Durmayacağız.
-Çalışacağız.
-Yorulup dermandan kesilinceye kadar.
-O kadar da değil Karaçukurlu.
Köyün erkekleri, Çamur Abbas’ın hakimiyetinden kurtulmanın tadını çıkarıyorlardı. Deli Çavuş, kenarda Çemiş Hasan’ın getirdiği çaya attığı iki şekeri karıştırıp duruyordu ki, Kahvehaneyi karıştırılan bardağın sesinden başka ses çıkmamaya başladı. Bir süre daha çayını karıştıran Deli Çavuş:
-Akıllı olun akıllı olun, benim gibi deli olmayın. Çalışın. Toprağınızı işleyin. Bu topraklar çok bereketli. Bire beş, bire on verir bu topraklar. Çalışın, çalışın, benim gibi deli olmayın.
Çamur Abbas, yeniden kahvehanesine döndü. Kapıyı açıp, el yordamı ile gaz lambasını bulup yaktı. Gitmeden önce demlediği çayın bulunduğu çaydanlığın kapağını açtı. Yazık oldu bir demlik çaya, dedi kendi kendine. Ocaktan bardak alıp doldurdu, sobanın yanındaki masaya oturdu. Bana kelek yaptı bu Çemiş Hasan. Bir demlik çay zarar ettik. Öyle anlaşılıyor ki, bu köylüler benim kahveme gelmeyecekler. Paralar da Çemiş’e gidecek. Senetlerin zamanına daha var yoksa basardım boğazlarına.
İçtiği çayın bardağını yıkadı. Sobanın üzerindeki demliği aldı. Dışarı çıktı, içindeki çayı kapının yan kenarına döktü.
-Çemiş ben senden bu çayın parasını fazlasıyla çıkarırım. Bana rakip olursun öyle mi? Önce kahvehanenim ruhsatını alayım. Ruhsat almadan da sana bir şey demem ama rahatlıkta vermem.
Xxx
Güneş Çamur Dağı’ndan köyün üzerine düştüğünde köylüler çoktan kahvaltılarını yapmış, tarlalarında çiftlerini kurmuştu. Tarlalar sürüldükçe sürülüyor, ekin toprakla buluşuyordu. Köylü erkeklerin bu çalışması kadınların da yüzlerini güldürüyordu. Bir hafta içerisinde ekinler toprakla buluşturuldu. Çalışan köyün erkeklerinde de bir huzur vardı.
Çamur Abbas, kahvehanesine ruhsat almak için ilk başvurduğu kişi muhtar İsmail oldu. Muhtardan aldığı cevap ise kendisini çok şaşırttı:
-Köyümüzde ruhsatlı bir kahvehane var Çamur Abbas, ikincisine gerek yok.
-Anlamadım muhtar, ne demek ikincisine gerek yok?
-İhtiyar heyeti karar verecek, eğer olumlu yönde karar çıkarsa Valiliğe başvuracaksın. Valilik izin verirse ruhsat alırsın.
Kaşları çatan Çamur Abbas:
-Sen ihtiyar heyetinden olumlu kararı çıkar, ben valilikten izin alırım.
-Heyetin vereceği karara karışmam. Beş tane üye var, bir de ben altı. Ne karar çıkacağını bilmem Çamur Abbas.
-Muhtar, sen ne dediğini biliyor musun? O karar heyetten çıkacak.
-Tehdit mi ediyorsun Çamur Abbas?
-Nasıl anlarsan.
-Sen muhtarlığımıza başvurunu yap. Heyet oturur karar verir.
-Ben başvurumu yaparım ama kararın sonucunun da olumlu olmasını beklerim.
-İşte onun sözünü veremem.
-De hadi bakalım, ay mı yaman bey mi muhtar.
Çamur Abbas, sinirli bir şekilde oturduğu taşın üzerinden kalktı, bir iki adım atmıştı ki, geri dönerek:
-Aklını başına topla muhtar.
-Benim aklım başımda Çamur Abbas.
Sert adımlarla uzaklaşan Çamur Abbas’ın arkasından bakan muhtar İsmail, sıkıntılı günlerin geleceğini görür gibi oluyordu. Deli dolu oğlu Bedrettin’in köydeki davranışları yetmiyormuş gibi bir de babası samları ters çeviriyordu. Oturduğu yerden yavaş yavaş kalktı, köye yukarı yürümeye başladı. Öğretmen Cemal öğleden sonraki eğitimi bitirmişti. Yolda karşılaştılar. Okula giden çocuklar yanlarından koşarak geçtiler. Muhtar, öğrenciler içerisinde kız çocuklarını görünce az önce Çamur Abbas ile yaşadığı tartışmayı unutmuştu. Gözlerinin içi güldü kız çocuklarını siyah önlük beyaz yakalıkla görünce. Cemal öğretmen de öğrencilerin arkasından geliyordu. Karşılaşınca selamlaşıp tokalaştılar.
-Çok mutlu görüyorum seni muhtar.
-Nasıl mutlu olmam kızları okula gönderdiler.
-Bir-iki tane kaldı, onların da anne ve babalarıyla seninle birlikte konuşalım.
-Olur öğretmen bey.
-Ben Çemiş Hasan’a çay içmeye gidiyorum, istersen birer çay içeriz birlikte.
-Olur, gidelim.
Çemiş Hasan’ın kahvehanesi sinek avlıyordu, bir Allah kulu yoktu. Kapının önüne attığı alçak bir iskemlede sırtını güneşe çevirdi, güneşleniyordu. Öğretmen ve muhtarın geldiğini görünce ayağa kalktı:
-Hoş geldiniz.
-Hoş bulduk Çemiş, kimse yok kahvehanede.
-Yok muhtar.
-Nerede bu köyün erkekleri, tarlaların ekimi çoktan bitti, yoksa Çamur Abbas’ın kahvesine mi gittiler?
-Yok muhtar, Çamur Dağına.
-Çamur Dağına mı o niye?
-Yol yapmaya.
-Anlamadım yol yapmaya mı?
-Evet. Eşeklerin gidebileceği şekilde kazma kürekle yol yapmaya gittiler. Bundan sonra gudu için toprakları hayvanlarla taşıyacağız deyip sabah çayını içerek gittiler.
-Aferin. İşte böyle olmalı. Kadınlar sırtlarında toprak taşımaktan kurtulacaklar. Hele de bakayım, bize şöyle küçük demlikle bir çay demler misin, öğretmen bey ile ağız tadıyla içelim.
-Benim işim muhtar.
(Devamı var)