Çamur Dağının Kızı (31)

Akşam yemeği sonrası evde sessizlik vardı. Aliye kadın sobanın yakınına oturdu. Dokuduğu yün çorabı eline aldı. Diğer tekini bitirdi öteki çiftine başlamıştı. Soğuk olur Gümüşhane köyleri. Geceleri ayaz ve buz. Cemal’i sabah erkenden kalkıp okula gidiyordu, ona örüyordu çorabı. Ayakları üşümesin. Osman usta ise oğluna istediği Zeynep için verdiği sözü düşünüyordu. “Benim oğlum başarır” demişti ama, bugüne kadar Çamur Dağından on torba toprağı taşıyan olmamıştı. 

-Ne dersin Aliye hatun?

-Neyi ne derim?

-Cemal oğlumuz taşıyabilecek mi on torba toprağı?

-Sen taşır dedin ya, hem de hiç düşünmeden. İnsan bir sorar soruşturur, on torba toprak dağdan taşınır mı diye, sormadan etmeden evet dedin.

-Bilmem, hata ettim herhalde.

-Gel vazgeçelim bey, ben oğlumu nelerle büyüttüm. Onun sırtına bugüne kadar yük yükletmedim. Yarın sabah ilk işin muhtarla buluş ve bu işten vazgeçtiğimizi söyle.

-Olmaz Aliye kadın.

-Olmaz ana, diyerek Çeşminaz da söze girdi. Babam bir kez olur dedi, geriye dönüşü yok bu yolun.

-O kadar mı kıymetli Zeynep denilen kız. Benim oğluma başka kız mı yok. Öğretmen benim oğlum. Onunla evlenmek isteyen çok kız buluruz bey. Baksana hala gelmedi. Okuma yazma bilmeyenlere ders veriyor. Zaten yeteri kadar yoruluyor bir de sırtına yük mü vereceğiz bir kız için?

-Doğru dersin hanım ama Cemal’in kendisi istedi. Şimdi kalkıp, oğlum senin toprak taşımana gönlümüz razı değil, gel bu sevdadan vazgeç mi diyeceğiz?

-Evet. Ben oğlumu bile bile ölüme gönderemem Osman usta. O dağdan bugüne kadar kimse başaramadı. Ya torbanın altında öldüler ya da bırakıp gittiler. Benim oğlum bırakmaz, on torbayı getirmek için canını dişine takacak.

-Doğru dersin Aliye kadın. Ne yapsak bilmiyorum, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. Vazgeçmez Cemal, Cemal Zeynep’i Zeynep de Cemal’i seviyor. Ne yapacağız düşünüyorum. Boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor hanım.

Gogoçların geveze köpeğinin her zamanki haliydi. Gündüzleri sesi çıkmayan “Kocaoğlan” geceleri sabaha kadar hiç susmuyordu. 

-Bu köpeğe de soğuk hiç işlemiyor. Buraya geldim geleli geceleri hep havlıyor. Böyle köpek de görmedim.

-İyi ya şenlik oluyor.

Cemal kapıyı açıp içeri girdi. Koltuğunun altındaki kitapları odasındaki masanın üzerine koydu. 

-Çok soğuk, dışarısı buz gibi. Bizim köy böyle soğuk değil ana.

-Gel yaklaş sobaya, Çeşminaz, abinin yemeğini hazırla. Acıkmıştır.

-Hem de nasıl ana. Bu akşam ki kurs biraz uzadı. 

-Çok yoruyorsun kendini Cemal.

-Evet baba. Yoruluyorum ama köylülerin istekli olmalarından çok mutlu oluyorum, yorgunluğumu alıyor.

Xxx

Çeşminaz ana da kızı Zeynep ile evde yalnızdılar. Dün akşamki kalabalıktan eser yoktu. Yılları hep kızı ile geçmişti Çeşminaz ananın. Zeynep’inin bir öğretmenle evlenecek olması kendisini mutlu ediyordu ama kızı gittikten sonra koskoca evde yalnız kalacaktı. Zaman gelecek konuşacak kimse bulamayacaktı evinde. Zeynep’ine analığının yanı sıra babalıkta yapmıştı hem anası hem babası olmuştu biricik kızının. Şimdi başka bir köye gelin gidecekti. Gelin gidecek ama şu töre olmasaydı. Gencecik, ömrünün baharındaki Cemal öğretmen, Zeynep kızı için on torba toprağı Çamur Dağından taşıyacaktı. Başarabilecek miydi acaba? 

-Başaramaz, dedi seslice.

Bulaşıkları yıkayan Zeynep anasının “Başaramaz” demesi üzerine durakladı. Döndü:

-Ne dedin ana?

-Yok, bir şey demedim.

-Başaramaz dedin ana.

-Yanlış duydun kızım, ben bir şey söylemedim.

-Biliyorum, herkes Cemal’in on torba toprağı Çamur Dağından getiremeyeceğini düşünüyor. Ben de öyle ana, başarır mı dersin?

-Bilemiyorum kızım, kahrolsun bu töre. Herkes ne ise de Aliye kadın nasıl kabullendi onu anlayamadım. 

-Kimse ona söz hakkı vermedi ki kızım, kadıncağız bir şey söylesin.

-Üç yıl bekleyelim ana, o töreyi kabullenelim.

-Olmaz. Osman usta, Cemal’in toprak taşımasını kabul etti. Geri dönüş olmaz daha. Gençtir Cemal, güçlü de görünüyor, belki başarır.

-Çok zor ana. Ne sevgilileri ayırdı ana bu töre. Ne gençler can verdi Çamur Dağında. Bu Çamur Dağının kızları çok şanssız ana çok şanssız.

-Öyle kızım. 

Xxx

Sabahın erken saatinde yatağından çıktı Cemal. Üzerini giyip mabeyine geçti. Anası çoktan kahvaltıyı hazırlamıştı. Gitti anasına sarıldı öptü. 

-Sen anaların anasısın benim güzel anam.

-Bırak şimdi yağ yakmayı da kahvaltını yap. Kaç sabahtır doğru dürüst kahvaltı yapmıyorsun. 

-Bir hafta daha böyle gider. Ondan sonra karne tatili. On beş gün dinleneceğim. Yatağımdan hiç çıkmayacağım. Mışıl mışıl uyuyacağım.

-İyi edersin oğul hem okul hem de kurs bayağı yordu seni.

-Olsun ana, bu köyün çocukları çok zeki. Hiçbirinin karnesinde zayıf not yok.

-İltimas mı geçtin çocuklara?

-Yok ana, tamı tamına hak ettiler. Kursa gelenler de okuma yazmayı öğrendi ama hala kursa gelmeyenler var. Karne tatilinden sonra onlara kurs vereceğim.

-Olsun oğul.

-Hadi ben gidiyorum ana, çocuklar birazdan gelir, gidip sobaları yakayım.

-Güle güle oğul. 

Kapıyı açtı, dışarı çıktı. Yüzüne vuran soğukla içi titredi. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Her zamanki gibi Zeynep evin kapısında Cemal’ini görmek için bekliyordu. Görünce el salladı.

-İçeri gir, üşüteceksin, dedi Cemal ve hızlı adımlarla okula doğru yürüdü. Okulun kapısını hızla açtı. Çantasını öğretmen masasının üzerine bıraktı. Akşamdan hazırladığı odunları sobaya koydu. Tutuşturduğu çırayı odunların önüne yerleştirdi. Sobanın kapağını kapadı. Diğer sınıfın sobasını da zaman geçirmeden yaktı. Her iki sınıfta da yanan odunların soba içerisinde çıkardığı çat çat sesleri duyuluyordu.

Kapıda kişneyen atın sesine dışarı çıktı. Karşısında atın üzerinde giyimi kuşamı yerinde bir bey ile eşeğin üzerinde de başka bir kişi ile karşılaştı.

-Buyurun, birini mi aradınız?

Eşeğin üzerinde olan acele ile eşekten indi. Atın yanına gitti. Atın üzerindeki bey, dizginleri eşekten inene verdi. Ağır ağır attan indi. 

-Ben müfettiş Hüsnü.

-Hoş geldiniz diyen Cemal elini uzattı. Tokalaştılar. 

-Bu soğuk havada iyi gelebildiniz. Buyurun, sınıfların sobalarını yaktım, üşümüşsünüzdür.

-Doğrusu üşüdüm.

Sınıfa girdiler. Eşekle gelen ise maarif müdürlüğünde çalışan Selahattin’di. Atı ve eşeği okulun bahçesindeki kavak ağaçlarına bağladı. Yem torbalarını başlarına geçirdikten sonra o da içeri girdi. 

-Selahattin’i tanıyorsundur? Merkezde çalışıyor.

-Pek tanımıyorum. Merkeze gittiğimde birkaç kez karşılaşmış olabilirim. 

Sobanın başında biraz ısındıktan sonra, müfettiş Hüsnü öğretmen masasına geçerek oturdu. Masa üzerinde duran sınıf defterini açtı. Öğrenci sayısını gözden geçirdi ve bugün işlenecek derslere baktı.

-Bugün işleyeceğin dersleri dünden yazmışsın?

-Evet, her gün öyle yapıyorum. Öğrencilere de derslerin adını veriyorum. Onlar da verilen derslere göre hazırlanıp geliyorlar.

-Güzel. Başlangıç iyi. Öğrenciler gelsin bir de onlarla sohbet edelim. Ama öncesinde çay olsa içerdik. 

-Yandaki odada çay şekerimiz var, hemen demleyeyim. 

-Yok, sen Selahattin’e göster, o demlesin. Karneleri de hazırlamışsın. Daha tatile bir hafta var. Neden erken düzenledin?

-Son bir haftayı, geçen aylara göz atarak sohbet halinde geçirmek istedim. Neler yaşadık, aylar günler nasıl geçti, öğrencilerden anılarını anlatmalarını istedim.

Müfettiş Hüsnü hazırlanan karneleri de gözden geçirdikten sonra:

-Karnelerde hiç orta ve zayıf not yok.

-Doğru. Çocuklar çok zeki, geldiklerinde soracağınız sorular olursa verecekleri cevaplar üzerinden siz de bir değerlendirme yaparsınız.

-Bakacağız Cemal Bey, çocuklar gerçekten o kadar zekiler mi? Tıpkı sizin gibi.

-Anlamadım.

Selahattin iki bardak çay ile içeri girdi. 

-Selahattin beş dakika sonra çaylarımızı yeniden doldur.

-Olur efendim.

-Geç otur bakalım Cemal Bey hem çayımızı içelim hem de konuşalım.

Cemal, öndeki öğrenci sırasına oturdu. 

-Sen ne yaptığını zannediyorsun?

Müfettişin bu sözleri Cemal üzerinde soğuk duş etkisi yaptı, kaşları çatıldı.

-Anlamadım?

-Şehir çalkalanıyor, bir kız için sırtında on torba toprak taşıyacakmışsın.

-Evet.

-Bir öğretmene yakışır mı?

-Yakışık olmayan ne Müfettiş Bey?

-Köye rezil olursun.

-Ferhat rezil mi oldu?

-Hangi Ferhat?

-Şirin’in sevgilisi Ferhat. Sevgilisin aşkı için dağları deldi. Ben sevdiğim bir kız için on torba toprak taşıyacağım çok mu7?

-Çok hazır cevapsın.

-Doğruyu söylüyorum.

-Ya kızdan ya da toprak taşımadan vazgeç.

-Ne kızdan vazgeçerim ne de verdiğim sözden. Bu köyde yaşıyorum. Köyün töresi ne ise ona da uyarım.

-Aleyhine olur, mesleğinden olursun.

-Kötü bir şey yapmıyorum. Taşıyacağım toprakla sevginin ne kadar kutsal olduğunu vurgulayacağım.

-Ama sen bir öğretmensin.

-Öğretmenin diğer vatandaşlardan farkı ne ola ki?

-İnsanları, çocukları eğitiyorsun.

-Daha iyi ya. Taşıyacağım toprakla bu törenin iyi bir töre olmadığını vurgulayacağım.

-Vilayette bu davranışın hiç de iyi karşılanmıyor. “Görevden alalım” söylentileri dolaşıyor. Ya da “Başka köye verelim” diyorlar.

-Görevden alsanız da başka köye verseniz de ben bu toprağı taşıyacağım.

-Kararlısın?

-Kararlıyım.
 

(Devamı var)

YORUM EKLE