Çamur Dağının Kızı (37)

Zeynep gibi köylüler de pazartesi gününü iple çekiyorlardı. Şubatın kısa günleri onlara yılın en uzun günleri gibi geliyordu. Öğle saatlerinde hayvanlarını çeşmeye su içirmeye götüren kızlar, çeşme başında Cemal öğretmen ile Zeynep’i konuşuyorlardı.

-Bence öğretmenin tayini duracak.

-Bence de.

-Hemen sevinmeyin Vali Paşa daha kararını vermedi. Bakarsın durdurmaz.

-Durdurur.

-Durdursa da durdurmasa da şu töreyi kaldırmak lazım. Bu köyün bekar gençlerinden hiçbirinden hoşlanmıyorum. 

-Bak sen, gözün dışarıda demek.

-Evet. Burada kalırsak, ömrümüz analarımız gibi gudu yapmakla geçecek. Ellerimiz, üstümüz başımız çamurdan kurtulamayacak.

-Töre bence de kalksın.

-Kalksın.

-Ahan da öğretmen on torba toprağı taşıyamadı, ne olacak? 

-Diğerleri gibi bırakıp gitmez.

-Gitmez.

-Ya ölecek ya da taşıyacak.

-Bence taşıyacak.

-Şimdiye kadar taşıyan olmadı.

Konuşmalar uzadıkça uzuyordu. Beklenen gün gelip çatmıştı. Köyün erkekleri kahvehanede, kadınlar ise öğretmenin evinde toplanmışlardı. Zeynep de anası Kadrinur ile oradaydı. 

-Arkadaşlar, dedi muhtar İsmail, yarın öğretmen, bekçi Osman ve Ömer ile birlikte vilayete gideceğiz. 

-Neden dört kişi gidiyorsunuz muhtar?

-Kış günü, salı pazarı olmadığı için yollar ıssızdır. Geceleri uluyan kurtların sesinden uyuyamıyoruz. Onun için dört kişi erkenden kalkıp gideceğiz. 

-Öyle olsun. Biz de burada beklemekten göbeğimiz çatlayacak.

-Başkalarını bilmem ama seninki çatlamaz Deli Hüsnü.

-Deli deme bana muhtar.

-Deli değil misin?

-Değilim tabi.

-Öyle olsun.

Akşamın saatleri ilerlemesine karşın bir türlü kalkıp da evine giden yoktu. Muhtar da Osman usta da köylülere uymuşlardı. Onlar da kalkmıyorlardı. Çamur Abbas ile Çemiş Hasan çay üstüne çay demliyordular. Sobadan çıkan tezek kokusu sigara dumanına karışarak kahvehanenin havasını iyice kirletiyordu. 

-Bunların kalkacağı yok Çemiş Hasan, şu kapıyı ya da pencereyi aç da içeriye biraz temiz hava girsin, boğulacağız.

Xxx

Muhtar İsmail sabah erken saatte kalktı. İlk işi oğlu Ömer’i uyandırmak oldu. Gökyüzünde tek bir bulut bile görünmüyordu. Belli ki bugün güneşli bir gün olacak. 

-Ömer, hemen üzerini giyin, bekçi Osman ile öğretmeni de uyandır. Yarım saate kadar yola çıkıyoruz. Çemiş Hasan’ın, Çamur Abbas’ın atlarını alsın gelsinler. Sen de Gogoçların Salih’in atını al.

-Tamam baba.

-Tez gel, kahvaltı yapıp yola çıkalım.

Atlar yarım saatte hazırlandı, acele kahvaltılar yapıldı beklemeden yola koyuldular. Kostan Dağı zirvesine varınca üzerlerine güneş aldı. Muhtar İsmail önde, arkada Cemal öğretmen, Ömer ve bekçi Osman geliyordu. Kostan Dağını aşınca hızlandılar. Yol karlı da olsa rahattı. Yayladere’ye inince karlı yoldan kurtuldular. Atları rahvana kaldırdılar. Kısa bir süre sonra Alansa’yı geçip Gümüşhane-Erzurum yoluna çıktılar.  Tek sıra halinde atlarını dörtnala sürmeye başladılar. Saat on gibi şehir merkezindeydiler. Atlarını Balcıoğlu Süleyman’a teslim edip Valiliğe geldiler. 

-Ömer, bekçi ile siz burada bekleyin. Biz ilk olarak Maarif Müdürüne uğrayalım Cemal öğretmen.

-Olur muhtar. 

Xxx

Kapı çalınır, Vali Cezmi Bey,

-Gel, der.

Özel Kalem Müdürü Mihrican:

-Sayın Valim beklediğiniz öğretmen ile Maarif Müdürü geldiler efendim.

-Gelsinler.

Önde Şükrü, arkada Cemal öğretmen içeri girer. Dört aylık meslek hayatında ilk kez bir Vali ile karşılaşacak olan öğretmen Cemal heyecanını yenemiyordu. Okullarda okurken valiler gelirdi ama, bir türlü böyle yakın olmamıştı. Vali Cezmi elli-elli beş yaşlarında saçları ak olmuş, oldukça uzun boylu ve cüsseli birine benziyordu. Yaşına karşın yüzünde tek kırışık yoktu. 

Oturduğu koltuktan ayağa kalktı, yaklaşan Şükrü Bey ile Cemal öğretmenle tokalaşarak “hoş geldiniz” dedi. Makam masasının önündeki koltukları göstererek “oturun” dedi.

-Kızım bize çay söyle.

-Emredersiniz Sayın Valim.

Maarif Müdürü Şükrü Bey’e:

-Bugün itibariyle ikinci yarı başladı.

-Evet Sayın Valim.

-Herhangi bir sorun var mı?

-Yok efendim.

-Köy okullarından ne haber.

-Onlar da açıldı.

-Çamur ile Edire köyleri hariç değil mi?

-Evet Sayın Valim. Edire öğretmenine müdürlükte beklemesini söyledim.

-İyi. Öğretmenimiz de söyledikleri gibi çok da geçmiş. Kaç yaşındasın Cemal, Cemal’di değil mi?

-Evet efendim. Yirmi iki Sayın Valim.

Vali Cezmi, öğretmenin iki elini dizleri arasına sıkıştırmış durumda oturuyordu. 

-Çayın soğuyacak öğretmen, hele iç bakalım çayını.

Cemal, elleri titreyerek çay bardağını eline aldı. Elleri o kadar titriyordu ki, bardağı zar zor ağzına götürebildi. 

-Rahat ol yavrum, heyecanlanmana gerek yok, benim de sizden bir farkım var mı? Ben de bir insanım, o kadar heyecanlanmana gerek yok, sakinleş. 

Cemal, sürekli önüne bakıyordu. 

-Delikanlı, başını kaldır bakayım. Üç arkadaş gibi konuşalım. Belli ki sen ilk kez vali ile karşılaşıyorsun. Bundan sonra daha çok karşılaşırsın. Söyle bakayım, çalıştığın köyde kalmak istiyor musun?

Cemal öğretmen, Maarif Müdürü Şükrü ile göz göze geldi. Yutkundu. Dili adeta damağına yapışmıştı. Kendini biraz toparladıktan sonra:

-Evet Sayın Valim.

-Sevdiğin kız için mi kalmak istiyorsun?

-Hayır Sayın Valim, öğrencilerim ve henüz okuma yazma öğretmediğim biri kadın iki yaşlı amcama okuma yazma öğretmek için.

-Sevdiğin kız için kalmak istemiyor musun?

-Mesleğimle özel hayatımı karıştırmam Sayın Valim.

-Yani?

-Ben öğrencilerimi ve köylüleri çok seviyorum. Onlar da beni seviyorlar.

-Köyün töresine uyup sevdiğin kız için on torba toprak taşıyacakmışsın Çamur Dağından, doğru mu?

-Doğru efendim.

Vali Cezmi, Maarif Müdürüne bir kez daha baktı. Şükrü Bey, hafifçe boynunu sağa doğru eğdi.

-Bir öğretmen sırtında yük taşır mı? Diğer koydukları kurala uyaydın, üç yıl üç ay üç gün bekleyeydin oğlum.

Cemal öğretmen ellerini bacaklarının arasından aldı. Konuştukça heyecanı azalıyordu. Önce Şükrü beye baktı:

-Efendim ben o on torba toprağı sırtımda taşımakla sevginin ne kadar önemli olduğunu köylülere vurgulayacağım. Diğeri ise bu törenin iyi bir töre olmadığını kanıtlayarak, kaldırılması için köylüleri ikna edeceğim.

-Kaldırabilecek misin töreyi?

-Eğer köyde kalırsan her biri ile konuşarak ikna edeceğim efendim.

-Ferhat ile Şirin hikayesini bilir misin?

-Bilirim Sayın Valim.

-Ferhat dağları deldi ama akan sulara kapılarak kayboldu. Bugüne kadar Çamur köyünden kız almak isteyen köy dışındaki gençlerden hiçbiri başarılı olamadı. Hatta ölenler oldu. Bırakıp gidenler de. 

-Anlattılar efendim, biliyorum.

-Sen başarabilecek misin?

-Başaracağıma inanıyorum. 

-Ne dersin Şükrü Bey, öğretmenimiz çalıştığı köyde kalsın mı?

-Takdir sizin Sayın Valim.

-Kalsın, kalsın, yeniden iptal kararnamesi yaz, her iki öğretmen de köyünde kalsın.

-Emredersiniz Sayın Valim.

-Ben öğretmenimle biraz daha konuşacağım, sen kararnameleri yazdır da getir.

-Baş üstüne efendim.

Cemal öğretmen, muhtar İsmail ile Maarif Müdürlüğünden ataması durdurulmuş şekilde hükümet konağından indiler. Beklemekte olan Ömer ve bekçi Osman’ın yanına geldiler. Muhtar, oğlu Ömer’e gülümsedi. Ömer, babasının ne demek istediğini hemen anladı ve:

-Baba, bizim Osman ile az işimiz var.

-Tamam, biz de öğretmenle birlikte yemek yiyeceğiz. İşinize bakarsınız, yemek yiyin de öyle bakın işinize.

-Yok baba, biz daha sonra yeriz.

Ana caddeye inince ayrıldılar. Ömer ile bekçi doğruca Baltacıoğlu’nun hanına gittiler. Atlarını aldılar. Kent dışında atlarına binip dörtnala Alansa’ya doğru sürdüler. Bir an önce köye varmak istiyorlardı.

Muhtar İsmail ise yemekten sonra öğretmenle alışveriş yaptılar. 

-Ne dersin öğretmen çıkalım mı yola? Akşam soğuğuna kalmayalım.

-Olur muhtar da Ömer ile bekçi Osman nerede?

-Onlar Kostan dağını çoktan aştılar öğretmen.

-Nasıl?

-Köye gidince görürsün.

Onlar da kentin dışına çıkınca atlarına bindiler. Anayoldan Alansa yoluna sapınca dörtnala Kostan Dağına doğru atlarını sürdüler. Güneş, Vauk Dağından batmasına iki boyunduruk vardı. Oldukça ısıtıyordu. Alansalılar muhtar ve öğretmenin hızla köylerinden geçişlerine meraklı gözlerle bakıyorlardı.

-Bu köylülerde bir hal var.

-Öyle.

-Geçen günü kadınlar ile çocuklar.

-Az önce bekçi ile muhtarın oğlu, şimdi ise muhtar ile öğretmen.

-Helal olsun ben Çamur köyünü seviyorum.

-Bizler gibi yan gelip yatmıyorlar. 

-Ben de seviyorum. Sonra gudu yapıp satıyorlar. Gudu toprağı da sadece onların köyünde var.

-Biz de ararsak buluruz öyle toprağı.

-Yok biz de yok.

(Devamı var)

YORUM EKLE