ÇANAKKALE RUHU

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY

Kolay değildi elbet hasta bir milletin yeniden hayata tutunabilmesi. Kolay değildi yerle yeksan olan bir devletin küllerinden yeniden hayat bulması. Halk uzun ve çetin savaşların cenderesinde bizar düşmüş, genç delikanlıları gözyaşları içerisinde vatana şehit vermiş, anaları acı içinde, gelinleri dul binlerce evladı öksüz kalmıştı. Manzara Akif’in deyimiyle bir enkaz-ı beşerden ibaretti.

Bugün birbirini yiyen ve arkasından kuyu kazan nesillerin dedeleri İstiklal Harbi’nde ve bilhassa Çanakkale’de öyle bir destana kahramanlık figürleri nakşederken; bir yandan tüm dünyaya insanlık dersi veriyor diğer yandan bu aziz vatan toprağının peşkeş çekilemeyeceğini haykırıyordu. Alevi, Sünni, Laz’ı ve Çerkez’i Anadolu denilen destana sevgi ilmekleri dokuyordu. Karacaoğlan’dan Yunus’a, Mevlana’dan Pir Sultan’a, Aşık Veysel’den Bayburtlu Zihni’ye ve Merhum Mehmet Akif’in dilinden ortak bir payda “VATAN” dökülüyordu. Çünkü “Vatan sevgisi imandandı.”

İki kere o mübarek toprakları görme bahtiyarlığına erişmiş olan biri olarak adeta bir ibret fotoğrafı olan Çanakkale’yi ve asıl önemli olan o ruhu şu anda Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan evlatlarımızın görmesi, yaşaması, ibret alması elzem derecede şarttır.

Merhum Mehmet Akif’in “Asım’ın nesli” diye çerçevesini çizdiği, yine Merhum Necip Fazıl’ın tüm yönleri ve özellikleriyle fotoğrafını çektiği neslin hayalindeyiz. Bugün tiner çeken, uyuşturucu bataklığında kaybolan, içki şişelerinde kaybolan, fuhuş ve birçok sapıklığın esaretinde inim, inim inleyen gençliğin tez elden titreyerek kendine gelmesi ve özünü bulabilmesi tek ama tek ümidimizdir. Dualarımız ve ümitlerimiz bu mahfilde, anne ve babaların gözyaşları seccadeleri ıslatmaktadır.

Kocadere Köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Azerbaycanlı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor. Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
“Ölme ihtimalim çok fazla. Ben bir pusula yazdım. Arkadaşıma ulaştırın.’ Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: ‘Ben, ben köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşıdan 1 Mecidiye borç aldıydım. Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin.’

“Sen merak etme evladım” der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de “söyleyin hakkını helal etsin” olur. Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan gözyaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de gözyaşlarına engel olamaz. Pusulada şöyle yazıyordur;
“Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.”

İşte bu ulvi ruh Çanakkale’yi geçilmez yapan ruhtur. Bu ruh İslam ruhudur. Bu ruh sevdanın, kardeşliğin, paylaşmanın ve vefanın ruhudur. Peki şimdi siz ya da bizler bu ruhun neresindeyiz?   
YORUM EKLE