Canboğul (3)

Kervancıbaşı Mahmut, akşam yemeğinden sonra toplanacaklarını duyurmasının ardından herkes çadırında yemeğe çekildi. En yaşlıları olan Mahmut’un sözünden kimse dışarı çıkmıyor, onun bir dediğini iki etmiyordu kervandakiler. Askerliğini yapmamış olanları kervana almıyordu ihtiyar delikanlı. On üç yük hayvanının on üçünün de sahibi vardı. Birbirlerini çok iyi tanıyan insanlardı kervandakiler. İçlerinde tek yabancı olarak gördükleri Ayşe vardı. Genç kızın kervana katılması bekar olan İsmail, Kemal ve Temel’in dikkatinden kaçmıyordu. Ancak kervanda bulunanlar birbirlerine asla başka niyetle bakamazdı.

Akşam yemekleri yenildi. Yemeğini yiyenler çadırından çıkıyor, tabakalarındaki tütünden sardıkları sigaralarını içiyorlardı. Havayı keskin bir sigara kokusu sarmıştı. Çadırından dışarı çıkan Mahmut:

-Az için şu meleti, kasabayı yakacaksınız.

-Ne yapalım Mahmut Emmi ne demiş atalarımız?

-Ne demiş Temel?

- ‘İster zengin ol ister fukara, yemeğin üstüne yak bir sigara’ biz de atalarımızın öğüdünü tutuyoruz.

-Halt etmiş onu diyen. Öyle deyip de kendinize ferahlık vermeyin.

Ayşe de çadırından çıktı. Dışarıda dolunay vardı. Gökyüzü yıldız yıldızdı. Ay ışığı sokaklarda yanan meşalelerden daha çok aydınlatıyordu kasabayı. Kervancılar, çember oluşturup oturdular. Ayşe, Mahmut amcasının sağ yanına oturdu.

-Arkadaşlar, dedi Mahmut, yarın sabah erkenden toplanıp yola çıkıyoruz. Her zamanki gibi Çit Deresi’ni takiben Avliyana’ya kadar dinlenmeden yol alacağız. Rehber Can, bize Avliyana’da katılacak. Buradan sonraki molamızı Dulağası Yaylası’nda vereceğiz. Gün ışır ışımaz yüklerinizi yükleyin. Erken yatın erken kalkın. Çadır içinde sohbeti bırakın. Bu geceki nöbeti Kemal ile Temel tutacak. Gece yarısına kadar Temel, gece yarısından sonra da Kemal tutacak. Hava açık, umarım Şeyran’a kadar böyle olur. Şimdi hepinize iyi geceler. Nöbetçi göreve, diğerleri çadıra.

-Mahmut Emmi, dedi Ayşe, ben nöbet tutmayacak mıyım?

-Sana da sıra gelecek kızım.

-Ne zaman?

-Zamanı gelince söylerim.

-Peki emmi.

-Haydi şimdi çadıra.

Kervancılar çadırlarına çekilirken, Temel nöbete başladı. Kervancılığı isteyerek yapmıyordu ama yapacak başka bir işi de yoktu. Babası Çanakkale’de şehit olmuştu. Çok az hatırlıyordu babasını. Uzun boylu, güçlü kuvvetliydi. Vatan toprakları için gözünü kırpmadan orduya katılmış, dünya durdukça unutulmayacak Çanakkale savunmasında şehit olduğu haberi aylar sonra gelmişti Şükran anasına. Çadır nöbetini tutarken askerde tuttuğu nöbet gelmişti aklına. Orada parola vardı ama çadır nöbetinde yoktu. Orada eli tetikte silahı vardı, burada yoktu. Ne olur ne olmaz deyip, belindeki tabancanın haznesine sürmüştü mermiyi.

Gece ilerledikçe serinliyordu. Cırcır böceği ile Harşit Çayı’ndaki kurbağaların sesi birbirine karışıyordu. Mahmut Emmi, ‘Erken yatın erken kalkın’ dedi ama Ayşe’nin gözlerine bir türlü uyku girmiyordu. Hiç bilmediği bir yolculuğa çıkıyordu. Nelerle karşılaşacaklarını babasının anlattıklarından anımsamaya çalışıyordu. Aklına geldikçe uykusu daha da kaçıyor, bir türlü uykusu gelmiyordu. Sağına dönüyor uyuyamıyor, soluna dönüyor uyuyamıyordu. Kalktı, incecik yatağına bağdaş kurarak oturdu. Çadırdan dışarı çıksa olmayacaktı, Temel nöbetteydi görürdü onu. Bağdaş düzenini bozdu, ayaklarını karnına kadar kırdı, her iki elinin parmaklarını dizlerinin önünde birbirine geçirdi. Başını dizlerinin üzerine koydu, ‘Belki böyle uyurum’ dedi kendi kendine.

Xxx

-Ne yaptın Can, görüşebildin mi kervancılarla?

-Görüştüm ana, yarın sabah kasabadan harekete edecekler, akşama burada olurlar.

-Burada mı konaklayacaklar?

-Yok ana Dulağası Yaylası’nda konaklayacağız.

-Kesin kararlısın, sen rehberlik yapacaksın?

-Öyle ana.

-Bu rehber işinden vazgeçsen oğul.

-Söz verdim ana, olmaz.

-Bu seferki son olsun Can oğul. Olmaz diyorsun ama hep aklım sende kalıyor, dönüp gelinceye kadar gözlerim yolda, senin yolunu gözetliyor, ne zaman dönecek diye.

-Sen merak etme benim güzel anam, yolu avucum gibi biliyorum.

-Yolu biliyorsun da yolda başka tehlikeler var.

-Benim güzel anam, sen gönlünü ferah tut.

-Temiz süt emmiş birini bulsak da evlendirsek seni.

-Hoppala bu da nereden çıktı ana?

-Nereden olacak, evlendin mi hiç değilse bu rehberlik işini bırakırsın.

-Her şeyin bir zamanı var ana, kısmet ne ise olur.

-Orası öyle de ana yüreği oğul, bak ben de yaşlandım.

-Ne yaşlanması benim anam, nice gençlere taş çıkarırsın.

-Sana öyle geliyor.

-Merak etme sana öyle bir gelin getireceğim ki, elini sıcak sudan soğuk suya sokturmayacağım.

-Hadi oradan, nereden bulacaksın öyle gelini?

-Kısmetse gelir Hinden Yemen’den, kısmet değilse ne gelir elden.

-İnşallah oğul inşallah.

Xxx

Kervancıbaşı Mahmut Emmi, camide sabah namazından sonra Ali Osman’ın kahvehanesinde aceleyle bir bardak çay içti, parasını bıraktı kalktı.

-Hayırdır kervancıbaşı erken kalktın, ne o yolculuk mu var?

-Öyle Ali Osman, bugün ayrılıyoruz kasabadan, hakkını helal et.

-Helal olsun kervancıbaşı helal olsun, iyi yolculuklar. Gavur Dağını geçerken dikkatli olun.

-Sağol Ali Osman.

Mahmut Emmi camiden gelinceye kadar çadırlar sökülmüş, hayvanlara yükler yüklenmişti. Kemal ile İsmail, Mahmut Emminin çadırını sökmüş, katırına şeker yükünü yüklemiştiler. Onun gelmesi ile Zigana’dan sonra ikinci zorlu yolculuğa başlamış oldular.  

Önde katırlar, arkada eşekler üç kemerli köprüden bir sıra halinde geçtikten sonra hala toprak ve çakıl olan çarşının içindeki caddeyi de geçtiler. Yavaş yavaş kasabayı geride bırakırken, Çit Deresi yoluna saptılar. Ayşe, hemen Mahmut emminin arkasından gidiyordu. Zaman zaman bir buçuk metre genişliği bulan yolda ilerliyorlardı. 

Mahmut Emmi, bir süre gittikten sonra geriye dönerek:

-Ayşe kızım, senin katırın yükü kumaş, hafiftir. Bin katırına, boşuna yorulma.

-Biraz daha yürüyeyim Mahmut Emmi.

-Sen bilirsin kızım.

Zermut yol ayrımına gelince Mahmut Emmi, bir kez daha geri dönerek:

-Gel yanıma kızım. Gel birlikte yürüyelim.

-Olur emmim.

-Bu köyün adı Zermut kızım. Bu köyde Salih Bey adında bir bey var. Ben, bey böyle bir insana derim. Yardımsever, fakir fukara babası. Her köye böyle bir bey nasip olmaz kızım. Çoğu kez karşılaştığımda hep hal hatır sorar bir sıkıntımız olup olmadığını sormadan edemez.

-İyi bir insan desene emmi.

-Öyle Ayşe kızım. 

-Haydi iyi yürüdün, bin katıra. 

-Tamam emmi.

Ayşe katıra binerken, kervanın durmasını fırsat bilen Temel, eşeğinin semer yanına sıkıştırılmış kemençesini aldı. Kervanın hareket etmesiyle birlikte çalmaya başladı. Hem çalıyor hem de Karadeniz Yol Havası söylüyordu. Türkü söylemeyi o bırakıyor Kemal, Kemal bırakıyor İsmail alıyordu. 

Çitisağır köyünün altına gelince Mahmut Emmi, kervanı durdurdu. 

-Arkadaşlar, bu yoldan geçerken çok dikkatli olacağız. Ne zaman taş ya da kayanın geleceği belli değil. Teker teker ve hızlı geçeceğiz. Önce ben geçeceğim, sonra sırada olan geçecek. Bir gözümüz yolda, bir gözümüz de kayalıklarda olacak. 

Mahmut Emmi, katırını hızla sürdü. Tehlike alanının dışına çıkınca sıra Ayşe’deydi. Kervan herhangi bir olumsuzluk yaşamadan kayalıkların altından sağ selim geçiverdi. 

Güneş yükseldikçe daha da yakmaya başladı. Hem kendileri hem de hayvanlar güneşin altında adeta kavruluyordu. Dinlenmeye zaman yoktu. Daha geçecekleri iki köy vardı. Yol gittikçe daralıyordu. Dar yerlerden geçerken dikkatli oluyordular. Bir hayvanın yuvarlanması demek Çit Deresini bulması demekti. Dikkatlerini dağıtmadan ilerliyordular. Ayşe ne olur ne olmaz diyerek katırından inmiş, yularından çekiyordu. Katırın yükü basma ve kumaş olması her an geçtiği kayalık yolun üst kısmındaki kayalıklara çarparak yuvarlanması demekti. Onun için katırını çok dikkatli geçiriyordu kayalıklardan. Hepsi yolu sağlıklı geçince “ohh” çektiler. 

Akşam saatlerinde Avliyana köyündeydiler. Onlara rehberlik yapacak Can’ı bekler buldular. Can ile Ayşe göz göze geldiler. Ayşe gözlerini kaçırdı. 

-Mahmut Emmi hem siz hem de hayvanlar yoruldu ama Dulağası Yaylası’na kadar sabredeceksiniz. 

-Olur Can oğul.

(Devamı var)

YORUM EKLE