Dışarıda kar olanca hızı ile yağıyordu. Avliyana, adeta kara teslimdi. Akşam saatlerinde başlayan kar yağışı öğle saatlerine kadar sürmesi sonucu kar kalınlığı bir metreyi bulmuştu. Toprak damlı evlerin karları bu kez tapanla değil küreklerle atılıyordu. Karlar damlardan atıldıkça köyün sokaklarında kar kalınlığı daha da artıyordu. Evden eve gitmek nerede ise olası değildi. Damlardan karlar atıldıktan sonra sıra loğlamaya gelmişti. Her damda nerede ise loğlayan bir erkek vardı. Bir kez loğlamayla çıkmayan kar suyunu çıkarmak için bazen beş bazen de on kez loğlamak gerekiyordu ta ki toprak damlarda kar suyunu çıkarıncaya kadar. Karın suyu çıktıkça, oluklardan çamur halinde sular akıyordu.
Öğlene doğru karın durması ile güneş de bulutlar arasından kendini gösteriyordu. Doğa beyaza bürünmüş, yeşil çam ağaçları bile ilkbaharda çiçek açmış meyve ağaçlarını andırıyordu. Kapısının önündeki yağan karı kürekle atmaya çalışan Can, komşusu Kartal Mustafa’nın evinin önüne çıkmasını da bekler gibiydi.
Oğuz’un kulübesinin de önünü kardan temizleyen Can, sadık dostunun yemini de vermeyi ihmal etmedi. Kahvaltı sonrası atını tımar etmiş, yemliğe yemini de koymuştu. Arap ve Oğuz onun için çok kıymetliydiler. Her nereye giderse onlarla birlikte gidiyor, hele Oğuz olmayınca kendisinde bir eksiklik hissediyordu.
Gökyüzünden bulutlar çekilmiş, güneş olanca sıcaklığıyla ısıtıyordu. Kartal Mustafa, karısı Zülfiye ile dışarı çıktı ama adım atılacak gibi değildi. Can’ı görünce:
-Kolay gelsin Can, kapının önünü temizledin kardan.
-Temizledim emmi, sizin kapının önünü de temizleyeceğim.
-Gelin temizler, sen zahmet etme.
-Olur mu emmi, ben temizlerin.
-Çok sağ ol.
Can, kendi evleri ile komşusu Kartal Mustafa’nın arasındaki yolun da karlarını temizleyerek, evin önüne kadar geldi.
-Gelinim, hava güzel, kara demlikle bize çay demle, diye içeriye seslendi.
-Olur baba, hemen, diye yanıt verdi Ayşegül içeriden.
-Çok kar yağdı Can ama eriyor.
-Çok emmi, bir metreyi geçti.
-Olsun Can, kar berekettir. Kar yağınca sular da bol olur. Çit Deresi boyunca bağlar, bahçeler, bostanlar hep eriyen bu kar suları ile sulanıyorlar. Aşağı köyler ne ise buralara kar yağmazsa Çit Deresinde su da çok az oluyor.
-Doğru dersin emmi.
Can hem kendi hem de Kartal Mustafa’nın kapısı önündeki karları temizlemiş, aradaki yolu da açmıştı.
-Bereket hem bizim hem de sizin evin çatıları hartama, toprak dam olsaydı damlardaki karları da temizlemek zorunda kalacaktık.
-Öyle emmi, babamla iyi düşünmüş, zamanında hartama yaptınız.
-Öyle Can öyle.
Seher Hatun da kapıya çıkmıştı. Oğlu ile Kartal Mustafa’nın yanına geldi. Hal hatır sordu.
-İyi kar yağdı, sabaha kadar hiç durmadı. Böyle kar yağışına da pek rastlamadım komşu.
-Bir bakıma öyle Seher hatun. Babam anlatırdı, eskiden öyle kar yağardı ki aha ha bu Can’ın boyundaymış. Evlerin boyuna çıkarmış. Hayvanları yemlemek için ahırlara bile zor gidiliyormuş. Kar yağsın Seher hatun. Kar yağmasını eskilerimiz “bereket yağıyor” diye değerlendirirmiş.
-Öyle komşu, kar gerçekten berekettir.
Gelin Ayşegül, bir tepsinin içerisinde çay getirdi. Kartal Mustafa’nın eliyle temizlediği bileği taşın üzerine ağaç tepsiyi bıraktı.
-Dün şeker almaya gitmiştin Can, aldın mı şeker?
-Aldım emmi.
-Keşke bize de alsaydın bir kilo kadar.
-Ben fazla aldım emmi, veririm size.
-Gördün katırcıları değil mi? Kervancıbaşı Mahmut da var mıydı?
-Vardı emmi.
-Kaç kişiydiler?
-On beş.
-Ooo, o zaman çok şeker geldi kasabaya desene.
-Otuz çuval emmi.
-Ayşe de var mıydı? diye sordu Ayşegül.
-Vardı.
-Senin şimdi kasabaya neden gittiğini daha iyi anladık değil mi Seher hatun.
-Öyle komşu, şeker bahane.
-Olsun olsun, o da olacak.
-E he, dedi Seher hatun çayından yudum alarak.
Xxx
-Tam zamanında gittik geldik, Mahmut emmi.
-Öyle Abdullah, baksana kar buraya kadar indi.
Laz Hasan’ın kahvesinde Mahmut emmi her zamanki gibi kervanda yer alanlarla bir masa etrafında toplanarak konuşuyorlardı. Bir tek Ayşe yoktu içlerinde.
-Bu sefer toptancı Cemil iyi para verdi emmi, dedi Temel.
-Zor yolculuk olacağını o da biliyordu.
-Hadi Abdullah, gene turnayı gözünden vurdun.
-Ben mi vurdum sadece, siz vurmadınız mı?
-Biz de vurduk ama en çok sana yaradı.
-Ne yaraması, gelir gelmez, hanım parayı aldı elimden.
-Valla onu bunu bilmeyiz, bugüne kadar çay paralarını hep biz verdik, senin cebinde sanki akrep var, bir gün olsun elin cebine gitmedi.
-Yapmayın uşaklar, bende hanım para bırakmadı.
-Deftere yazdırırsın.
Gülüştüler. Para kazanmanın rahatlığıyla çaylarını içtiler. Kış aylarında Ciharlı erkekleri çoğunlukla kahvehanede oturuyorlardı. Karınları acıktıkça eve gidiyorlardı.
Köyün içerisine yağan kar güneşle birlikte bir saat tutmadan eridi. Köylüler ahırlarındaki hayvanlarını dışarı çıkardılar. Hayvanlara çoğunlukla çocuklar çobanlık ediyordu.
Muhtar İdris, selam vererek kahvehaneye girdi. Mahmut emmi, “buyur” diyerek masasına davet etti. Muhtar, daveti kıramadı, oturdu.
-Hepimize çay getir Ömer, dedi Mahmut emmi,
-Gittiniz Ardasa’ya Mahmut?
-Gittik muhtar.
-Yol nasıldı zorluk çektiniz mi?
-Yok muhtar, bir yerde kar kütüğü vardı orada biraz zorluk çektik.
-İyi… Mahmut emmi, bakın ne diyeceğim?
-Söyle muhtar
-Ankara’da Gazi Atatürk duyurdu, okuma-yazma bilmeyenler için kurs mu ne açılacakmış.
-Deme, ne kadar güzel.
-Kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı.
-Muhtar ha biz okuma yazma öğrendik, kadınlar da ne yapacak okuma yazmayı?
-Öyle deme Abdullah, onların da öğrenmesi lazım. İki tane muallim vermişler bizim köye. Biri erkek, biri kadın. Bizden yer bulmamızı istiyorlar. Öğlene kadar erkekler, öğleden sonra da kadınlar katılacakmış kursa.
-Olur mu öyle şey, akşam yemeğini kim yapacak peki?
-Sen yaparsın Abdullah, dedi Mahmut emmi.
-Ben yemek falan pişirmeyi bilmem ki.
-Öğrenirsin.
-Bir şey daha var.
-O ne ki muhtar?
-Yaşı yirmi ile otuz arasında olan ve okuma yazma bilen kız ya da kadınlara hemşire ve ebe eğitimi verilecekmiş, ona da yer bulun dediler. Onun için de bir hoca gelip eğitim verecekmiş.
-Olsun olsun, çok iyi olur.
Xxx
Asiye kadın, kocası Çubukçu İbrahim’e ver yansın ediyordu. Üç kız anası olan Asiye, kocasının törenin kaldırılmasına “ evet” demesini bir türlü içine sindiremiyordu. Bağırtısı, evin dışından bile duyuluyordu.
-Sen nasıl olur da “evet” dersin törenin kaldırılmasına herif?
-Herkes “evet” deyince ben de “evet” dedim hatun.
-Ben kızlarımı köyün dışına vermem bunu bilesin.
-Sen vermesin de bakalım kızların ne diyecek?
-Ne derse desinler ben kızlarımı başka köye vermem, ayaklarının altına ipek halı serseler de vermem herif, bu lafımı kafana sok.
-İyi, kocaya vermezsin olur biter.
-Gerekirse onu da yaparım.
-Ne halin varsa gör, ben kahveye gidiyorum.
-Git, git ne varsa o kahvede git.
Çubukçu İbrahim, evin kapısını hızlı çarparak çıktı. Kahvehanenin kapısından hızla içeri girdi, boş gördüğü bir masaya oturdu.
-Ömer, çay getir bana.
-Hemen İbrahim emmi.
Onun sinirli hali, yan masada oturan muhtar İdris ve Mahmut emminin dikkatinden kaçmadı.
-Hayırdır Çubukçu, niye öyle uzağa oturdun, gelsene şöyle, bir şey mi oldu?
-Yok muhtar.
-Var, var gel hele, Ömer Çubukçu’nun çayını buraya getir.
İbrahim, oturduğu masadan kalktı, geldi yanlarına oturdu.
-Hele söyle bakalım ne oldu?
-Yok bir şey muhtar, karıyla biraz kavga ettik.
-Kavga mı ettiniz?
-He ya… Tutturdu niye törenin kaldırılmasına evet dedin, ben kızlarımı köyün dışına vermem deyip duruyor.
-Sen de olur diyeydin, bakalım kızlarına başka köyden talip olacak mı diyeydin.
-Söz dinletemiyorum ki…
-Hele iç çayını… Karşı çıkan kadın sade seninki değil, çoğu kadınlar karşı çıkıyor. Kızların gözlerinin önünden uzak olmalarını istemiyorlar. Yarın ehli namus birileri istedi mi karşı çıkmazlar… Canını sıkma. Benin hatun da bana “Başka işin yok mu da yılların töresini kaldırıyorsunuz” diye ahret sualine tuttu. Hatta ‘bir daha aday olursan köyün kadınları sana oy vermez’ bile dedi.
-Üzülmeyin, her şeyi zamana bırakın. Zaman ve sabır en iyi ilaçtır der atalarımız, diyen Mahmut emmi çayından yudum aldı.
(Devamı var)