Kartal Mustafa’yı can kulağı ile adeta nefes almadan dinledi Can. Babasını anlatılandan sonra o kadar daha özledi. Söyledikleri gibi yiğitmiş. Böyle bir babanın evladı olmak ne kadar gurur verici.
-Hep konuşurduk onunla hangimize bir şey olursa diğerimiz çoluğumuza çocuğumuza sahip olacak diye. Ben kendi Can’ıma nasıl baktıysam sana da hep öyle baktım Can.
-Biliyorum Mustafa emmi, hep gözünün üstümde olduğunu biliyordum. Sen belli etmiyordun ama ben hep seziyordum.
-Babanın emanetiydin Can, nasıl bakmazdım.
-Sağol emmi.
-Babanın şehit edilmesinden sonra, babanla olduğu gibi ben tek başıma o dağ senin bu dağ benim dedim hep Ermeni avına çıktım. Çok Ermeni’yi o dünyaya yolladım. Benim de çok peşime düştüler ama onların kurduğu tuzağa düşmedim. Baban da düşmezdi ama nasıl olduysa gafil avlandı. Bilemezdi Yazılıtaş Geçidi’ne kalleşlerin pusu kuracaklarını.
-Öyle emmi.
-Babanın şehit edilmesinden bir süre sonra Ruslar çekildi. Ardından Ermeniler de çekildi gittiler. Mustafa Kemal diye bir yiğit çıktı meydana. Topladı vatanseverleri çevresine. Ne savaşlar verdi. Ecnebilerden ülkemizi temizledi. Çok şey borçluyuz ona Can, çok.
-Evet emmi, Paşamıza çok şey borçluyuz.
-Şimdi de herkesin okur-yazar olması için kurslar mı ne açılıyormuş. Kadınlar, erkekler, okuma yazma bilmeyen herkes okur yazar olacak diye tüm Türkiye’ye duyurdu. Okullar açılıyormuş, çocuklarımız okusun vatana millete hayırlı evlat yetişsin diye.
-Biz de öğrenecek miyiz herif?
-Elbette Zülfiye, sana da okuma yazma öğretecekler.
-Ne kadar güzel değil mi Seher hatun.
-Öyle, birlikte gideriz okuma yazma öğrenmeye.
-Ben de giderim ana, dedi Ayşegül.
-Elbette güzel kızım.
-İşte böyle Can, sen babanı bir yaşında iken kaybettin ben de oğlumu yirmi beşinin baharında kaybettim. Çok şükür ki cenazesini bulduk da toprağa verdik. Hiç değilse mezarını biliyoruz.
-Evet emmi. Ben de senin bir evladın sayılırım.
-Tabi ki yavrum.
Söze giren Seher Hatun:
-Bugün hava güzel, öğleden sonra patatesleri dikeyim çıksın aradan.
-Ben de gelip yardım edeyim Seher ana, dedi Ayşegül.
-Sağol kızım ananın babanın ihtiyacı olur.
-Gelsin, dedi Kartal Mustafa, yemeğimiz var, ısıtır yeriz, gelsin yardım etsin sana Seher hatun.
-İyi, olsun.
-Ben kalkıp hazırlanayım. Sen ne yapacaksın Can?
-Ben, Arap ve Oğuz ile yaylaya doğru çıkacağım ana.
-Fazla uzaklaşma.
-Merak etme ana.
-Hadi gidelim o zaman Ayşegül. Akşama kadar bitiririz dikimi.
-Ben de Arap’ı ve Oğuz’la yaylaya doğru bir bakayım karlar eridi mi Mustafa emmi.
-Sen de git bakalım, bıraktınız beni Zülfiye ile yalnız.
-Güzel güneş var emmi, güneşlenin siz de.
-Öyle yapacağız Can, şimdilik yapacak bir şeyimiz yok.
Xxx
Avliyana’da patatesler daha yeni dikilirken, Ciharlı’da sebze dikimleri tamamlanmıştı. Yemyeşildi Ciharlı. Badem ve eriklerden sonra kayısılar da çağlaya dönmüştü. Kirazlar, elmalar bile çiçek açmıştı. Her evin önünde bahçe ya da sebze bostanı vardı. Kara lahanalar, soğanlar çoktan yaprak vermişti. Ayşe, soğanın iki yaprağını kopararak ağız tadıyla yedi.
-Biraz soğan yaprağı alayım mı ana?
-Ne yapacaksın yeşil soğanı.
-Sen taze soğan yaprağından bazlamayı çok güzel yaparsın benim anam. Hani ben…
-Ne demek hani ben?
-Şey yani?
-Anlamadım sanma, ben kocaya gidersem demek istedin öyle değil mi?
-Yok anam nereden çıkardın? Ben o anlamda söylemedim.
-Sözün tamını deliye derler. O kadar hevesli misin kocaya gitmeye?
-Etme benim güzel anam.
-Gidersin, merak etme. Acelen ne?
-Yok anam, ben öyle demek istemedim.
Meryem ana bir süre kızına baktıktan sonra:
-Yanıma gel.
-Niye ki ana?
-Gel dedim.
Yanına gelen kızı ile göz göze geldi, büyük bir aşkla kızına sarıldı. Bir süre öyle kaldılar. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ana kız adeta birbirlerine yapışmışlardı. Bir türlü ayrılmak istemiyorlardı. Meryem ana kızının saçlarını kokluyor, kokluyordu. Kızına bu kadar hasretle sarıldığını hiç anımsamıyordu. Ayşe’nin saçlarını öptü öptü kokladı.
-Senin yokluğuna nasıl dayanacağım kızım? Ben sensiz ne yapacağım?
-Ben de seni hep özleyeceğim anam. Ben de senin yokluğunun hasretini çekeceğim. Merak etme, gelir kalırız seninle.
-Ne zaman gelecekler seni istemeye?
-Mayıs ayının on beşinde ana.
-Muhtar İdris ile Mahmut ağayı çağıralım.
-Olur ana.
Ayrıldılar. Yine bir süre göz göze geldiler, bir daha sarılıp ayrıldılar.
-Ne kadar soğan alırsan al, ben de bazlama yemeyi özledim. Akşama yapalım, yoğurt da var. Yeriz kızım.
-Ana bir şey daha diyeceğim.
-Yine ne oldu?
-Okuma-yazma bilenlere üç aylık kurs mu ne vereceklermiş.
-Eee.
-Otuz yaşın altında, yirmi yaşın üstünde olanlara üç aylık ebe kursu mu ne vereceklermiş.
-Ben de duydum.
-Diyorum ben de katılsam ebe kursuna.
-Ne yani ebe mi olacaksın?
-Niye olmasın ana? Kurstan sonra imtihan edecekler, başarılı olanları devlet ebe olarak tayin edecekmiş. Devlet onlara maaş verecekmiş.
-Yani memur mu olacaksın?
-Olur anam niye olmasın?
-Bakalım o çok sevdiğin, canın gibi sevdiğin Can kabul edecek mi?
-Hatta köylere gitmek için ebelere kiralık katır, at ya da eşek veriyormuş.
-Bak sen.
-Ardasa kasabasında Can ile bir ev tutarız. Can’ın da atını kiralarız, onunla birlikte köylere gider geliriz.
-Ardasa’ya verirler mi seni.
-İstediğin yerde çalışabiliyormuşsun. Hatta, köyleri bölüyorlarmış. Sen o köylere gidiyormuşsun.
-Sen neler de öğrenmişsin de benim haberim yok. Peki nerede verecekler bu… ne idi…
-Kurs.
-Nerede verecekler bu kursu?
-Muhtar İdris amca, Kel Ahmet amcanın evinin alt katını göstermiş. Gelenler beğenmiş. Bize kurs verecek olan da o evin odasında kalacakmış.
-Peki bu kursu verecek olan kadın mı erkek mi?
-Erkek olur mu ana kadın.
-İyi de her gün gidecek misin kursa?
-Yok ana sabahtan öğlene kadar.
-İyi olsun ama Can ile de konuş.
-Konuşurum ana.
-Tamam ebe kadın haydi gidelim akşam oluyor, daha bazlama yapacağız. İnşallah ilk doğumu kendi kendine yaptırırsın.
Xxx
Akşama doğru Laz Hasan’ın kahvehanesi gittikçe dolmaya başladı. Akşam yemeğini yiyenler kahvehanede soluğu alıyordu. Mahmut emmi, her zamanki ekibinden Abdullah, Temel, Dursun ve Halil ile birlikte oturuyordular.
Muhtar İdris çayını bitirdikten sonra ayağa kalktı:
-Komşular… Komşular beni biraz dinler misiniz?… Ebe ile okuma yazma kursları için yerleri bulduk. Yirmi ile otuz yaş arasında okuma yazma bilen kız ve kadınlar bu kursa katılabilecekler. Kursa katılmak için okuma yazma şartı var. Evinizde konuşun. Kursa katılmak isteyen ve okuma yazma şartını taşıyanların listesini alıp eğitim verecek bayana vereceğim. Okuma yazma kursu sabah dokuz ile on iki arasında erkeklere, öğleden sonra saat bir ile dört arasında ise bayanlara. Sizden okuma yazma kursuna katılmak isteyenlerin de yarına kadar isimlerini bana yazdırın.
-Kadınlara kursu kim verecek, erkek mi Kadın mı?
-Ne fark eder Süleyman?
-Etmez de…
-Kadınlara kadın hoca, erkeklere de erkek hoca kurs verecek.
-Çok güzel.
-Bir şey daha var.
-O ne ki muhtar.
-Köyümüze okul yapılacak. Çocuklarımız bu okulda beş yıl okuyacaklar. Buna da ilk mektep diyorlar. Okul için bizden beden gücü istiyorlar. Usta olanlar duvar yapımında, usta olmayanlar ise amele olarak çalışacakmış. Ayağımıza gelen bu fırsatı kaybetmeyelim. Beş yıl sonra ilk mektebi bitirenler Maçka’da üç yıl orta mektepte okuyacak.
-Doğru dersin de muhtar, çocuklar mektebe giderlerse mala, koyunlara kim çobanlık yapacak?
-Bizler yapacağız. Kahvehanede boş boş oturacağımıza malımıza mülkümüze biz bakacağız, çobanlık yapacağız. Ankara’daki paşamız her köye köylülerin de desteğini alarak okul yapın talimatı vermiş.
-O farklı muhtar… Paşamız öyle emir buyurduysa vardır bir bildiği. Yeter ki çocuklarımız okusun biz mal bekler, çobanlık yaparız.
-Sağ olun ben de sizlerden bunu beklerdim.
-Okulu yaparız, yeter ki çocuklarımız okusun, dedi Mahmut emmi ve devam etti, bakın Mustafa Kemal Paşa okudu, bu ülkemizi düşmanlardan kurtardı. Çocuklarımız da okusun adam olsunlar. Doktor olsunlar, muallim olsunlar, mühendis olsunlar.
-Muhtar, dedi Laz Hasan, bu adamlar kursa gidecek, okul yapacaklar, peki ben kime çay satacağım?
-Merak etme Laz Hasan, bunlar akşamları senin kahvehaneni yine doldururlar.
(Devamı var)