Canboğul (46)

Ciharlı köyünde Ömer’in Celal’i nasıl yumrukladığı anlatılıyordu, köşe, bucakta. Kahvede, çeşme başında, evlerde iki yumrukla nasıl yere serildiği konuşuluyordu. Yumruk olayını duyan köyün erkekleri Laz Hasan’ın kahvehanesine geliyorlardı. Hiçbir şey olmamış gibi davranan Ömer’deydi herkesin gözü, kulağı. Ama o çayları veriyor, boş bardakları toplayıp ocağa götürmekle meşguldü. 

-Koca Kaplan’ın oğlu olduğunu ispatladı.

-Babası gibi o da yiğitmiş de bizim haberimiz yok.

-Ne demiş atalarımız ‘Suyun yavaş akanından, insanın yere bakanından korkacaksın.’

-Doğru demişler, baksana hiçbir şey olmamış gibi işini yapıyor.

-Konuştuklarımızı duyuyor mu acaba?

-Babasının oğluysa ne konuştuğumuzu duymadıysa da onu konuştuğumuzu kesinlikle biliyordur.

-Ama Allah’ı var, haksız da değil.

-Hem bir değil iki tane sallamış Kel Ahmet’in Celal’e.

Kahvehanede bu konuşmalar sürerken, çeşme başında da kızlar Ömer’i konuşuyorlardı.

-Sen elin bekar kızı hakkında ileri geri konuşursan yersin gözünün üzerine yumruğu. 

Hacer ile Fadime de aralarındaydı. Kızlar Ömer’i konuşurken onlar dikkatlice dinliyor, söze girmiyorlardı. 

-Ben, Ömer’i çok beğeniyorum.

-Ben de.

-Ben de.

“Ben deler” uzayıp gidiyordu çeşmenin başında.

-Ömer haklı değil mi Fadime?

-Haklı tabi ki Hacer.

-Bu kızlar da Ömer’i konuşuyorlar, daha düne kadar Celal’i konuşan kızlar nedense Ömer’i konuşmaya başladılar.

-Sen de Ömer’i seviyormuş gibisin.

-Sen sevmiyor musun?

-Seviyoruz da ne boşuna.

-Neden boşuna olsun, elbette birimizden birine gönlü düşer.

-Biraz süslenip, püslenip kahvehanenin önünden mi geçsek?

-Neden olmasın?

-Valla iyi düşündün.

Xxx

Kel Ahmet, oğlunu karşısına almış konuşuyordu. Oldukça öfkeli olan Kel Ahmet:

-Senin başka işin yok da iki sevenin arasına giriyorsun, deli misin sen?

-Deli değilim baba, ne yapayım seviyorum Ayşe’yi.

-Oğlum kaç kez istedik, kızın sende gönlü yok. O gönlünü vereceği kişiye vermiş, sen nice aralarına girersin? Bak oğul, çayın iyisi odun ateşinde, insanın iyisi gönül ateşinde belli olurmuş, der atalarımız. Şimdi, ortada odun var ateş yok, ortada ateş var odun yok. Senin gönlün Ayşe’ye düşmüş ama kızın gönlü sana düşmemiş. Neden bu kadar ısrar ediyorsun? Bu da yetmiyormuş gibi, kardeşinin yanında ileri geri konuşuyorsun. Olacak iş mi oğul? Senin kız kardeşin için birisi senin yanında ileri geri konuşsa kabullenir misin?

-Yaptım bir hata baba, aralarına girmemeliydim ama oldu bir kere.

-Gidip hem Ömer’den hem de Meryem hatundan özür dileyecek, bir hata yaptığını söyleyeceksin.  Ben, kahvehaneye gidiyorum. Sen de akşam evlerine gidip hepsinden seni bağışlamalarını isteyeceksin. Anladın mı?

-Anladım baba.

Kel Ahmet, dediği gibi evden çıkıp köyün tek kahvehanesi olan Laz Hasan’ın kahvehanesine geldi. Onu görenler masalarına davet ettilerse de o boş bulduğu bir masaya oturdu. Her halinden mutsuz olduğu belli oluyordu. Laz Hasan, Ömer’in yerine iki çay alarak yanına geldi.

-Seninle karşılıklı birer çay içelim.

-Hiçbir şey söyleme Hasan, oğlanla konuştum, akşam evlerine gidecek ve özür dileyecek onlardan.

-Çok iyi yaptın Ahmet, umarım herhangi bir tatsızlık olmaz. Bu meselenin bir an önce kapanması lazım.

-Doğru söylersin.

Ömer, işini bitirip evine dönerken hala Celal’in ablası Ayşe için söylediği sözler beyninde zonkluyordu. Dişlerini sıkıyordu. “Abi bildik, abi dedik. Sen kalk ablam için o sözleri söyle. Bırakmadı beni Hasan amca, yoksa onu yere sermek işten bile değildi.” Hem kendi kendine konuşuyor hem de yumruklarını sıkıyordu. Evin kapısına ne zaman geldiğini fark etmedi sinirinden. Hızlı hızlı kapıyı çaldı. 

-Kimdir böyle kapıyı yumruklayan Selim?

-Bilmem ana. Abim desem o böyle kapıyı çalmaz. Ben bir bakayım.

Selim, kapıyı açtı. Ömer direk içeri girdi. Her zaman güler yüzle eve giren Ömer’in yüzü bir karıştı. Anası ve ablasıyla konuşmadan Selim ile yattıkları odaya geçti. Peykenin üzerine uzandı. 

Meryem hatun ile Ayşe ve Selim birbirlerine “Ne oldu?” sorusunu sorar gibi baktılar. Meryem hatun oturduğu yerden kalktı, doğruca Ömer’in yanına gitti. Odanın kapısı kapalıydı, açtı. Ömer yattığı peyke üzerinde toparlandı, oturdu. Meryem hatun da oğlunun yanına. Bir süre oğluna soru sorar gibi yüzüne baktı. Ömer’den ses gelmeyince:

-Ne oldu bakayım benim oğluma?

Ömer, duyulacak bir sesle:

-Bir şey yok ana.

-Var, var bir şey var da bizimle paylaşmıyorsun. Canını sıkan ne oldu Ömer? Hasan emmin seni işten mi çıkardı?

-Yok ana.

-Eee, o zaman ne oldu?

-Şu Kel Ahmet’in oğlu Celal…

-Ne oldu Celal’e?

-Bir şey olmadı, kavga ettik onunla.

-Kavga mı?

-Evet.

-Neden ki oğul, sen yok yere kimselere bulaşmaz, kavga etmezsin.

-Ablam hakkında ileri geri konuştu. Ben de dövdüm onu.

-Eline koluna sağlık oğlum. Hadi gel ablanla Selim mutfaktalar, sofrayı kurmuşlardır. Hadi gel yemeğimizi yiyelim.

-Benim pek iştahım yok ana.

-Olmaz, sen yemezsen ben de yemem. Ablan da yemez, Selim de.  Ablan, taze soğan topladı, güzel de bazlama yaptık. Kara lahana çorbası da var. Bazlamanın yanında yoğurdumuz da Ömer’im. İştahım yok deme, kızı ister bin kişi alır bir kişi benim güzel oğlum.

Meryem hatunun söylediği gibi Ayşe sofrayı kurmuş, Ömer ile annesinin gelmesini bekliyorlardı. Ayşe ve Selim, bir annelerine bir de Ömer’e bakıyorlardı. Hiçbir şey olmamış gibi, Ömer ve annesi sofraya oturdu. Henüz yemeğin başındaydılar ki, kapı çalındı.

-Ben bakarım, dedi Selim.

Gitti, kapıyı açtı. Karşısında Kel Ahmet’in Celal’i görünce, hiçbir şeyden haberi olmayan Selim:

-Buyur Celal abi.

-Ömer evde mi?

-Evde abi.

-Girebilir miyim?

-Buyur, ne demek, hoş geldin.

Celal iki büklüm, ellerini önünde bağlı tutarak içeri girdi. Evin kapısı zaten mutfağa açılıyordu. İçeri girer girmez, “selam” verdi ve:

-Afiyet olsun.

Meryem ana ve Ömer’in kaşları çatıldı. Ayağa kalmaya kalkışan oğlunun kolunu tutarak kalkmasını engelleyen Meryem ana, hiçbir şey olmamış gibi:

-Buyur, kızım bir kaşık daha getir.

-Yok ana, sağ ol… Ben buraya hepinizden özür dilemeye geldim. Bir hata yaptım. Ömer, bana vurmakta haklıydı. 

Ayşe, merakla:

-Ne haklısı ne vurması?

-Kusura bakma Ayşe, bundan sonra beni de Ömer ve Selim gibi kardeş kabul et. Sen, artık benim bacımsın.

-Neler oluyor, birisi anlatacak mı?

-Anlatırım kızım, Ömer bana anlattı… Tamam Celal, madem evimize kadar geldin, hata ettiğini söyledin, Ayşe’nin de bundan sonra bacın olduğunu söyledin, gel soframıza otur, yemeğimizi ye.

-Sağol Meryem ana, ver elini öpeyim. 

-Konuyu bilmiyorum ama, madem buraya kadar geldin, benim, senin bacın olduğunu söyledin, otur birlikte yemek yiyelim. Eğer yemeğimi yemezsen doğru söylediğine inanmam Celal.

-Kızım doğru söylüyor, otur birlikte yemek yiyelim.

-Peki ana.

-Sana kaşık getireyim ama yemekten sonra ne olduğunu anlatacaksın Celal, dedi Ayşe.

Yemek yenildi. Celal evden çıkarken Meryem ananın elini öptü, Ömer ile kucaklaştı.

-Ömer, Selim’le birlikte geçirin Celal’i, Mahmut emmi akşamları köpeğini çözüyor, saldırır bir şey olur.

-Olur ana.

Birlikte evden çıktılar. Dışarısı oldukça karanlıktı. Bir süre konuşmadan yürüdüler. Meryem ananın söylediği gibi Mahmut emmi köpeğini çözmüş, başıboş köyün içerisinde dolaşıyordu.

-Çözme dedik köpeği ama yine çözmüş.

-Öyle Celal abi… Abi, sana vurduğum için sen de beni bağışla.

-Haklıydın Ömer, ben de olsam aynısını yapardım.

-Oldu bir kere Celal abi.

-Ne ağır da yumruğun varmış, o nasıl yumruk oğlum, balyoz yemiş gibi oldum.

-Affet abi.

-Affedilecek bir şey yok. 

Yürüyerek Laz Hasan’ın kahvesinin önüne kadar geldiler. 

-Gelin birer çay da Hasan emmiden içelim.

Kahvehanenin önünde bir kamyonun olduğunu fark eden Ömer:

-Mutlaka toptancı Cemil’dir.

-Bence de girelim bakalım.

İçeri girdiler. Kahvehanede oturanlar üçünü bir arada görünce önce şaşırdılar, en çok da şaşıran Kel Ahmet ile Laz Hasan oldu. Boş buldukları bir masaya oturdular. Laz Hasan çayları alarak geldi. 

-Hep böyle olun, bu çaylar benden, bundan sonrakilere karışmam.

Kel Ahmet, oturduğu yerden kalkarak yanlarına geldi. Ayağa kalktılar. Sandalye verip oturdular.

-Bir sorun yok değil mi Ömer?

-Yok Ahmet amca.

-Bir sorun yok değil mi Celal?

-Yok baba.

-Çok güzel, ne kadar çay içerseniz için bu akşam çaylarınız benden, dedi ve kalktı, Mahmut emminin masasına geçti.

-Abi, o araba ne için geldi?

-Hangi araba?

-Hangisi olacak, kapıdaki?

-Mutlaka yine sevkiyat vardır?

Bu sırada Mahmut emmi karşı masadan Ömer’e seslendi:

-Ömer, ablana söyle yarın sevkiyat var. Bu kez Şeyran’a gidilecek ona göre hazırlıklı olsun.

-Söylerim emmi.

Bu sırada önlerinde uzman çavuşla birlikte altı jandarma içeri girdi. Uzman Çavuş Fethi, oldukça aceleciyle, hararetle:

-Arkadaşlar, Zigana’da çığ meydana geldi. İki asker ile iki vatandaşımız çığ altında kaldı. Yardımınıza ihtiyacımız var. Kazma ve küreklerinizi alıp bizimle gelin. 

-Gel komutan, az otur, ben bekçiyle köye duyurtayım, herkes kazma ve küreklerini alsın gelsin, dedi muhtar İdris.

-Olur, 

-Ömer koşun bana bekçiyi çağırın, davulu ile gelsin. Dur dur, ‘Zigana’da çığ meydana geldi, köyün erkekleri kazma küreklerini alarak kahvehaneye gelsin’ diye duyursun.

-Peki emmi, hemen gidiyorum.

Az sonra eli kazma kürek tutan köyün erkekleri kapının önündeydi. Kimisi katırları, kimisi eşekleri ile gelmişlerdi. Komutan gelenlere durumu anlattı. Hayvanlarına binenler, “deh” deyip yola çıkıyordu. 

(Devamı var)

YORUM EKLE