Canboğul (50)

Güneş, oturdukları kapı önünden çekilinceye kadar Seher ana, Ayşe ve Ayşegül çay içip sohbet ettiler. Seher ana, sık sık Ayşe’ye bakarak onu iyice tanımaya çalışıyordu. Köylerini, annesini kardeşlerini soran Seher anaya, Ayşe kısa cevaplar veriyordu.

-Ayşegül, siz oturun, ben yemeği sobanın üzerine koyup geleyim. Ha, az kalsın unutuyordum, Mustafa ile Zülfiye kadın nerede bugün görünmediler?

-Sabah Sarbışka’ya gittiler, akşama geliriz dediler.

-İyi, siz oturun.

-Biz hallederiz ana, sen otur.

-Yok yok ben hallederim kızım, fazla beklemeyin, sofrayı da kuracağım. Sen de gel Ayşegül, birlikte yemek yiyelim.

-Bizimkiler nerede ise gelirler ana, siz birlikte yersiniz.

-Olsun kızım.

Xxx

Karanlığın kitlemesine rağmen Meryem ana hala kapının eşiğinde oturuyordu. Aklı sefere çıkan Ayşe’deydi. Bu sefer gitmesine gönlü razı gelmemişti ama kızının ısrarına dayanamayıp izin vermişti. Onun da içini Can’ın anası Seher hatun gibi sıkıntılar basıyordu. Gördüğü rüyalarla aniden uyanıyor ve bir daha uyuyamıyordu. Kızına anlatmaya çalışmıştı ama bir türlü söyleyememişti. Karşısında oturan oğlu Selim’in farkında bile değildi. Ana oğul küsmüş gibi hiç konuşmuyorlardı. Selim, sık sık anasına bakıyor, sıkıntılı halini seziyordu ama bir şey de soramıyordu, bıçağı ile yerden aldığı çalıyı yontuyor, sık sık da anasına bakıyordu. Sonunda dayanamadı: 

-Ana! diye seslendi duyulur bir sesle.

Dalıp giden Meryem hatun, oğlunun seslenişini duymadı bile. Dün gece gördüğü rüya gözlerinin önünden gitmiyordu. Karla kaplı yüksek bir dağdan kervan geçiyordu, daracık cılga bir yolu vardı. Yol o kadar daracıktı ki, dengeni kaybedip düşecek olsan kurtuluşun yoktu. Kervanın ortasında kızı Ayşe gidiyordu. Katırın yuları elinde diğerleri gibi katırını çekiyordu. Dağdan bir gürültü kopuyor ve gelen çığ tam da kızının bulunduğu yere düşüyor, kızı bir anda gözden kayboluyordu. Gördüğü rüya gözlerinin önüne geldikçe içinde fırtınalar kopuyor, içi içine sığmıyordu.

-Ben ne yaptım?

Uzun süre konuşmayan anasının ağzından çıkan sözcükler Selim’in dikkatini çekti.

-Ne oldu ana ne yaptın?

-Ne, ne yaptın?

-‘Ben ne yaptım’ dedin.

-Ha, öyle mi? Önemli değil Selim oğlum.

-Ana, senin bir sıkıntın var da söylemiyordun.

-Yok oğlum, Allah’a şükür ne sıkıntım olacak ki?

-Var ana var da söylemiyorsun, elindeki çalı ile bıçağı yere bırakıp, anasının yanına geldi. Anasının elini  aldı öptü, söyle ana ne oldu?

-Bir şey olmadı da bir şey olacak gibi içimde bir korku var oğul.

-Ne korkusu ana?

-Ayşe’yi düşünüyorum oğul.

-Madem düşünüyorsun ana niye yolladın, başkası gideydi ablamın yerine?

-Dinlemedi beni oğul, ‘zaten son gidişim olacak’ dedi oğul.

-Doğru söylemiş, evlenince bizden ayrılacak, son gidişi olacak tabi.

-İnşallah öyle olur oğul, inşallah sağ selim döner de gelir.

-İnşallah ana, ablam akıllıdır, hem Can abi var onunla, tehlikeye atmaz ablamı.

-Umarım öyle olur oğul.

-Gel anam içeri girelim, hava iyice karardı, abim de nerede ise gelir. Ben lambayı yakayım, sonra da birlikte sofrayı hazırlarız.

-Olur oğul.

Xxx

Dulağası Yaylası’nda açan papatya ve sarı çiçekler yaylaya ayrı bir güzellik veriyordu. Yığma taş ile yapılan keliflerin çevresi papatya ve sarı çiçekler ile çevriliydi. Hayvanların akşamları kaldığı çevirmenin içerisinde açan zambaklar ise çevreye yaydığı mis gibi kokusuyla insanlara umut aşılıyordu.

-Çok güzel bir yayla Can, bu kadar güzel bir yaylayı ilk kez görüyorum. Beyaz, sarı ve kırmızı renkler birbirine karışmış, akan suyun sesi ile birlikte insanın içini bir hoş ediyor. Çok güzel yaylanız var.

-Öyle Mahmut emmi. Bir ay sürer bu güzellik. 

-Kelifler kilitlidir değil mi?

-Ben aldım anahtarlarını.

-Herkes yükünü yatacağı kelife mi koysun?

-Öyle yapacağız.

Katırcılar, hayvanların yükünü yıkarken Can da kelif sahiplerinden aldığı anahtarlarla kapıları açıyordu. Keliflerin içi boştu. Orta yerde kurulu olan eski püskü sobalar ve peykelerden başka bir şey yoktu içeride, her yer toz topraktı. 

-Herkes ayrı ayrı mı yatacak Can?

-Öyle emmi. Keliflerin içinde tek peyke var.

-Hava da soğuyor.

-Gece daha da soğuyacak.

Mahmut emmi, katırcıların toplanmasını istedi:

-Herkes beni dinlesin. Sağ olsun Can, hepimize birer kelif açtı. Yüklerinizi yatacağınız kelife koyun. Sobaları yakın. Peykelerde de yatarsınız. Katırları çevirmeye bağlayın. Semerlerini çözmeyin, üşümesinler. Yemekten sonra herkes yatsın, sabah erken kalkıp yola koyulacağız. En erken kim kalkarsa çayı demlesin. Haydin şimdi azık çantalarımızı açıp, yemeğimizi yiyelim.

Xxx

Ayşegül, Kartal Mustafa ve Zülfiye kadınla akşam yemeğini yedikten sonra:

-Baba, Ayşe, Seher ana ile birlikte izin verirsen onunla kalacağım bu gece.

-Olur kızım, biz de gelirdik ama, yorulduk.

-Yatağınızı açayım baba.

-Yok kızım, Zülfiye açar, sen git.

-Tamam baba.

Seher hatun ile Ayşe de akşam yemeğini bitirmişlerdi. Ayşe, sofrayı topladı, bulaşıkları yıkarken kapı çalındı.

-Ben açarım kızım.

Ayşegül, kapıdan içeri girer girmez:

-Ana, Ayşe gelinin olmadan başladı bulaşıkları yıkamaya.

-Ben yıkarım dedim ama, o ısrarcı olunca ben de bir şey demedim.

-Olsun ana, alışsın. Nasıl bakayım temiz yıkıyor mu?

-Ayşegül abla, ben pis kız mıyım ki, bakayım temiz yıkıyor mu diyorsun?

-Hemen alınma, şaka yaptım.

-Biliyorum.

-Siz sohbet edin ben namazımı kılayım.

-Allah kabul etsin ana, bizlere de dua et.

-Ediyorum kızım, ediyorum.

Ayşe, bulaşıkları yıkamayı bitirdikten sonra Ayşegül ile karşılıklı oturdular. 

-E, söyle bakalım Ayşe, şimdiden alışıyorsun bu eve.

-Alışmayacak bir şey yok Ayşegül abla.

-Yarın dikkatli gidin, buraya yağmur Gavur Dağı Geçidine kar yağdı. En tehlikelisi de bu, karın üstüne kar yağması. 

-Dikkat ederiz abla, zaten bu son seferimiz olacak.

-Nedenmiş o? Yoksa düğünde bu sene mi?

-Öyle abla, bizim töremizde nişanlı kız evde en çok üç ay bekler.

-Deme? Yani sen üç ay sonra buradasın öyle mi?

-Öyle abla, kısmet olursa.

-İnşallah.

-Anam yollamak istemedi, ben ısrar edince dayanamayıp yolladı.

-Benim Can da tam bu ayda çığ altında kalmıştı.

-Duyunca çok üzüldüm abla.

-Dediğimi unutma, ben Can’ımı yitirdim, sen yitirme.

-Bu sefer hiç ayrılmayacağım ondan. Önden o arkadan ben gideceğim.

Namazını kılan Seher hatun, yanlarına geldi. 

-Ne konuşuyordunuz?

-Bir şey konuşmadık ana, yarın ki seferi konuştuk.

-Çok dua ediyorum hayırlısı ile gidip gelmeniz için benim güzel kızım.

-İnşallah ana. 

-Çay koymadınız mı?

-Koyduk ana, senin namazını bitirmeni bekliyorduk.

-Siz çayları koyun, ben pestil getireyim. Çay ile güzel yenilir.

İlk kez pestil adını duyan Ayşe:

-Abla pestil ne oluyor, ben ilk defa duyuyorum.

-Geldiğinde görürsün, bizim buralarda duttan yapılır.

Elinde katlanmış pestil ile gelen Seher hatun:

-Haydi koyun çayları.

Seher hatun, eliyle parçaladığı pestilden önce Ayşe’ye daha sonra da Ayşegül’e verdi. Eline pestili alan Ayşe:

-Ana, ben bunu ilk defa görüyorum, bizim köyde yapmazlar.

-Hele ye bakalım, beğenecek misin kızım?

Pestilden bir parça koparıp yiyen Ayşe:

-Çok güzel ana, sen mi yaptın?

-Ben yaptım kızım.

-Nasıl yapılıyor bu?

-Nasıl yapıldığını buraya gelin geldiğin zaman öğrenirsin, değil mi Seher ana?

-İnşallah kızım.

Pestil, ağız tadıyla yenildi, çaylar içildi. Zaman ilerlemişti. Ayşe’nin günün yorgunluğu ile gözleri kapanıyordu. 

-Ben bu akşam Ayşe ile kalacağım ana.

-Olsun kızım. Ayşe de yorgundur. Yatalım, sabah erkenden kalkacak. Ben, Can’ın odasında yatacağım, siz de benim yattığım odada yatarsınız.

-Tamam ana, iyi geceler.

-İyi geceler. Oturmayın, kalkın yatın.

Xxx

Yaylada en erken kalkan Can olmuştu. Ayşe’yi düşünmekten uyuyamamıştı. Bir ara gözleri kapanır uykuya geçer gibi oldu, gördüğü rüya ile yattığı yerden hızla doğrulmuş ve bir daha sabaha kadar gözlerine uyku girmemişti. 

Keliften dışarı çıktı. Herkes daha uykudaydı. Yaylanın çeşmesinden akan soğuk su ile yüzünü yıkadı. Kara demliği doldurdu. Akşamdan kurulu olan iki taşın üzerine koydu. Çalı çırpı ile ateşi yaktı. Üşüyen ellerini ateşe tuttu. Eline aldığı çalıyla ateşi karıştırırken düşünceliydi. Gördüğü rüya hala aklından çıkmıyordu. Rüyasında Ayşe ile el ele giderken yürüdükleri toprak birden yarılıyor ve birlikte yarılan toprağın içine düşüyorlardı. 

-Su kaynadı Can, çok düşüncelisin?

-Kalktın mı Mahmut emmi, fark etmedim suyun kaynadığını hemen çayı demleyeyim. 

-Çayı getirdim, ben demlerim. Sen diğerlerini uyandır.

-Olur emmi.

Kalkanlar, sabahın soğuğunda çeşmede yüzlerini yıkayıp azık çantaları ile yanan ateşin yanına geliyordu. Bağdaş kurulup oturuldu. Azık çantaları açıldı. Ortaya yöreye has peynir, tereyağı, kuru çökelek konuldu. İştahla kahvaltılarını yaptılar. 

-Bir çay daha demleyelim, Ayşe gelinceye kadar, dedi Mahmut emmi.

-Ben erken kalk gel, yaylada kahvaltı yapacağız dedim ama anam mutlaka kahvaltı yapmadan bırakmadı.

-Ben de olsam bırakmam.

Demledikleri ikinci demlik bitmek üzereyken önde Deli Osman, Arap’ın üzerinde Ayşe, arkada ise Oğuz ile birlikte yanlarına geldiler. 

-Biz kahvaltıyı yaptık Ayşe.

-Seher ana bırakmadı, biz de yaptık emmi.

-İyi öyleyse, toparlanalım. Yüklerimizi yükleyip yola çıkalım. Akşam karanlığı da olsa Şeyran’a varmaya çalışalım.

Katırlara torbalar yüklendi. Kelifler kilitlendi. Tek sıra halinde yola koyuldular. 

(Devamı var)

YORUM EKLE