Laz Hasan’ın kahvesinin önü kadın, erkek, çoluk çocukla doluydu. Kemençe sesini duyanlar evlerinin kapısını kilitleyip ailece oradaydı. Dursun, horon halkasının içinde hem çalıyor hem de dönüyordu. Kadın erkek birlikte horon oynuyordu. Tüm köylü Laz Hasan’ın kahvesinin önündeki alandaydı. Zaman zaman patlayan silah sesleri karşı kayalıklarda yankılanıp geri dönüyordu.
Lütfi Ağa, beraberindekilerle köylülerin doldurduğu alana yaklaşınca ata yadigarı parabellumu belinden çıkardı. Haznede ne kadar mermi varsa hepsini havaya sıktı. Onun geldiğini gören köylüler horonu durdurdu. Dursun da kemençe çalmayı bıraktı. Herkes sıraya girip Lütfi Ağanın elini öptü.
-Niye durdunuz köftehorlar, haydi durmayın devam edin.
-Sensiz olmaz ağam.
-Kim o, ‘sensiz olmaz’ diyen.
-Benim ağam, yanıtını verdi Abdullah, hatta hanım ağamızla birlikte oynarsanız, bizleri onurlandırırsınız.
-Ne dersin hatun?
-Sen nasıl dersen öyle olsun.
-O zaman gel bakayım koluma, karısı Kezban’ın elinden tuttu, haydi bakalım kemençeci çal bakalım bir horon havası.
-Çalamam ağam.
-Anlamadım, ne diyor bu uşak Mahmut ağa?
-Çalmaz ağam.
-Neden Çalmaz?
-Bizim geleneğimizde, kız istemeye gelenlerin hepsi ilk horonu kurarlar.
-Ula bu nasıl töre, ya oynamasını bilmiyorlarsa?
-Ne kadar oynarlarsa.
-Gel bakalım Kartal Mustafa, gel bakalım Seher bacı, gel bakalım Can, şunlara bir horon oynayalım ki, ağızları açık kalsın.
El ele tutuştular. Dursun, Lütfi Ağanın yanına geldi:
-Ne çalayım ağam.
-Dizden kırmayı bilir misin?
-Senin dilin dönsün ağam.
-De hadi durma.
Horon başında Lütfi Ağa, kolunda karısı Kezban, Seher Ana, Can ve sonda Kartal Mustafa, kemençe eşliğinde dizden kırmayı oynamaya başladılar. Ciharlılar ise onları seyrediyordu.
Üç tur attıktan sonra cebindeki baba yadigarını çıkardı, tek atış yaptı. Kartal Mustafa durur mu, o da parabellumu belinden çıkardı o da tek atış yaptı. Bu kez Lütfi Ağa, iki atış daha yapınca Kartal Mustafa da iki atışla onu izledi. Silahlarında mermiler bitince beline soktular. Herkes Can’a bakıyordu. Bakışların farkında olan Can, o da baba yadigarını çıkararak ikişer ikişer havaya sıktı, ta ki şarjördeki mermiler bitinceye kadar. Üç tur daha attılar. Üç tur sonrası Ciharlılar kadın erkek horona dahil oldular.
Seher ana oğlunun elinden tutarak horondan çıktı. Ayşe’nin bulunduğu horon halkasına geldiler. Ayşe’yi ortaya alarak horona devam ettiler. Oynamayan oğlanlar Ayşe’ye kızlar ise Can’a bakıyorlardı.
-Ne güzel yakıştılar birbirlerine.
-Tencere yuvarlandı kapağını buldu.
-Kız güzel, oğlan yakışıklı.
-Bence Ayşe oğlana göre değil.
-Neden?
-Oğlandaki yakışıklılığa baksana, boy pos yerinde, tığ gibi delikanlı.
-Biz niye daha önce görmedik bu oğlanı?
-Katırcı olman lazımdı.
-Yüz kere katırcı olmaya razı olurdum.
-Gece gündüz demem yol yürürdüm.
-Canım bizim köyde de yakışıklı oğlanlar var.
-Var da ne nah burun, adamın gözünü çıkarır bizim köyün oğlanların burunları.
-Seninki çok küçük gibi konuşuyorsun.
-Bizim buranın havasından kız.
-Nasıl hava ise hepimiz karga burunlu.
-Allah öyle yarattı, tövbe de. Yoksa düşersin bir karga burunluya.
-Tövbe tövbe.
-Kızlar biz de girelim mi horona?
-Girelim.
-Biz girersek bizim köyün oğlanları da girer.
Öyle de oldu. Ömer ise Celal’den gözünü ayırmıyordu. Ablası ile Can’ı kol kola horon oynarken görüp, bir şey yapar şüphesi vardı içinde. Her ne kadar “Bundan sonra bacımsın” dediyse de yine de dikkatli olmak gerekiyordu. Celal ise, kahvehane kapısının yanında morali bozuk bir şekilde horon oynayanları seyrediyordu. “Horana girelim” diyenlerin teklifini geri çeviriyordu. Ayşe’yi oynarken görünce içinden bir şeylerin akıp gittiğini hissediyordu. Yavaş yavaş kapının yanından ayrıldı. Başı önünde evin yolunu tuttu. Onun ayrılışı Ömer’i rahatlatmıştı. Yolu gören bir yere çıktı, “Ne olur ne olmaz, bakarsın geri döner” diyerek bu kez de yolu gözlemeye başladı.
Lütfi Ağa, horonu bitirdi.
-Hepinizden Allah razı olsun komşular. Akşam olmak üzere, yolcu yolunda gerek.
Lütfi Ağa ve beraberindekiler, vedalaşarak Ciharlı köyünden yola çıktılar. Köyden uzaklaştıkça, etraflarını sis sarıyordu. Hafiften çiselemeye de başladı.
-Durum iyi değil Kartal Mustafa.
-Nasıl Ağa?
-Dağ şimdi ‘Mehmetali’ diye çağırıyor.
-O ne demek ağa?
-Yani dağda fırtına, tipi ve kar var.
-Deme, ne yapacağız?
-Yapacak bir şey yok, yola devam edeceğiz.
Xxx
Tahsildar Resul çalışma saati bitimi evine geldi. Karısı Hatun, hemen sofrayı kurdu. Tek çocuğu olan kızı Fatma’yı sordu karısına:
-Nerede bu kız?
-Sabahtan beri pencerenin önünde oturuyor. Bir lokma ekmek de koymadı ağzına.
-Neyi var?
-Sordum, bir şey söylemedi. Yalvardım gel kızım bir şeyler ye dedim, oralı olmadı.
-Allah Allah,
-Son günlerde hiç yüzü gülmüyor.
-Ne oldu ki dur bir de ben bakayım.
Tahsildar Resul kızının odasının kapısını açtı. Fatma, babasının içeri girdiğinin farkında bile olmadı. Kızını pencerenin önünde oturur buldu. Sürekli dışarıda bir noktaya bakıyordu.
-Fatma, kızım.
Kızından bir cevap alamayan Resul, gitti, yanına oturdu.
-Ne oldu benim güzel kızıma? Kızının saçlarını okşadı, ne oldun kızım?
Fatma, yavaş yavaş başını babasına çevirdi, gözlerinin içine baktı.
-Hiç baba.
-Annen söyledi, sabahtan beri hiçbir şey yememişsin. Hasta mısın?
-Yok baba.
-Daha neyin var, kızım?
-Bir şeyim yok baba.
-Haydi gel, annen sofrayı kurdu, sen yemezsen ben de yemeyeceğim.
-Bana bakma baba, sen ye yemeğini.
-Bak, benim bir tanem. Sen benim için çok kıymetlisin. Bir sıkıntın varsa bana söyle, bana söyleyemiyorsan annene söyle güzel kızım. Haydi gel şimdi yemeğimizi yiyelim.
Tahsildar Resul, kızının elinden tuttu, kaldırdı. Birlikte mutfağa geçtiler.
-Hanım, kızım beni kırmadı birlikte yiyeceğiz.
-Ne güzel bey, haydi oturun, ben yemeği koyayım.
Fatma, tabağındaki yemeği yarısına kadar yedi, kaşığını sofraya bıraktı:
-Sağol ana, afiyet olsun, deyip kalktı, odasına geçti.
Tahsildar Resul, bir süre kızının arkasından baktı.
-Hanım bunun bir sıkıntısı var, birini mi seviyor?
-Sordum bey, ‘yok’ dedi.
-Allah Allah, yok yok bu kız birini seviyor hanım.
-Ne bileyim bey, birkaç defa sordum her seferinde de ‘yok’ diyor.
-Bu kız birine aşık ama kime?
-Bilmiyorum ama, caddede nal sesi duysa hemen cama koşuyor, saatlerce camın önünden geri gelmiyor.
-Bugün atıyla geçen oldu mu?
-Oldu, Fatma cama koşunca ben de bizim odanın camına gittim.
-Eee, kim geçti, tanıyor musun?
-Yok tanımıyorum. Ata binmiş bir adam, arkasında da fayton vardı. Faytonda orta yaşlı bir kadın ile genç birisi vardı.
-Adam genç mi yaşlı mıydı?
-Yaşlı.
-O zaman faytonda oturan genci bulmak lazım. Ben Ali Osman’ın kahvesine gideyim, o kimlerin geçtiğini bilir.
-Sen bilirsin bey.
(Devamı var)