Şehri daha iyi tanımak istiyorsanız onu da dinlemeniz gerekir. Size anlatacakları vardır çünkü. Hikâyeler, masallar, efsaneler, ne derseniz deyin, yüzyıllar boyunca bu coğrafyanın dillerinde yol alıp yaşadığımız bu günlerin kıyılarına gelmiş, demir atmıştır. Başka zamanları beklercesine...
Gümüşhane dendiğinde zihninizde nasıl bir görüntü canlanır? Herkes yaşadığı tarihe göre farklı resimleri görür diyebilirsiniz. Böyle bir cevaba kim itiraz edebilir ki? Üç bin yıl boyunca birçok uygarlığa, dile ve inanca hayat vermiş bu şehir, elbette birbirinden çok farklı resmin kendisi için yapılmasını bekler. Tek bir Gümüşhane yoktur üstelik. Gerçeği görmek, dahası gönlünüzün derinlerinde hissetmeniz için, şehrin o eski sokaklarında ya da bu şehre başka gözlerle başka pencerelerden bakan insanların nefes alıp verdiği mahallelerde uzun yürüyüşlere çıkmanız gerekmektedir. Ne var ki kaçamayacağımız bu gerçeğe rağmen tuval üzerine yapılan bu resim, bize çok uzaklardan gelmiş bir resim gibi öne çıkar. Bu şehrin simgesi tarihi Canca kalesinin resmidir bu. Tarih anlatır, şehri, maden ocaklarını, darphaneleri, evleri, çarşıları, camileri mevsimlere göre değişen renkleri ve günün akan saatlerindeki farklı ışıklarıyla... Gümüşhane belki de en çok oradadır. Beklide görmek istediğiniz gibidir hâlâ... Sadece zamanın tahribatına direnmiş gayretiyle değil, barındırdığı tarihiyle de...
Gümüşhane’yi daha iyi görebilmeniz için, tam da buradan hareket ederek, resmi biraz genişletmeniz gerekir. Canca Kalesini ancak o zaman görebilirsiniz. Kale şehre hâkim kayalığın üzerine inşa edilmiş şekilde dururken, size yine tarihin derinliklerinden göz kırpar, Canca Kalesini görmüşsünüzdür artık. Şehri daha iyi tanımak istiyorsanız onu da dinlemeniz gerekir. Size anlatacakları vardır çünkü. Hikâyeler, masallar, efsaneler, ne derseniz deyin, yüzyıllar boyunca bu şehrin coğrafyasının yollarında yürümüş yaşadığımız bu günlerin kıyılarına gelmiş, demir atmıştır. Başka bir zamanı beklercesine...
Gümüşhane’de, birçok şehir gibi, efsanelerini korumayı ve anlatmayı sever sonuçta. Anlatılanların yalanı da hakikati de tartışılmaz. Buna gerek de yoktur zaten. Efsaneler böyle olduğu için efsane değil midir? Şehrin sakladığı gizemlere ve Canca Kalesinin hâlâ ulaşılamamış yeraltı dehlizlerinden Harşit’e ulaşıldığı hayal gücü geniş yazarların kaleminden çıkmıştır. Canca Kalesinin size anlattıklarıysa dokunaklıdır, insanın içini acıtır. Çünkü hepsinde acıklı bir aşk hikâyesi vardır. Anlatılanların ne kadarı gerçekten yaşanmıştır, bilinmez. Olsun. Her biri sahicidir, inanılmaya değecek kadar anlamlıdır. Bu coğrafyadan geçen, buraya ait dillerin imkânsız aşklarda buluşmasıysa şehrin kimliği hakkında bize önemli bir ipucu verir gibidir.
Mitolojide de yerini almış bir efsaneden geriye aşk adına akıtılan gözyaşlarının izleri kalmıştır artık. Canca Kalesi Komutanı, Canca Kalesinde otururmuş. Bu Komutan'ın bir tek kızı varmış. Kız bir dünya güzeliymiş. Güldükçe güller açılır, ağladıkça gümüşler saçılırmış. Adı da Gümüş Kız’mış. Bu kız, her gün gümüş nalınlar giyer, gümüş testisini eline alır, Canca Kalesinden iner, gümüş tasla, gümüş testisine su doldurur, tekrar kaleye dönermiş. Bu gidiş gelişlerde, bıyıkları yeni terleyen bir çobana âşık olmuş. Oysaki babası onu, kendi Komutanları'ndan birine verecekmiş. Öyle ya! Develer bile yolda giderken zilleri, "Dengi dengine! dengi dengine !" der de vururmuş. Koca Komutan, bir çoban parçasına, dünya güzeli kızını nasıl versin? Eller ne der sonra! Kızını çobana vermemiş.
Kız deli-divane dağlara vurmuş. Babası ne dediyse, ne ettiyse yola gelmemiş, Kızına "He! " dedirtememiş. Ne yapayım, ne edeyim, derken tutmuş Canca Kalesinde kızına gümüşten bir saray yaptırmış, yüreğine taş bağlayarak, dünya güzeli kızını bu saraya hapsetmiş. Kız orada yaşadığı sürece aşkından hep ağlamış ve sevdiğine kavuşamadan ölmüş. Derler ki bugünkü Musalla deresinin berrak suları, bu gümüş kızın gözyaşları imiş. Gümüşhane, adı da oradan kalmış derler. Aşk ile ölüm şehrin sularına yazılmıştır artık...
Efsanelerden biri böyledir işte. Bunun gibi efsaneler şehrin Edebiyatı’nda yerini alarak kahvelerinde anlatılması gelenek haline gelmiştir. Gümüşhane için anlatılan bir başka efsane daha vardır. Bu efsaneye göre de Canca Kalesinin eteklerinde bir mahallede oturan yedi yakışıklı delikanlı yedi kırata biner, şehirdeki işlerine gider gelirlermiş. Bu gidiş gelişlerinde şehrin kızları, pencereler dökülür kafes arkalarından bu güzel delikanlıları seyrederlermiş. Onun için bu delikanlıların oturduğu mahalleye Güzeller Mahallesi derlermiş. Güzeller Mahallesinin ismi işte bu efsaneden kaynaklandığı söylenir.
Tarihindeki başka bir efsaneye bakıldığında, kimi zaman bir kale, kimi zaman bir mahalle, kimi zaman da bir çiçek olarak kullanıldığını görüyoruz. Kayıtlara göre yaşananlar işte böyle, dilden dile dolaşarak birer efsane olarak günümüze geliyor. Bir diğer efsaneye göre Menekşe, çiğdem ve yörede adı tutiya olarak bilinen, sarıçiçekli ve hoş kokulu olan diğer çiçekler kardeşmişler. Bu çiçeklerden menekşe diğer çiçeklerden ayrı düşmüş ve onlara bir türlü kavuşamamış. Boynunun eğriliği kardeşlerinden ayrı düşmesindenmiş. Üzüntüsünü ise şöyle dile getirirmiş;
Tutuyayım tüterim,
Dağ başında biterim,
Kardeşlerime kavuşamadığım için,
Boynum eğri tutarım.
Efsane dedik işte, arada sırada yolunuz buralara düşerse, biraz da bu hikâyeleri hatırlamaya çalışarak, Canca Kalesine bir bakın. Kaleden bakıldığında, güneşin Karataş’ın ardından yavaş yavaş battığını görürsünüz. İşte bu şehirde yaşamanın şiirini daha derinden hissedebilirsiniz o zaman...
Yararlanılan Kaynaklar:
Gümüşhane Halk Kültürü Antolojisi – 2012
S.Özcan San – Gümüşhane Halk Kültürü ve Yöre Ağızları - 1990
Gümüşhane dendiğinde zihninizde nasıl bir görüntü canlanır? Herkes yaşadığı tarihe göre farklı resimleri görür diyebilirsiniz. Böyle bir cevaba kim itiraz edebilir ki? Üç bin yıl boyunca birçok uygarlığa, dile ve inanca hayat vermiş bu şehir, elbette birbirinden çok farklı resmin kendisi için yapılmasını bekler. Tek bir Gümüşhane yoktur üstelik. Gerçeği görmek, dahası gönlünüzün derinlerinde hissetmeniz için, şehrin o eski sokaklarında ya da bu şehre başka gözlerle başka pencerelerden bakan insanların nefes alıp verdiği mahallelerde uzun yürüyüşlere çıkmanız gerekmektedir. Ne var ki kaçamayacağımız bu gerçeğe rağmen tuval üzerine yapılan bu resim, bize çok uzaklardan gelmiş bir resim gibi öne çıkar. Bu şehrin simgesi tarihi Canca kalesinin resmidir bu. Tarih anlatır, şehri, maden ocaklarını, darphaneleri, evleri, çarşıları, camileri mevsimlere göre değişen renkleri ve günün akan saatlerindeki farklı ışıklarıyla... Gümüşhane belki de en çok oradadır. Beklide görmek istediğiniz gibidir hâlâ... Sadece zamanın tahribatına direnmiş gayretiyle değil, barındırdığı tarihiyle de...
Gümüşhane’yi daha iyi görebilmeniz için, tam da buradan hareket ederek, resmi biraz genişletmeniz gerekir. Canca Kalesini ancak o zaman görebilirsiniz. Kale şehre hâkim kayalığın üzerine inşa edilmiş şekilde dururken, size yine tarihin derinliklerinden göz kırpar, Canca Kalesini görmüşsünüzdür artık. Şehri daha iyi tanımak istiyorsanız onu da dinlemeniz gerekir. Size anlatacakları vardır çünkü. Hikâyeler, masallar, efsaneler, ne derseniz deyin, yüzyıllar boyunca bu şehrin coğrafyasının yollarında yürümüş yaşadığımız bu günlerin kıyılarına gelmiş, demir atmıştır. Başka bir zamanı beklercesine...
Gümüşhane’de, birçok şehir gibi, efsanelerini korumayı ve anlatmayı sever sonuçta. Anlatılanların yalanı da hakikati de tartışılmaz. Buna gerek de yoktur zaten. Efsaneler böyle olduğu için efsane değil midir? Şehrin sakladığı gizemlere ve Canca Kalesinin hâlâ ulaşılamamış yeraltı dehlizlerinden Harşit’e ulaşıldığı hayal gücü geniş yazarların kaleminden çıkmıştır. Canca Kalesinin size anlattıklarıysa dokunaklıdır, insanın içini acıtır. Çünkü hepsinde acıklı bir aşk hikâyesi vardır. Anlatılanların ne kadarı gerçekten yaşanmıştır, bilinmez. Olsun. Her biri sahicidir, inanılmaya değecek kadar anlamlıdır. Bu coğrafyadan geçen, buraya ait dillerin imkânsız aşklarda buluşmasıysa şehrin kimliği hakkında bize önemli bir ipucu verir gibidir.
Mitolojide de yerini almış bir efsaneden geriye aşk adına akıtılan gözyaşlarının izleri kalmıştır artık. Canca Kalesi Komutanı, Canca Kalesinde otururmuş. Bu Komutan'ın bir tek kızı varmış. Kız bir dünya güzeliymiş. Güldükçe güller açılır, ağladıkça gümüşler saçılırmış. Adı da Gümüş Kız’mış. Bu kız, her gün gümüş nalınlar giyer, gümüş testisini eline alır, Canca Kalesinden iner, gümüş tasla, gümüş testisine su doldurur, tekrar kaleye dönermiş. Bu gidiş gelişlerde, bıyıkları yeni terleyen bir çobana âşık olmuş. Oysaki babası onu, kendi Komutanları'ndan birine verecekmiş. Öyle ya! Develer bile yolda giderken zilleri, "Dengi dengine! dengi dengine !" der de vururmuş. Koca Komutan, bir çoban parçasına, dünya güzeli kızını nasıl versin? Eller ne der sonra! Kızını çobana vermemiş.
Kız deli-divane dağlara vurmuş. Babası ne dediyse, ne ettiyse yola gelmemiş, Kızına "He! " dedirtememiş. Ne yapayım, ne edeyim, derken tutmuş Canca Kalesinde kızına gümüşten bir saray yaptırmış, yüreğine taş bağlayarak, dünya güzeli kızını bu saraya hapsetmiş. Kız orada yaşadığı sürece aşkından hep ağlamış ve sevdiğine kavuşamadan ölmüş. Derler ki bugünkü Musalla deresinin berrak suları, bu gümüş kızın gözyaşları imiş. Gümüşhane, adı da oradan kalmış derler. Aşk ile ölüm şehrin sularına yazılmıştır artık...
Efsanelerden biri böyledir işte. Bunun gibi efsaneler şehrin Edebiyatı’nda yerini alarak kahvelerinde anlatılması gelenek haline gelmiştir. Gümüşhane için anlatılan bir başka efsane daha vardır. Bu efsaneye göre de Canca Kalesinin eteklerinde bir mahallede oturan yedi yakışıklı delikanlı yedi kırata biner, şehirdeki işlerine gider gelirlermiş. Bu gidiş gelişlerinde şehrin kızları, pencereler dökülür kafes arkalarından bu güzel delikanlıları seyrederlermiş. Onun için bu delikanlıların oturduğu mahalleye Güzeller Mahallesi derlermiş. Güzeller Mahallesinin ismi işte bu efsaneden kaynaklandığı söylenir.
Tarihindeki başka bir efsaneye bakıldığında, kimi zaman bir kale, kimi zaman bir mahalle, kimi zaman da bir çiçek olarak kullanıldığını görüyoruz. Kayıtlara göre yaşananlar işte böyle, dilden dile dolaşarak birer efsane olarak günümüze geliyor. Bir diğer efsaneye göre Menekşe, çiğdem ve yörede adı tutiya olarak bilinen, sarıçiçekli ve hoş kokulu olan diğer çiçekler kardeşmişler. Bu çiçeklerden menekşe diğer çiçeklerden ayrı düşmüş ve onlara bir türlü kavuşamamış. Boynunun eğriliği kardeşlerinden ayrı düşmesindenmiş. Üzüntüsünü ise şöyle dile getirirmiş;
Tutuyayım tüterim,
Dağ başında biterim,
Kardeşlerime kavuşamadığım için,
Boynum eğri tutarım.
Efsane dedik işte, arada sırada yolunuz buralara düşerse, biraz da bu hikâyeleri hatırlamaya çalışarak, Canca Kalesine bir bakın. Kaleden bakıldığında, güneşin Karataş’ın ardından yavaş yavaş battığını görürsünüz. İşte bu şehirde yaşamanın şiirini daha derinden hissedebilirsiniz o zaman...
Yararlanılan Kaynaklar:
Gümüşhane Halk Kültürü Antolojisi – 2012
S.Özcan San – Gümüşhane Halk Kültürü ve Yöre Ağızları - 1990
yazi gerçekten güzel engin kardeşime tebrikler. vali saiy dr.mayda yoldan başlayinca bu işin bitirileceği hakkinda tüm kuşkular ortadan kalkti demektir. çünkü gidilemeyen yer senin deyildir. kale onarilip sosyal tesislerlede taçlandirildiğinda süleymaniye ile entegre bir tesis olacak hem dinlenme hem seyrangah olarak nefes alacağimiz bir tesis olacaktir. bu da şehrin tanitimi için önemli bir kazanim vede simge olur diye düşünmekteyim. şimdiden hayirli olsun.