Garr Landreth derki; ‘Kuşlar uçar, balıklar yüzer, yetişkinler konuşur, çocuklar oyun oynar.’ Hakikaten ’Çocuk ve Oyun’, birbirine çok yakışan ve çok değerli iki kelimedir.
Oyun, çocuk gelişimi için yaşamsal önem taşır. Oyun, somut tecrübe ile soyut düşünce arasında kurulan bir köprüdür. Çocuk gözüyle bakıldığında da, çocuğun en önemli işi, oyuncakları da en değerli aracıdır.
Bu yazıyı yazarken bir yandan da Ahmet Kaya’nın ‘Hani Benim Gençliğim' adlı şarkıyı dinliyorum. Ahmet Kaya 'nın bilyeleri, topacı, akvaryumu, kanaryası, üstüne titrediği kaktüs çiçeği ve kitapları varmış. Yine Ahmet Kaya 'nın kiraz ağcında yırtılan gömleği ve tellere takılan uçurtması.
Yaşıtlarımın çoğunun çocukluğunda, şarkıda adı geçen nesnelere temas ettiklerini düşünüyorum. Dahası, kendi yaptığı , nerdeyse sıfır maliyetli bir sürü oyuncağının da olduğunu biliyorum. El becerilerini geliştiren, kişiliği ve özgüveni artıran oyuncaklar. Yine o dönemde evler bahçeli, sokaklar sakin, motorlu vasıta çok azdı. Şartlar müsaitti. Koşup, atlayıp, gizlenerek oynanan oyunlar bedensel gelişim için önemliydi, gerekliydi.
Benim çocukluğum ise teknoloji ile daha fazla yüz göz olunmaya başlanılan yıllardı. Kitle iletişim araçlarının ve bilişim teknolojilerinin şu anki durumu ile mukayese edilemese de bizimde teknoloji efsanelerimiz vardı elbette.
Mesela ‘Commodore 64’ benim kuşağın teknoloji efsanesiydi. 1982 doğumlu olan Dünyanın gelmiş geçmiş en çok satan bilgisayarı unvanına sahipti. İnsanların çoğu elektronik alet olarak en fazla televizyonu kullanabilirken ona sahip olma şansına erişen çocukların hatıralarında unutulmaz izler bırakmıştı.
Şimdiki çocuklar görse, uzun süre cihazın ne işe yaradığını bile kavrayamazlardı. Kavradıkları anda ise alaycı bir gülümseme ile avuçlarındaki dokunmatik ekranda sörfe devam ederlerdi. Çünkü, onların bilgisayarları akıllanmıştı. İnsanlardaki akıl, cihazlara transfer edilmişti; artık hiç kimse kendi aklıyla övünemiyor, makinen akıllı olsun da gerisi önemli değil diyordu. Anlayacağınız oyun ve oyuncaklar büyük bir değişim yaşıyordu.
Değişim, iki taraflı bir değişimdi. Önce mahalleler ve sokaklar çocukların ellerinden alındı, sonra onları yap-bozlar, legolar, uzaktan kumandalı oyuncaklar, Barbie bebekler, robotlar, atari ve bilgisayar oyunlarıyla tanıştırıp odalarda ekran başına mahkum ettik. Gerçi, bu sadece bizim sorumlu olduğumuz bir durum değildi elbette. Pek çok etken söz konusu olmakla birlikte tüm dünyanın ortak sorunuydu.
Oysa biliyoruzki,özgürce oynama imkanı verilen çocuk, fiziksel açıdan limitlerini sınar. 'Ne kadar yükseğe tırmanabilirim, ne kadar zıplayabilirim, ne kadar hızlı koşabilirim’ diye. Anlayacağınız onların tüm oyunsal hedefleri de engellemiş olduk.
Ne güzel demiş Sunay Akın: “Oyuncakları çocuklarına düşleri, hayalleri çoğalsın diye değil, oyalansın diye alan bir milleti oyalamak, ne kadar da kolay oluyor!”.
Toparlayalım öyleyse; Oyun oynamak çocuğun işidir ve çok önemli bir işlevi vardır. Çocuğun ihtiyaç duyduğu becerileri öğrenmesini ve hayatı boyunca gireceği rolleri deneyimlemesini sağlar. Onları bu imkândan mahrum etmemek gerekir. Son söz Cemal Yücel’in olsun. ”Keşke çocukken fazla mutlu olmayıp birazını da bu zamanlara saklasaydım. Lazım oluyor arada…”Selam ve Sevgiler…