Ben camdan dışarıya bakan, gökyüzüne hasret, parkı kitaplardan öğrenen, arkadaşa susamış şu covid dedikleri bir virüs zamanı çocuğuyum... Bu çağın çocuğu olmak bunu gerektiriyor...
Çocukluğum elimden alındı sanki. Her gün uyanıyor ve cama koşuyorum. Bana dışarıda penceremizin ufku kadar bir alan bırakılıyor. Hava iyiyse balkona çıkıyorum. Ağaçları anlatıyor anneannem. Ama ben onlara dokunmak istiyorum. Avazım çıktığı kadar bağırıyor bağırıyor en sonunda yorulup uykuya dalıyorum. Anneannem benden daha çok üzülüyor. Ben yaş akıtıyorum, anneannem sanki ömrünü katıyor gözyaşlarıma. Üzülüyor ama elinden bir şey de gelmiyor. Dalıp gidiyor anneannem. Bir ninni misali sesini soluyor tenim, kulaklarım bayram ediyor ve ben unutuyorum üzüntümü. Anlatıyor gözümün görmediği, gözünün gördüğü her şeyi. Biz küçükken diye başlıyor anlatmaya. Düşünüyorum da o küçükken nasıl da tatlıdır. Beni böyle seven, koruyan, elimi sıkı sıkı tutup beni kalbiyle saran birinin küçüklüğü ne tatlıdır.
Biz küçükken diyor sabah olur olmaz atardık kendimizi sokağa. Öyle şimdiki gibi değil sokak. Ev adeta bizim evimizdi diyor. Birbirimizi görür hemen oyun oynamak için sabırsızlanırdık. En büyüğümüz oyunları sıralar biz hemen uyardık. Evler kurar, yollar yapar, yemekler pişirir, ip atlardık. Anneannem anlatırken hiç oyuncaklardan bahsetmiyor. Unuttuğunu düşünüyorum ne de güzel oyuncakları vardır kesin. Annelerimiz bizi yemeğe çağırırlar ama biz hiç acıkmazdık diyor. Oyun oynarken midemiz de kalbimiz ile doyardı ve biz gökyüzüne sığınırdık. Gök alabildiğince genişti, ferahtı, güvenli bir sığınaktı.
Ben parka gitmek istiyordum. Telefon, televizyon ile arkadaşlık etmek çocukluğumun hapsi gibiydi. Anneannem her gün öyle diyordu anneme. Bende annemin bana okuduğu kitaplardaki parka gitmek, kaydıraklara binmek, salıncakta sallanıp, çocukluğumun özgürlüğünü yaşamak istiyordum. Çocuktum ben, bedenim minik, ellerim babamın elinde kaybolacak kadar küçük, gözlerim annemin gözlerinin bebeğine sığacak kadar ufaktı. Alıyordu benim göz rengimi kendi göz renginde sarıyor ve kocaman bir gökkuşağı doğuyordu gözlerimizden. Oyuncaklarım vardı ama hiç konuşmuyorlardı. Benimle oynasın diye ağladığım küçük bir oyuncak tavşanım vardı. Bende biliyordum benim gibi değildi. Çok sevimliydi ama parkta benimle oynayamazdı. Anneannem hayvanlar en sevimli arkadaşlardır diyordu. Ama ben parkta benimle koşacak, uçurtma uçuracak, yaramazlık yapacak arkadaşım da olsun istiyordum.
Ben çocuktum hayallerim hayatımdan büyüktü. Ben çocuktum ve virüsleri hiç sevmiyordum. Anneme, babama, anneanneme daha hiç tanımadığım arkadaşlarıma yaklaşacaklar diye korkuyordum. Anneannem bir gün başka bir yere gidecekler ve sen de ruhunun zincirlerinden kurtulacaksın demişti. Ben ayaklarımın kumlarda dolaşmasını, ayakkabılarımın aylardır yeni duran renginin gitmesini, dizimin düşünce acımasını istiyordum. Arkadaşlarıma annemin kurabiyelerinden götürmek istiyor, babamın aldığı oyuncakları arkadaşlarıma vermek istiyordum. Ben çocuk olmak ve çocukluğumu iliklerime kadar hissetmek istiyorum. Benim sesim huzurdu, sokaklar ıssızdı ve biz onları sese boğmalıydık.
Evet bana dünyamı, sonsuz hayallerimi, güneşi, denizi, taşı, toprağı, sarılmak için sabırsızlandığım arkadaşlarımı verir misiniz?
Söz veriyorum evdeki hiçbir şeyi kırmayacağım. Uslu bir çocuk olacağım.
İnsan sahip olduğu ne kadar zenginlik varsa ancak kaybedince anlıyordu. İnsan zıtlıkların varlığıydı. Camı kırılan teyzeler şimdi bize rengarenk toplar almışlardı. Herkes bize hasret biz özgürlüğümüze hasrettik. Şimdi uykuma gökyüzüne baktığım güzel günlerin hayali ile dalıyorum.
Biz diyorum ben ve bütün çocuklar güleceğiz ve dünya çok güzel bir yer olacak.
Bu konu hakkında farkındalık uyandırdığınız için çok teşekkür ederiyorum kaleminize sağlık iyi çalışmalar...