Ülkemizin her köşesinde, her duyarlı ve şuurlu Türk’ün sinesinde Cumhuriyetimizin 100 yılını kutluyoruz. Türk milleti olarak bu anlamlı günü coşkuyla kutlamanın haklı onur ve sevincini yaşıyoruz. 100 yıl, Türk halkının bağımsızlık, özgürlük ve egemenlik mücadelesinin simgesi olmuş, Cumhuriyet, Türk milletinin kendini yeniden inşa etmesinin, büyümesinin ve çağdaş dünyada hak ettiği yeri almasının teminatı olmuştur.
19 Mayıs 1919’da Ulu Önder M. Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkarak Millî Mücadeleyi başlatıp 29 Ekim 1923 tarihinde de “Türk Milletinin karakterine ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.” diyerek ilan ettiği Cumhuriyet, Türk Milletine bırakılmış en büyük miras ve vazgeçilmez bir değerdir.
“Cumhuriyet” sözcüğüne baktığımızda Cumhur: Halk, demektir. Cumhuriyet ise; “halk yönetimi” anlamına gelir.
Türkiye Cumhuriyeti, halkçı karakterinin yanı sıra demokratik bir cumhuriyettir. Çağdaş demokratik bir cumhuriyet…
Halkın yönetime katılımını; halkın, hak ve hürriyetlerinin güvencesini esas alır. Çünkü hak ve hürriyetlerden yoksun toplumların ayakta kalmaları ve yaşamaları mümkün değildir.
Şu da binmelidir ki: Haklar ve özgürlükler, sadece anayasa ve yasalarda yazılı olmakla kalmayıp, vatandaşlar tarafından kullanılabiliyorsa bir anlam ifade eder. İnsanlar düşüncelerini özgürce yazıp söyleyebiliyorlarsa, hakları için örgütlenebiliyorlarsa, yönetenler; halkın taleplerini dinliyor ve halkın isteklerini karşılamak için çaba sarf ediyorsa; işte o zaman Cumhuriyet, tam anlamıyla demokratik ve halkçı bir cumhuriyet olur. Atatürk’ün de amacı bu olmuştur.
Cumhuriyet, halkın egemenliğine dayanan, Türkiye'nin modernleşme sürecinin temel taşlarından biridir. 29 Ekim 1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde ulusal bağımsızlık ve çağdaşlaşma hedefleri doğrultusunda şekillenmiştir. Cumhuriyet, bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alarak, toplumsal adalet ve eşitliği sağlama amacı taşır. Bu önemli gün, Türk milletinin kendi kaderini tayin etme iradesinin simgesidir ve her yıl coşkuyla kutlanır. Cumhuriyetin getirdiği yenilikler, toplumun her kesiminde derin izler bırakmıştır.
Bizim de içinde yaşadığımız coğrafyada örneklerine sıkça rastladığımız gibi, halkına sırt çevirmiş, küçük bir kesimin çıkarlarını gözeten, halkının taleplerine kulak tıkayan, en meşru talepleri bile şiddet yöntemleriyle baskılayan yönetimler; adı cumhuriyet de olsa yıkılmaya mahkûmdurlar.
Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir.” sözündeki derin anlamla, halkın kendi kaderini tayin etme hakkını simgelemiş, halk iradesiyle şekillenen bu yönetim biçimi, Türkiye’nin çağdaşlaşma yolundaki en güçlü adımlarından biridir.
Bu bağlamda büyük devlet adamı Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kurduğu cumhuriyet; olmuş, bitmiş bir süreç değildir. Tam tersine “İnkılâpçılık ilkesi” gereği, sürekli olarak yeniliklere ve değişimlere açık bir süreçtir. En ilerici kurumlar bile, zamanla koşullar içinde eskir. En ileri bir devrimin bekçiliği ile yetinenler, günün birinde değişen koşulların gerisinde kalmaktan kurtulamazlar. Mustafa Kemal’in sürekli inkılâpçılık anlayışının temel sebebi budur.
Türk milletinin Cumhuriyet'e olan sadakati, bağımsızlık ve özgürlük anlayışı, tüm dünyaya örnek olacak bir güç olarak yüreğimizde yankı bulmaktadır.
Bu nedenle, biz eğitimcilere düşen en önemli görev; Cumhuriyetimizi daima ileriye taşımak ve geliştirmek için hak ve özgürlüklerinin bilincinde nesiller yetiştirmektir. Türk milletinin gücü, azmi ve kararlılığı ön plana çıkmıştır.
Cumhuriyetin ilk asrını kutlarken, bir yandan Atatürk'ün gösterdiği çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma hedefi, diğer yandan demokratik değerler, laiklik ilkesinin ufuk açan gerekliliği, insan hakları ve özgürlükler gibi evrensel ilkelere bağlılık her geçen gün önemini fazlasıyla hissettirirken daha da güçlenmektedir. Yüce Türk milleti, Cumhuriyetin coşkusuyla geleceğe umutla bakmaktadır.
Cumhuriyetimizin temelleri Ulu Önder M. Kemal ATATÜRK tarafından 1923 yılında atılmıştır. Cumhuriyetimiz doğuşu, Anadolu’muzdaki vatanseverlerin şuurlu direnişiyle filizlenmiş, aynı zamanda Emperyalist Batı karşısında da tam bağımsızlık mücadelemizle zihinlerde kök salmıştır. Lozan Antlaşmasına Türkiye Cumhuriyeti koca bir İmparatorluktan zar zor (Atatürk ve silah arkadaşları tarafından) kurtarılmış topraklar için gidilmiştir. Millî bir bilinçle vatan toprakları savunulmuş ve bir İmparatorluktan geriye kalan toprakları savunmak için gidilmiştir. Lozan, yok sayılan bir milleti yani Türk milletini Emperyalist Batıya kabul ettirilme mücadelesidir. Batı Anadolu’nun yani Türkiye’nin Türklere ait olduğunun belgesidir. Lozan, Türk milletinin varlığını, bağımsızlığını ve özgürlüğünü bütün sömürücü, Emperyalist dünyaya kabul ettirme yönünden de ayrı öneme sahiptir.
100. yıl dolunca Lozan’ın süresi de dolacak ve Türkiye Cumhuriyeti parçalanacak şeklinde deli saçması görüş; yıllarca kaba, softa ham yobazlar tarafından her fırsatta dillendirilmiş ve “güya” Atatürk’ün başarısızlığını böylelikle belgelendirilmiş oluyordu. Bu bir iftiraydı. Bu bir yalandı. Bu bir Cumhuriyet düşmanlığıydı. Bu aslında bir Atatürk düşmanlığıydı. Bu yalana inananlar içinde Vekiller, Başbakanlar, Bakanlar ve hatta Cumhurbaşkanları bile vardı. Çünkü şer cephesi her zaman çok insafsızca fitnelerini ve yalanları yaymışlardı. Rıza Nur bu yalanın ve iftiranın ilk ferdidir. Onun takipçisi Umre vakası sanığı Kadir Mısıroğlu ikinci kişidir. Kadir’in Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığını burada anlatmaya gerek yok. Her şey aşikâr…
Lozan Barış Antlaşmasına ilişkin şer cephesinin iddialarını kısaca maddeleştirecek olursak şunları sayabiliriz:
En yaygın Lozan hurafeleriyse şunlardır:
1- Bu 100 yıl süreyle geçerli bir anlaşmaydı, yani bugün itibarıyla bitecekti. Gizli maddeleri vardı ve Türkiye o gizli maddeler nedeniyle zengin yeraltı kaynaklarını çıkaramıyordu,
2- Lozan Antlaşmasıyla Türkiye Ege’deki On İki Adayı Yunanistan’a teslim etmişti,
3- Irak’ın egemenliği ve toprak bütünlüğü bozulursa Türkiye Musul ve Kerkük’te hak iddia edebilecekti.
Gün geldi, yıl 2023’ü oldu. Her şey ortaya çıktı. Lozan hakkında yalanlar uyduranlar zerre utanmadı. Bir özür dilemediler. Atatürk’ün manevi huzurunda mahcup olmadılar.
Biz öğretmenler, şunu unutmayalım ki Cumhuriyeti ve değerlerini:
Yalnızca bilmek yetmez, öğretmek gerek.
Anlamak yetmez, anlatmak gerek.
Sevmek yetmez, sevdirmek gerek.
Yaşamak yetmez, yaşatmak gerek…
Siz gençlere de bir görev düşmektedir. Bunu büyük Devlet Adamı M. Kemal Atatürk şöyle dile getirmiştir:
“Ey Türk GENÇLİĞİ!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.”
Atatürk, sadece Cumhuriyet’in kurucusu değil, aynı zamanda onun ideallerinin ışığında, halkı çağdaş medeniyetler seviyesine taşımayı amaçlayan büyük bir liderdir.
Sözlerime son verirken bir hatırlatmada biz öğretmenler için yapmak istiyorum.
"Öğretmenler; Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.”
Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.
Saygılarımla…