DİL DAVAMIZ

Bir önceki yazımızda dil davamız olması gerektiğini, dilimizin korunmasının ne kadar büyük önem taşıdığını irdelemeye çalışmıştık. Sözlerimizi kuvveden fiile çıkarmak için bu yazımızda mümkün mertebe somut örnekler vermeye çalışacağız. Tüm bunların yanı sıra eskiden mantıkçıların başvurmaktan kaçınmadığı “Efradını cami ağyarını mani” ilkesine de uymak için azami çaba harcayacağız.

Başlamak için, -sel, -sal ekleri güzel bir misal teşkil edecektir. Bu ekler için Prof.Dr Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu şöyle söyler: ”Türkçemizi –sal’a bindirip –sel’e verdiler”. Bu ekler dilimize Fransızca’dan geçmiştir, bir filolog olmamakla beraber bu eklerin Türkçemizin yapısına uygun düşmediğini, yazarken ve konuşurken ek seçiminin ne denli önemli olduğunu ancak  dil ustalarımıza kulak vererek görme fırsatı yakalayabiliriz. Önceden –i eki ile kelimeler türetilirken bugün başımız -sel,-sal ekleriyle dertte. Tarihsel, siyasal, hukuksal, dinsel, gibi kelimelerle Türkçemizi bozuyoruz. Oysa bu kelimeler tarihi, siyasi, dini, hukuki olarak zaten hayatımızın bir parçasıydı.

Büyük şairimiz, gerçek bir dil ustası olan Yavuz Bülent Bakiler’in şu sözlerine kulak vermemiz gerekir: Ev sahipleri, ev eşyaları, ev kiraları kullanılırken neden evsel atıklar diyoruz, sanat çalışmaları demek varken neden sanatsal çalışmalar diyoruz, neden insani duygular diyebilirken hayvansal atıklar diyoruz insansal duygular, evsel eşyalar demek zorunda kalabiliriz hatta bu gidişle  Fuzuli yerine Fuzulsal, Mahzuni yerine Mahzunsal demek zorunda kalacağız. En son şunları söyler büyük şairimiz: Türkçemizde isimden nispet sıfatı yapmak için on ayrı ek ve yol varken neden bu çirkinliklere razı olalım.

Bu kez ise başka bir ustaya Prof.Dr  Uğur Derman hocaya kulak verelim, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında şöyle söylemişti: “Geleneksel” kelimesiyle kastedilen  yüzyıllar öncesinden kalan örneklerin tekrarlarıyla ortaya çıkmasıdır, hocamız geleneksel kelimesinin yerine “Gelenekli” kelimesini tavsiye eder ve şöyle söyler: Bu kelime yüzyıllar öncesinin tecrübesini kullanarak yeni şeyler üretebilme cesareti ve yetisini ifade eder  oysa geleneksel kelimesi kullanıldığında onun içerisinde yeniye dair hiçbir şey bulunmaz.

Dilimizin inceliklerini ve güzelliklerini bilmiyoruz. Eskiden onlarca farklı kelime ile duygu ve düşüncelerimizi ifade edebilirken bugünlerde tek kelime ile kendimiz ifade edebildiğimizi zannediyoruz. Öyleyse şimdi Hayati İnanç hocaya başvurmamızın tam sırası. Hocamız şöyle söylüyor: “Gam, gussa, kasvet, keder, melun, yeis, hüzün, inkisar gibi kelimelerimizle duygularımızı ifade ederken şimdi stres kelimesi ile bütün bu kelimelerin karşıladığı duyguları karşılayabildiğimizi zannediyoruz sonra haliyle strese giriyoruz”.

Benzer misalleri “yoğun” kelimesi ile ilgili olarak da verebiliriz, aynı kısırlık maalesef burada da var. Peki bu maymuncuk gibi her işe yarayan bu kelimelerden kurtulup güzel Türkçemizin has bahçelerine hangi yoldan, ne şekilde, neleri doğru yaprak girebiliriz?

Evvela lügat ile dost olarak...Lügat farklı çiçekleri bizlere sunan bir bahçe, yıldızları tanıtan bir gökbilimci, alim ve arif. Tüm mukaddesler gibi kutsal, tüm insanlar gibi aynı, kimliklerimiz kadar biricik, yani bizi biz yapan her şey lügat. Sonra ise talip olmak, irfan ustalarımızın, fikir işçilerimizin, sanatçılarımızın ellerinden tutarak çağlar boyu sürecek bir gezintiye çıkmaya talip olmak. Ancak bu yolculukta heveskar olmaya, bıkkınlığa yer yok.

Geldiğimiz bu noktada birbirinden kıymetli birçok isimden bahsedilebilir ancak aralarından birisi var ki Türkçemiz üzerine konuşulduğunda ya da yazıldığında ona atıf yapılmazsa, ondan bahsedilmezse o konuşma, o yazı belki tamamlanır ama kemale eremez diye düşünürüz. Yunus Emre, Yunus, bizim Yunus… Asırlardır yorulmadan, usanmadan Anadolu’yu sulayıp yeşerten Yunus...

YORUM EKLE
YORUMLAR
Diyadin Ergüven
Diyadin Ergüven - 5 yıl Önce

Gurur duymaya başladık şimdiden eminim ilerleyen zamanlarda daha çok gurur duyacağız. Emin adımlarla devam