Yaklaşık yüzyıl öncesi Süleymaniye ve Daltaban sokakları ile uyumlu görünümünde eski Türk evleri birer çiçek gibiydiler. Zamanın yutup yok ettiği bu ahşap ev ve konaklar mimarimizin özelliklerini taşıyordu. O kendine has özelliklerle tabiat içinde, varlığını sürdürebilme, karşı koyabilme, sığınabilme, korunabilme ve koruyabilme özelliklerini içinde bulunduruyordu. Öyle olmalıydı, insan çevresinde olana bitene karşı duyarlı olma gibi kabiliyete sahipti. İnsanla var olan bu anlayış, evin yapısını, çatısını, odasını ve diğer bölümlerini de bize hatırlatıyordu.
Zamanı sorgulayan, gece ve gündüzün idrakinde olan insan inşa edeceği evin özelliklerini de ortaya koyacak şekilde güne, zamana, mevsime ve coğrafyaya göre belirleyip kadim kültürünün tarihine izlerini düşürüyordu. İnsan hayatı yaşarken anlamlı hale getirebilir ancak. Maddeye yeni manalar yükleyen insan, bu mana ve anlayış içinde tarihe, coğrafyaya, evlere ve ocaklara anlayışını sirayet ettir. Bu nedenle eski şehirlerin tarihi kültürel dokularında ruh vardır. Mana vardır. Kültür, sanat, edebiyat ve farklı bir dokunuş vardır. Mimaride madde, insana seslenircesine anlam kazanır. Taşa anlam katan bakış açısı, maddenin içinde olan metafiziği görmüş, onun da eşyanın da, nebatatında Allah’ı andığını idrak etmiştir. Yüzyılların biriktirdiği şuur, madde de kaybolmak değil, manada yol almak üzerine kurulmuştur. O nedenle madde, mimari bir anlam kazanmış evlerde, salonlarda, sofalarda ve diğer insani mekânlarıyla bir bütünlük arz etmiştir.
Sokaklar ise evleri birbirine bağlayan mekânlar olarak insanların hayatlarındaki özelliklerini yansıtmaktaydı. Sokaklar insan hayatı gibi inişli çıkışlı, bazen eğri bazen doğru, zaman zamanda darlaşan ve genişleyen bir yapıya sahipti. Sanki sokaklar kaderin getirdiklerine göre şekillenmişti. Bu sokaklardan geçen insanlar hayattan çok şey beklemezlerdi, onların beklediği asıl şey ötede idi. Bu evlerde oturanlar hayatlarına değişiklik getirmeksizin büyük bir huzur içinde yaşıyorlardı. Dünya nimetlerinin azlığı çokluğu onların meselesi değildi. Bu bir nasip meselesi anlayışı idi. Nasibin kaynağını bilmek ve O’nu unutmamakla mükellef idiler. Sade geçimleri ile en saf ve helalinde bu anlayışa göre bir ömür sürdüler, hicret duygusunun sonsuzluğu içinde mezarlıklar ile ahbaplıklarını kesmediler ve O’nu gönüllerinden hatırlarından hiç çıkarmadılar. Geçmişte insanımıza göre hayatın nihai gayesi yaşarken bir hiç olabilmekti. Üzerimizde bize ait gibi görünen bütün varlık ve özellikler emanetti ve O’nun iradesi ile bir anda elden gidiyordu, o zaman insan için kalan tek merhale hiçlikten başka ne olabilirdi.
Evler, huzurun kaynağıdır. İnsan en çok evinde rahat edebilir. Evler de insanlara benzer, sade, basit mütevazı bir görünüşün ardında dengeli huzurlu bir ruh dünyaları vardır. Evde var olan davranışlar şahsiyetin oluşmasında, toplumun düzeninde önemli bir unsurdur. Bu nedenle şehrin atardamarı sokakları ve mahalle tanzimi, şehre hükmeden kültürel zenginliğin sağlanabilmesi, köklü anlayışların kaybedilmemesi ve bu hususiyetlerin artırılması gerekmektedir. Bütün mesele, insanın kendisiyle buluşmasıdır. Ne üretiliyorsa, neler hayat giriyorsa, neler hayatı kolaylaştırıyorsa insana katkı olsun diye yapılıyor. Fıtrata uygun olmayan teknikle inşa edilen şehrin ruhunun yaşaması mümkün değildir. Yaşayan evleri, sokakları, mahalleleri, çarşıları, bedestenleri bir gün hayata geçirecektir insanlık.