EĞİTİM SİSTEMİMİZE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİM

Ülkemizde eğitimin sorunları hem çeşitlilik göstermekte hem de kalıplaşmış bir yapıdadır. Bu nedenle çözüm önerileri de çeşitlilik arz etmelidir. Çünkü Türk eğitim sistemindeki sorunların tek bir reçetesi bulunmamaktadır. Bu bile tek başına hiç kimsenin bu işin üstesinden gelemeyeceğinin delilidir.

Eğitim-öğretimin en önemli öğelerinden biri olan öğretmenlik mesleği, her açıdan ele alınmalı ve somut değerlendirilmelidir. Başöğretmenden (Mustafa Kemal ATATÜRK) bu yana bu anlamda pek de mesafe alınmadığını görmekten duyduğum üzüntüyü ifade etmek isterim. Belki bu sözüme alınanlar olacak. Politik saplantısı olan partizanca tavırlar takınılacak. Lakin benim eleştirim hiçbir politik lidere ya da partiye değildir. Genel anlamda hepsine yönelik bir değerlendirmede bulunacağım.

Hayatım boyunca at gözlüğü takılmasına ve beyinlerin kiraya verilmesine karşı olduğumu bilmeyen yoktur. Bu dikkatle değerlendirmelerime yaklaşılması kanımca doğru olacaktır. Bu izahtan sonra asıl meseleye ilişkin fikirlerimi aktarabilirim.

Sözde öğretmenlik mesleğinin önemini her geçen gün kavrıyoruz. Buna rağmen elle tutulur bir ilerleme ve gözle görülür bir çalışma henüz bulunmamaktadır. Bu konuya ilişkin küçük çapta ve bireysel denebilecek düzeyde çalışmalar yok değil. Ne var ki bu konuyla ilgili yapılan çalışmalarda da büyük kopukluklar ve karmaşa bulunmaktadır. Öğretmenlik mesleğine dair benim çalışmam gibi bir kaç çalışma yok değildir. Ancak bu alanın en büyük aktörü MEB’in öğretmen yeterliklerine ilişkin çalışmasında belirsizlikler ve uygulamadan yoksunluklar bulunmaktadır.  

Ankara Üniversitesi yüksek lisans çalışmamda bu anlamda araştırmalara fırsat buldum. Sonuç olarak “İyi Bir Öğretmende Bulunması Gereken Özellikleri” tek tek tespit ettim. Elbette pek çok amacım vardı bu tezimde. Çalışmadaki bir amacım da; eleştirmekten çok bir fikir verme gayretidir. Kendimce ufuk açmaktı amacım. Yaptığım araştırmalar, bizzat öğretmen babamdan kazandığım ve öğretmen amcamdan aldığım (78 yıllık) tecrübeler ve ayrıca benim Öğretmen Lisesi’nden beri süre gelen okumalar ışığında ve de ayrıca öğretmenlik mesleğinde geçen 21 yıllık kazanımlar ışığında eğitimcilere, doğal olarak da MEB’e yol göstermektir. Yıllar oldu fakat MEB’den kimsenin dikkatini çekmedi bu çalışmam. Hatta MEB, benim gibi öğretmenleri görmezden geldi diyebilirim. Oysa benim gibi çalışmalar yapan pek çok öğretmen vardır. Değerimiz olmadığı ve hak ettiğimiz değer verilmediği sürece öğretmenlerin kalitesi yükselmeyecektir. Soruyorum size kaç öğretmeninizin şiir, öykü, roman türünde eseri vardı?

Öğretmen yeterliklerine ilişkin çalışmaların azlığının yanında bir de kavram kargaşası söz konusudur. Şöyle ki iyi öğretmen, nitelikli öğretmen, öğretmen becerileri ve özellikleri kavramları henüz tam olarak tanımlanamamıştır. Bütün bu kavramları ele alıp ülkemiz koşullarına göre değerlendirip yeniden tanımlamalar yapılmalıdır.

MEB, akademisyenlerden, öğretmenlerden, velilerden ve öğrencilerden oluşan geniş bir alanda çalışma yapmalı ve yapılan bu çalışmadan somut sonuçlara varılmalıdır. Ankara il MEM tarafından eğitim alanında çalışma yapan öğretmenlere yönelik bir duyuru yayınlanmıştı. Bu davete ben de katıldım. Güzel bir organizasyondu. Görüş ve önerilerimiz alınmış, bir kitap üzerinde çalışıldığından dem vurulmuştu. Bizlerden de katkı beklediklerini ifade etmişlerdi. Katkı sağlayabilecek kişilerden iletişim bilgileri istenmişti. Ben de bilgilerimi vermiştim. Ancak bu toplantının üzerinden yıllar geçti. Hiçbir haber yok. Unutulup gitti. Bizde ne yazık ki işler böyle yürüyor. Hele de eğitim alanında olunca durum daha da vahim bir hâl alıyor.

Göstermelik olmayan etraflı bir çalışma yapılmalı ve elde edilen sonuçlar, resmî ve özel bütün eğitim kurumlarına bakanlık aracılığıyla ulaştırılmalıdır. Bütün öğretmenlerin bu çalışmayı okuması sağlanmalıdır. Kitaplaştırılmış bir şekilde bütün okullardaki kütüphanelerde okutulmak üzere yaygınlaştırılmalıdır. Hizmet içi eğitim aracılığıyla öğretmen yeterlikleri görselleştirilmeli, il, ilçe ve köylerde bu alanda uzmanlaşmış kişiler tarafından seminerler, yetiştirme kursları verilmelidir.

Eğitim, bir haktır. Tek başına hiçbir kuruma, kişiye ya da siyasî fikre bırakılmayacak kadar önemlidir. Eğitim sisteminin içinde bulunduğu sorunların aşılması, Türkiye’de eğitimi hak ettiği yere koymakla mümkün olacaktır. Eğitim, bireyin, ailenin, milletin ve devletin teminatıdır. Sağlıklı bir gelecek ancak eğitimle elde edilebilir. Nesiller, yalnızca eğitimle sağlıklı bir yapıya kavuşturulabilir. Böylesine önemli olan bir konuda yapılacak bütün düzenlemeler, milletin onayını almış düzenlemeler olmalıdır.

Eğitim bir an önce yalnızca bir bakanın ya da bakanlık müsteşarlarının at koşturacağı alan olmaktan çıkarılmalıdır. Siyasî erkin hâkimiyetine emanet edilmiş bir eğitim; öğretmeni, öğrenciyi ve veliyi görmezden gelecektir. Hatta öğretmene hakaret edecek kadar da ileri gidecektir. Eğitim alanında yapılacak her işlem, yapısal anlamda değerlendirilmelidir. Okul öncesinden başlamak kaydıyla eğitime yapılan yatırımlar en ince ayrıntısına kadar mercek altına alınmalıdır. İdeolojik saplantılarla her dönem alınan kararlar, eğitimin aslî unsuru olan öğretmen ve öğrenciyi bezdirmiş, pısırıklığa sürüklemiştir.

Temel sorunları bir kenara bırakıp görsel verileri iyileştirmek, makyaj yapmak hiçbir sorunu çözmez. Olsa olsa göz boyamaktan öteye geçmez. Devlet bütçesinden ayrılan milyarlarla sınıflarda internet alt yapısını oluşturmadan kurulan dev ekranlar akıl işi olmasa gerek. Hayırseverlerle kotarılan bir okul binası ne kadar işlevsel olur, varın siz düşünün. Oysa eğitim bir milletini bütün bütçesini ayıracağı alandır. Devletin bütün birimlerinde -top yekun- harcamalarında kısıtlamaya gitmeyi aklının ucundan bile geçirmeyen bir zihniyetle varılacak nokta bugünkü durumdur. İnsanların öğretmene ve devlet okullarına olan güveni her şeyi ortaya sermiş durumdadır.

Eğitimde reformist yaklaşımlar bütün toplumu uçurumun kenarına götürebilir. Çünkü eğitim son derece riskli bir alandır. Bu alan uzmanları tarafından işletilmelidir. Eğitim camiasından olmayan, eğitimin içinden gelmeyen kişilerle yönetilen bir MEB, asırlar geçse de hiçbir sorunu çözemeyecektir. Hukukçu, İktisatçı bir kafayla, işletmeci mantığıyla yönetilen eğitim, kültürü, görgüyü, millet olma bilincini, bilimin yüceliğini kavramaktan yoksun kalacaktır. Bu hukukçuyu, iktisatçıyı, işletmeciyi beğenmediğim anlamına gelmez. Yalnızca şunu savunuyorum: Hukukçu hukukla, iktisatçı iktisadi konularla, işletmeci işletmesiyle uğraşsın. Eğitim bambaşka incelikleri ve yeterlilik düzeyi olan bir alandır. İşi ehline vermek gerekir. Bu da biz eğitimcilerin işidir. Ben hukuku, iktisadi icraatları düzenlemiyorsam onlar da benim alanım olan eğitimi düzenleyemez vesselam.

Eğitim, bina yapmaya, insan yargılamaya, fabrikada makine yapmaya benzemez. Eğitim özel bir bilgi ve yöntem gerektirir. Evvela insanı şekillendiriyoruz. Olmadı eritin bu demiri ya da hurdaya atın bu arabayı diyemezsiniz. Çünkü biz insan yetiştiriyoruz. Asansör yapmıyoruz. Bu sistem zenginler, patronlar, mafya babaları doğurabilir ama vatansever, merhamet sahibi, anlayış abidesi karakterler çıkaramayacaktır. Bilge Kağan, Tonyukuk, Hoca Ahmet Yesevi, Gazali, Farabi, İbn-i Sina, Yunus Emre, Mevlana, Fuzuli, Baki, Süleyman Çelebi, Nizamü’l Mülk, Hacı Bektaşi Veli, Büyük Önder Atatürk, Cemil Meriç, Erol Güngör, Dündar Taşer, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Dilaver Cebeci, Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek, Yavuz Bülent Bakiler, Oktay Sinanoğlu, İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Aziz Sancar mazide kalan birer hayal olacaktır.

Öncelikle şunu belirtmek isterim. Yeni bakanımız Sayın Ziya SELÇUK’a eğitim sorunlarımızı düzelteceğine olan inancım tamdır. Evvelki zamanlarda eğitimden sorumlu bir bakanın öğretmeni aşağılaması mümkün müdür? Bir bakana ait olduğu belirtilen "Ben öğretmen adaylarını Eminönü'nde bekleyen güvercinlere benzetiyorum. Bekliyorlar ki önlerine birisi yem atsın. İşte bu yüzden çocuklarımın hiç memur olmasını istemedim"[1] sözleri hakaret değil de nedir? Bu sözler bir bakana ait olamaz. Eğer öyleyse çok vahim. Eğitim kimseye, hiçbir gruba, hiçbir cemaate, hiçbir tarikata, tek başına hiçbir partiye, hiçbir STK’ye bırakılmayacak kadar önemlidir. Eğer bu yapılırsa 15 Temmuz İhaneti tekrar tekrar yaşanacaktır. FETÖ ile bizler devlet olarak gerekli dersi aldık. Türkiye Cumhuriyeti köklü bir devlettir. Her zaman aklın ışığında ve gönlün ferahlığında yoluna devam edecektir. Yeni bakanımız Sayın Ziya SELÇUK’tan beklentimiz vardır. Ve bu beklentilerimiz şahsi değildir.

Neresinden bakılırsa bakılsın yıllardır yapılan çalışmalar ne yazık ki olumlu bir sonuç vermemiştir. Yapılan bütün çalışmalarda eğitim sisteminin temel unsuru olan öğretmen, eğitim çalışanları, öğrenciler, veliler ve eğitimcilerin kurmuş olduğu sendikal oluşumlar görmezden gelinmiştir. Bu yok sayma, eğitimin sorunlarını kat kat artırmıştır. Öğretmen, bütün bu kısır döngü içinde sendeleyip durmuştur. Yine de bazı öğretmenler, idealini, çalışma azmini kaybetmemiş; ümidini yitirmemek için elinden geleni yapmıştır.

Eğitim sistemimizdeki yapısal ve yönetsel sorunlar çözülürse öğretmenlik mesleği; itibar, manevî güç ve maddî olanaklar kazanacaktır. Öğretmenin itibarı, manevî gücü ve maddî olanakları iyileştirildiği takdirde milletin geleceği teminat altına alınmış olunur. Öğretmenlik mesleği bu üç onura kavuşturulmalıdır. Bu yapılmaz ise her ortamda ve ekranda eleştirilen, basite alınan, küçümsenen; böylelikle toplumdaki saygınlığını yitiren öğretmenden ne beklenebilir ki?

Eğitim, rekabet ortamında ve piyasa mantığında gelişme sağlayamaz.  Günü birlik çıkarlara hizmet etmekten öteye geçmeyecek rekabet ortamı ve piyasa mantığı, bir an önce terk edilmelidir. Günü kurtarmacı yaklaşımlar, geleceği yok etmektedir. Yarının sorunlarını bu günden sezen milletler, tarihe yön verirler. Türk milleti, tarihe yön vermekte bütün milletlerden daha tecrübelidir. Bu tecrübenin aktarımı ancak ve ancak eğitim kurumlarında ve öğretmenlerle olacaktır. Tarih, Türk milletinin doğrudan veya dolaylı yön vermeleriyle şekillenmiş asırlarla doludur. Bu erdem Türk milletinde bulunmaktadır. MEB, bu erdemin farkına varmalıdır. Çalışan ile çalışmayanı; üreten ile üretmeyeni ayırt edebilmelidir. Eser sahibi öğretmenler ödüllendirilmeli ve değerlendirilmelidir.

Eğitim sisteminin bana göre en temel öğesi olan öğretmen, her yönüyle dananım sahibi olmak durumundadır. Bu da öncelikle öğretmen yetiştirme politikasıyla ilgilidir. Bu anlamda okul öncesinden başlamak üzere her öğrencinin ilgi ve kabiliyeti belirlenmelidir. Her birey yetenekleri doğrultusunda yetiştirilmelidir. Öğretmen olmak isteyen ve öğretmen olma yeterliğine sahip olan her öğrenci, büyük bir titizlikle eğitim-öğretim almalıdır. Öğretmenin maddî ve manevî açıdan huzura kavuşturulması devlet imkânlarını elinde bulunduran kişilerin birinci hedefi olmalıdır.

Öğretmen, öğrencisini yapılacak olan eleme sınavlarına hazırlayan olmaktan çıkarılmalıdır. Bu durum düzeltilmediği sürece ülkemiz çağdaş uygarlık başta olma üzere hiçbir yere varamaz. Öğretmen, öğrenciyi hayata hazırlamalıdır. Öğretmen, öğrencisinin yeteneklerini geliştirmede ona rehberlik yapmalıdır. Her yıl adı değiştirilen sınavlarla elde edilen başarı ile bir yere varılamayacağı artık bilinmelidir.

Sayısal alanında Türkiye birincisi çıkan bir öğrencinin ağzında: “Ben hiç kitap okumam. Okumayı da sevmem. Çok çalıştım, dershane öğretmenlerime buradan çok teşekkür ediyorum.” şeklinde son derece yanlış ve hastalıklı bir ifade çıkıyorsa hiç kimse kusura bakmasın ama eğitim bitmiştir. Sonuç malum FETÖ ihanetçileri olmuştur. Eğitim hiçbir cemaate, tarikata verilemez. Verilmemelidir.

Biz öğretmenler, kitap okumaktan aciz; gazete okumaktan korkan gençlerle bir yere varılmayacağını biliyoruz. Uygarlık yarışında pek çok ülkeye öncülük yaptığımızı biliyor; bir an önce eğitimin millîleşmesini istiyoruz. Gücümüzün farkında olmanın zamanı geldi de geçiyor bile…

Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.

YORUM EKLE