"Trabzon Yavuz Selim Sahasının tribünlerinde ekmek arası domates yiyen çocuklara"
Yıl 1985. Lise birinci sınıf öğrencisiyim. Cılız ve hastalıklı ayaklarımın bin bir meşakkatle taşıdığı yorgun bedenim her gün Trabzon Kaymaklı Mahallesi ile Kavakmeydanı arasındaki yolu mekik dokudu üç yıl boyunca. Bu seyrü seferimde okumanın ne menem bir şey olduğunu, o yıllarda pek anlamasam da şimdi maziye baktığımda aslında bir sihirbazlık sanatı işlediğimin yeni yeni farkına varıyorum.
Elindeki tek sanatı ve meşgalesi sepet hamallığı olan babamdan harçlık almak beni utandırıyor olsa gerek ayrıca buna hakkım olmadığını da düşünüyor ve bu yüzden de tabana kuvvet arşınlıyorum kilometrelerce mesafeleri. Mesafeler uzadıkça aslında beynimde hedeflerimi de büyütüyordum farkında olmadan. Ve ben okumak, alnıma yoksul yazılan kaderimden kurtulmak adına çektiğim bu meşakkatten de asla gocunmuyordum.
Ortaokulu iftiharla geçmeme rağmen hayatta yaptığım en büyük hatalardan biri olarak Trabzon Endüstri Meslek Lisesi Motor Bölümü öğrencisiydim maalesef. Yürüdüğüm kilometrelerce yol, bir türlü sevemediğim günlük on ders ve sevmediğim bir bölümde okumanın verdiği ıstırap. Gene de babamı, kardeşlerimi ve okumaktan başka çaremizin olmadığını düşündükçe içimden “ha gayret” diyordum.
Öğle tatillerinde Yavuz Selim Sahası’nın karşısındaki küçük bakkaliyeden çeyrek ekmeği alıp, bütçemize göre küçük boy bir domatesi dilimlerdik içine. Üstüne de tuzu ektik mi bizim öğle yemeği hazırdı. Ve genelde sınıf arkadaşım Gümüşhaneli Hacı Ali’yle (Eren) arkadaşlık ederdim. Mütevazı yemeğimizi bir gazete kâğıdı arasına koyup Yavuz Selim’in taş tribünlerinde yerimizi almak için acele ederdik. Amatör maçlar oynanırdı bu toprak sahada. Ve ben tabiî ki çocukluğumun geçtiği Arafilboyu Mahallesinin takımı Gençlerbirliği’ni tutardım.
Yine böylesi bir günde Hacı Ali’yle birlikte; çeyrek ekmek arasına dilimlediğimiz öğle yemeği ile birlikte Yavuz Selim’in taş tribünlerde yerimizi almıştık. Sahada tesadüfe bakın ki Gençlerbirliği ile Ormanspor’un maçı oynanmaktaydı. Elimde çeyrek ekmek arasında dilimlenmiş ufacık bir domates dişlerimin vuslatına yetecek miydi bilinmez ancak yemeğim hemen tükenmesin diye yavaş yavaş yemeye başladım.
İlk ısırışta küçücük bir lokma doldurmuştu ağzımı. Tam doyayım diye iyice çiğnerdim lokmamı. İyice tadını alırdım ekmekle domatesin. Ve yutmazdım hemen, bir süre gezdirir, istemeye istemeye yutardım lokmalarımı. Ah yoksulluk senin gözün kör olsun emi. Tam ikinci lokmam için hamle yapacağım esnada önümden geçmekte olan iyi giyimli iki kişinin istemeden de olsa kendi aralarındaki konuşmalarına şahit oldum. Biri diğerine benim elimdeki ekmek arası domatesi göstererek;
“Bak şu şerefsiz köftecinin yaptığına, bize domates kalmadı demişti, ama bak bunlarınkinde domates var, hem de kaç tane.”
O an yıkıldığımı ve kaynar suların yorgun bedenimden aşağı döküldüğünü hissettim. Yediğim ikinci lokma adeta boğazımın orta yerine çivi gibi çakılmıştı. Lokmamı ne ileri ne de geri alabiliyordum. Gözlerim dumanlandı birden. Yaş yumruk yumruk olmuş, yapışmış kalmıştı kirpiklerime. Ha fırladı, ha fırlayacak. Yanındaki beyefendi neden sonra bendeki hali görünce fark etti durumu ve yanındakine “sus” işareti yaparak kulağına sessizce;
“Ya, onlar sadece domates yiyor, baksana” dedi ve çekilip gittiler önümüzden. Hacı Ali bu durumdan habersiz yumulmuştu ekmek arası domatese. Ve son darbesini geçirmekle meşguldü küçücük lokmasına.
Bense gözlerimdeki yokluk ve isyanın bombardımanı altında adeta patlamaya hazır mayın misali koyuverdim gözyaşlarımı. Dehlizinden kopan gözyaşlarım adeta birer yağmur damlası gibi dökülüverdi ekmek arası domatesimin üstüne. Yanımdakilere fark ettirmeden yerimden usulca kalkarak en arka tarafa geçtim ve yoksulluğuma küfrettim ve ağladım, ağladım, ağladım.
Yıllar yılları kovaladı. Kaç takvim yaprağı kopardığımı bile unuttum zamandan. Üstüme sülük gibi yapışan yoksulluğumdan ancak okuyarak kurtuldum. Şimdi zaman ve fırsat buldukça gitmeye çalışırım Yavuz Selim’e. İstemeyerek okumak zorunda kaldığım ve bitince şükrettiğim okulumu şöyle bir uzaktan temaşa ettikten sonra bir zamanlar ekmek arası domates yediğim tribünlere otururum.
En dolusundan bir ekmek arası köfte söylerim kendime. Ve gözlerim geçmiş günlerdeki o İsmail’i ve Gümüşhaneli Hacı Ali’yi ararken her ikimizin yerine yerim o köfte ekmeği. Ancak nedendir bilmem o ekmek arası domatesin tadını bir türlü hissedemem.
Ve orada ekmek arası domates yiyen çocukları gördükçe yüreğimin taa derinlerinde bir yetim çocuğun, bir garip İsmail’in gizli gizli, hıçkıra hıçkıra ağladığını duyar gibi olurum.
NOT: Ekmek Arası Domates kitabı çıktı. Kitabı 5 TL karşılığında Gümüşhane’deki kitapçılardan alabilirsiniz.
EKMEK ARASI DOMATES