Dünyanın en kadim mesleklerinden olan öğretmenlik her zaman bilginin üretilmesi, geliştirilmesi ve yarınlara taşınması sürecinde çok önemli roller üstlenmiştir. Bu nedenle öğretmenlerimiz dün olduğu gibi bu günde kalkınmanın ve daha ileri hedeflere doğru yürümenin motoru olmuşlardır.
NİÇİN ELİ ÖPÜLESİ
Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de bir milyondan fazla öğretmen var. Bu sayıya öğretmenlerin yakın çevresini de ilave edecek olursak her bakımdan etkili bir sosyal grup oluşturdukları bilinen gerçeklerdendir.
Bu sosyal grup içerisinde öğretmenin rolü elbette sadece eğitimle sınırlı değildir. Öğretmen aynı zamanda tabii bir toplum önderidir. Bu sosyal statüsü sebebiyle saygı değerdir.
Toplumdaki örfümüze göre iki grup kesimin elleri öpülmektedir. Birincisi, ebeveyinler (anne-baba, nine- dede) ikincisi de hocalar yani ÖĞRETMENLER dir. Başkalarının eli öpülmez.
Kültür ve medeniyetimizin öğretmene verdiği değer bu kadar büyük ve anlamlı iken, toplumdaki öğretmen algısı ne yazık ki böyle değil, çünkü sokakta kime sorarsanız sorun?
24 Kasım’ın Öğretmenler Günü olduğunu çoğunluk bilmez ama; 14 Şubat’ın sevgililer günü olduğunu hemen hemen herkes bilir.
İşte bu havada geçtiğimiz Pazar günü (24 Kasım 2013) 33. kez kutlanan “öğretmenler Günü” etkinliklerini Emekli Milli Eğitim Müdürü olarak değil Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak(davetiye öyle gelmişti) izleme fırsatı buldum.
Ortada bir emek vardı. Lakin coşkuya kutlanması gereken bu özel gün alt yapısı iyi oluşturulmadığı kanaatim sebebiyle “kutlama kurulunun” gözünden kaçan birkaç konuya değinmek gereğini duydum..
Anıt önü törenlerinde ve salon içi etkinliklerinde emekli öğretmenleri görememenin burukluğunu keşke yaşamamış olsaydım.
Çok sayıda emekli öğretmen şahsımı telefonla arayarak bazıları da gelerek serzenişlerini dile getirdiler ve ilgililere iletilmesini istediler. Bir art niyet olmadığı kesin ama davetin telefonlara mesaj yöntemiyle yapılmış olması belli ki etkili olmamış. Demek ki bazen teknolojide işe yaramıyor, el yordamı gerekiyor. Bunu da bu vesile ile öğrenmiş oluruz. Mevcut imkânlara göre müzik bölümünde ki icra ve seslendirilen parçalar günün anlamıyla örtüşen parçalar olsaydı katılımcıların koroya ve solistlere eşlik etmesi daha kolay olacaktı. Buna bağlı olarak da eğlence bölümü amaçlanan gibi sonuçlanmadı.
Sene de bir gün dahi olsa çoğunluğu gençlerden oluşan öğretmenler gönüllerince eğlenemeden erkenden salonu terk etmek zorunda kaldılar.
FARKLI NELER YAPILABİLİNİRDİ?
Röportajların il yöneticileri ile yapıldığına itirazımız elbette olamaz. Ancak, çeşitli kesimlerden görüşler alınarak zenginleştirilmesi hatta salondakilere mikrofon uzatılarak görüşlerin alınması, Sayın Vali ve Milli Eğitim Müdürünün öğretmenleri ile de canlı bağlantı kurularak değişik bir yöntemin uygulanması yararlı olurdu diye düşünmekteyim.
Bir programda ayrıntılara yer vermek risk oluştursa da amacın gerçekleştirilmesinde en önemli öğeler olduğu unutulmamalıdır.
Özellikle, Valimiz Dr. Yusuf Mayda’nın öğretmenleri yücelten konuşması ve emekli öğretmenlere çiçek sunarken “Öğretmenlerimize saygı borcumuz vardır” şeklindeki samimi ve içten sözleri emekli öğretmenler dâhil tüm öğretmenlere verdiği bir değerin ölçütü olarak şükranla karşılanmıştır.
Keza; Milli Eğitim Müdürün Sayın Aktaş’ın içeriği son derece doyurucu konuşması ve bu konuşmasında özenle seçtiği:
“Öğretmen, öğrencilerinin mütevazı sofrasına oturan akan burunlarını mendili ile silen kişidir.”
Almadan vermenin gözyaşını göstermeden ağlamanın adıdır öğretmenlik. Tümceleri ile sürdürdüğü konuşması heyecanlarımıza heyecan kattığı için kendisine elbette teşekkür borcumuz var.
Ben de (biz) diyorum ki?
Eğitim de son birkaç senede sistem değişiklikleri, tabletler, akıllı tahtalar, fatih projesi, projeksiyon aletleri gibi değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Ancak unutulan bir şey var ki o da öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesinde atılması gereken adımların askıya alınması moral ve motivasyona olan ihtiyaçlarının göz ardı edilmiş olması gerçeği.
Sonuç olarak:
“Ben öğretmenim diyebilen kişi, toprağa atılan bir tohum gibi onlarca tohum verebilmesi için kendini feda eden kişidir” diyor tüm öğretmenlerin gününü kutluyorum.
NİÇİN ELİ ÖPÜLESİ
Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de bir milyondan fazla öğretmen var. Bu sayıya öğretmenlerin yakın çevresini de ilave edecek olursak her bakımdan etkili bir sosyal grup oluşturdukları bilinen gerçeklerdendir.
Bu sosyal grup içerisinde öğretmenin rolü elbette sadece eğitimle sınırlı değildir. Öğretmen aynı zamanda tabii bir toplum önderidir. Bu sosyal statüsü sebebiyle saygı değerdir.
Toplumdaki örfümüze göre iki grup kesimin elleri öpülmektedir. Birincisi, ebeveyinler (anne-baba, nine- dede) ikincisi de hocalar yani ÖĞRETMENLER dir. Başkalarının eli öpülmez.
Kültür ve medeniyetimizin öğretmene verdiği değer bu kadar büyük ve anlamlı iken, toplumdaki öğretmen algısı ne yazık ki böyle değil, çünkü sokakta kime sorarsanız sorun?
24 Kasım’ın Öğretmenler Günü olduğunu çoğunluk bilmez ama; 14 Şubat’ın sevgililer günü olduğunu hemen hemen herkes bilir.
İşte bu havada geçtiğimiz Pazar günü (24 Kasım 2013) 33. kez kutlanan “öğretmenler Günü” etkinliklerini Emekli Milli Eğitim Müdürü olarak değil Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak(davetiye öyle gelmişti) izleme fırsatı buldum.
Ortada bir emek vardı. Lakin coşkuya kutlanması gereken bu özel gün alt yapısı iyi oluşturulmadığı kanaatim sebebiyle “kutlama kurulunun” gözünden kaçan birkaç konuya değinmek gereğini duydum..
Anıt önü törenlerinde ve salon içi etkinliklerinde emekli öğretmenleri görememenin burukluğunu keşke yaşamamış olsaydım.
Çok sayıda emekli öğretmen şahsımı telefonla arayarak bazıları da gelerek serzenişlerini dile getirdiler ve ilgililere iletilmesini istediler. Bir art niyet olmadığı kesin ama davetin telefonlara mesaj yöntemiyle yapılmış olması belli ki etkili olmamış. Demek ki bazen teknolojide işe yaramıyor, el yordamı gerekiyor. Bunu da bu vesile ile öğrenmiş oluruz. Mevcut imkânlara göre müzik bölümünde ki icra ve seslendirilen parçalar günün anlamıyla örtüşen parçalar olsaydı katılımcıların koroya ve solistlere eşlik etmesi daha kolay olacaktı. Buna bağlı olarak da eğlence bölümü amaçlanan gibi sonuçlanmadı.
Sene de bir gün dahi olsa çoğunluğu gençlerden oluşan öğretmenler gönüllerince eğlenemeden erkenden salonu terk etmek zorunda kaldılar.
FARKLI NELER YAPILABİLİNİRDİ?
Röportajların il yöneticileri ile yapıldığına itirazımız elbette olamaz. Ancak, çeşitli kesimlerden görüşler alınarak zenginleştirilmesi hatta salondakilere mikrofon uzatılarak görüşlerin alınması, Sayın Vali ve Milli Eğitim Müdürünün öğretmenleri ile de canlı bağlantı kurularak değişik bir yöntemin uygulanması yararlı olurdu diye düşünmekteyim.
Bir programda ayrıntılara yer vermek risk oluştursa da amacın gerçekleştirilmesinde en önemli öğeler olduğu unutulmamalıdır.
Özellikle, Valimiz Dr. Yusuf Mayda’nın öğretmenleri yücelten konuşması ve emekli öğretmenlere çiçek sunarken “Öğretmenlerimize saygı borcumuz vardır” şeklindeki samimi ve içten sözleri emekli öğretmenler dâhil tüm öğretmenlere verdiği bir değerin ölçütü olarak şükranla karşılanmıştır.
Keza; Milli Eğitim Müdürün Sayın Aktaş’ın içeriği son derece doyurucu konuşması ve bu konuşmasında özenle seçtiği:
“Öğretmen, öğrencilerinin mütevazı sofrasına oturan akan burunlarını mendili ile silen kişidir.”
Almadan vermenin gözyaşını göstermeden ağlamanın adıdır öğretmenlik. Tümceleri ile sürdürdüğü konuşması heyecanlarımıza heyecan kattığı için kendisine elbette teşekkür borcumuz var.
Ben de (biz) diyorum ki?
Eğitim de son birkaç senede sistem değişiklikleri, tabletler, akıllı tahtalar, fatih projesi, projeksiyon aletleri gibi değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Ancak unutulan bir şey var ki o da öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesinde atılması gereken adımların askıya alınması moral ve motivasyona olan ihtiyaçlarının göz ardı edilmiş olması gerçeği.
Sonuç olarak:
“Ben öğretmenim diyebilen kişi, toprağa atılan bir tohum gibi onlarca tohum verebilmesi için kendini feda eden kişidir” diyor tüm öğretmenlerin gününü kutluyorum.