Birbirinden güzel ve unutulmaz pek çok yaşanmışlıkları geride bırakmıştım. Nice hayallerle girip çıktığım okulumun kapısından biraz gururlu biraz buruk dışarı çıktım. Hayal gibi geliyordu her şey.
Dört yılın sonunda Kazım Karabekir Eğitim Fakültesinden elimde bir mezuniyet belgesiyle çıkıyordum. Yüreğimde yarı hüzün yarı sevinç fırtınası esiyordu. Adımlarımı hızlandırıp çıktım üniversite yerleşkesinden.
Farklılık olsun diye Erzurum tren garına gidip bir bilet aldım. Tren raylarının musikisi, yolculuk boyunca gözlemlediğim doğal güzellikler, çobanların otlattığı koyunlar, sığırlar ilham vermişti gönlüme. Gökyüzünün pırıl pırıl kandillerini hiç bu kadar parlak görmemiştim. Her zaman yanımda taşıdığım el çantamdan kâğıt ve kalem çıkarıp birkaç dize yazdım.
MEÇHULE GİDİYORUM
“Bu rivayet
Yankısıdır bir eski hülyanın.
Yıldızlar çocuklarıdır dünyanın.”
Tacettin Şimşek
Tam dört yıl
Neşeyle hüznün
Kol kola gezdiği
Koca bir dört yıl
Dün gibi geliyor
Bana geçmiş
Oysa ilk gelişimden
Dört yıl uzaktayım.
Şükürler olsun ki
Yüce duygularla
Geldiğim bu yerden
Yüce duygularla
Ayrılmaktayım.
Geldiğim ilk günü hayal meyal
Hatırlıyorum.
Bilmem nasıldı?
Arkadaşlarla tanışmam
İlk ders kimindi?
Bilemiyorum.
Ancak bir şey var ki gönlümde...
Onu bir türlü silemiyorum.
Daima şükrediyorum.
Hakkımdı biliyorum.
Hayallerle geldiğim bu yerden
Meçhule gidiyorum.
Rayların musikisi
Alırken beni benden
Hayalimde belirir
Ülküm, dediğim güzel.
Erzincan’a vardığımızda akşam olmak üzereydi. Dolmuş duraklarındaki son araca yetişmiş olmanın sevinciyle birlikte Kelkit’e doğru yola çıktık. O yaz bütün gücümle tarlalarda çalıştım. Anneme, babama yardım ettim. Her depremde yıkılma korkusu yaşadığımız evin yerine bahçemize bir ev yapmaya başladı babam. Ev inşaatında çalışırken aklım hep tayinlerdeydi. Eylül ayının sonlarına doğru tayinler belli olmuştu. İlk görev yerim kendi ilçem Kelkit’ti.
Şerif Aktaş, Tacettin Şimşek, Cengiz Alyılmaz gibi çok değerli Hocalarımdan eğitim almıştım; ancak okulda öğrencilerle ders işlemek çok farklı bir tecrübe gerektiriyordu. Çok kısa zamanda öğrencilerime ve dolayısıyla öğretmenlik mesleğine alıştım. İki yılını sonunda askere gitmeye karar verdim. Isparta-Eğirdir’de 45 günlük eğitimden sonra yedek subay öğretmen olarak ilk görev yerim Kelkit’e tekrar döndüm.
9. sınıftan itibaren sınıf öğretmenliğini yaptığım yirmi üç öğrencim için bu sevindirici bir haberdi. Sınıf başkanı, Edebiyat Kulübü başkanı ve Şiir Atölyesi üyesi Deniz için, onun ifadesiyle, tam bir müjdeydi.
Nöbetçi öğrenci dersime girerek Deniz’in idareye çağrıldığını söylediğinde babasının kaydını alacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Hem başarılı hem de yetenekliydi. Sürekli hukuk okuyacağını ve adaleti temsil edeceğini söyleyen bir evladı hangi baba okuldan uzaklaştırır ki?
O gün öğlene doğru bütün arkadaşlarıyla ve öğretmenleriyle vedalaşıp gözyaşları içerisinde okuldan ayrıldı. Günlerce öğretmenler odasında, koridorlarda, okul bahçesinde hep onun hali konuşuldu. Deniz’in yanaklarından süzülen gözyaşları, bütün arkadaşlarına azim olarak yansımıştı.
Yıllar sonra ondan gelen bir mektupla o günleri tekrar yaşamıştım. Bu mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli Öğretmenim, 23 Nisan 2006
Yıllar sonra ilk defa hatıra defterimi elime alma olanağım oldu. Çocukluğum, gençliğim dediğim, en güzel yıllarım diye adlandırdığım hatıralar bir bir geçti gözlerimin önünden.
Ailem, sınıf arkadaşlarım ve tabii ki sizi (en kıymetli öğretmenimi) hayırla andım. Bu mektubu size olan saygımı bilmeniz için yazdım.
Okula geldiğiniz günden babamın eğitim hayatıma son verdiği güne kadar bütün sınıfa hatta bütün okula verdiğiniz emekleri unutmadım. Sınıf öğretmenimiz olduğunuz ilk günkü planlarınızı nasıl adım adım uyguladığınızı hayretle seyrettik. Yirmi üç öğrencinizin her birinin sorunlarıyla nasıl baş ettiğinizi bizzat gördüm. Farklı bir öğretmenlik anlayışınız vardı. Bir kere “Neme lazımcı” değildiniz.
Babamın okuldan kaydımı alırken size söylediği “Hocam, benim çocuk okusa da okumasa da sizi ilgilendiren bir durum yok!” gibi pek çok sözden dolayı sizden özür diliyorum. O günlerden doyalı duyduğum hüzün hala içimde. Ağabeyim, babamın bu sözlerini duyduğunda utancından sizin yüzünüze bakamamıştı.
Okuldan ayrıldığım günün akşamı hep ağladım. Annem ve ağabeyimden başka kimse anlamıyordu beni. Şimdi ben de bir anneyim. Bir kızım bir de oğlum var. Ellerinizden öperler.
Belki bilmiyorsunuzdur diye söyleme gereği duyuyorum. Okuldan alınmama sebep babamın Fransa’daki yeğeniyle evlendirilmemdi. Fransa’da çilek tarımıyla ünlü bir kasabada yaşıyoruz.
Buraya geldiğim ilk günden beri çilek, domates ve elma bahçelerinde çalışıyorum. Hukukçu olacakken işte böyle reçber oldum. Günler, aylar ve yıllar nasıl geçti anlamadım. Allah’tan eşim benim halimden anlıyor. Yoksa çekilmez bu yaban elleri.
Ona hep sınıf arkadaşlarımdan bahsediyorum. Her hareketiyle neşe kaynağımız Serap’tan, cömertliğiyle Gülnur’dan, güzel sesiyle Rukiye’den, çalışkanlığıyla Safiye’den; bir türlü dersini işleyemeyen Mehmet öğretmenden, kibarlığıyla Aziz öğretmenden, ne yapsak yaranamadığımız İlyas’tan, idarenin soğuk yüzü Kemal Bey’den, bize edebiyatın ne demek olduğunu öğreten sizden konuşup anılarımızı paylaşıyoruz.
Sorunlarımızı çözmede rehberlik yapan öğretmenlerimi tek tek hayırla yâd ediyorum. Tabii bizi hiç anlamayan ve anlamak da istemeyen öğretmenlerimizi ağzımıza bile almaktan imtina ediyoruz.
Yazın tatile geldiğimizde eşim ve çocuklarımla sizi tanıştırmak istiyorum. Kızım sizin gibi öğretmen olmak istiyor. Oğlumsa hukuk okumaya kararlı.
Sizin bize okuduğunuz şiirleri, okuttuğunuz kitapları, zihnime kazıdığınız iyi, doğru ve güzele dair her şeyi bir mücevher gibi koruyorum içimde.
Her yalnız kaldığımda “Kaldırımlar’ı”
Her pişmanlığımda “Gelsen de Bir Gelmesen de’yi”
Her annemi özlediğimde “Anneciğim’i”
Her sevgiye ilişkin bir söz duyduğumda “Mona Roza’yı’
Her arayışa düştüğümde “Yollarda Yoktun’u” okuyorum.
Bazen de bu gurbet illerde çaresizliğe düşüp sizin değiminizle “Sevmek özüm, bakış gözüm ve ağlamak çözümdür.” diyorum.
Tarafsız ve nitelikle okumayı, at gözlüğü takmadan düşünebilmeyi hep sizden öğrendim. Durmaksızın okuyorum. Çocuklarıma da okumanın sizin değiminizle “Aramak ve bulmak” olduğunu; bulmaktan da amacın “mutlu olmak” olduğunu öğretiyorum.
Sözlerime yine sizin bir sözünüzle son vermek istiyorum.
“Aklınız ve gönlünüzle yolunuz açık; alnınız ak olsun.”
Ellerinizden öpüyorum.
Deniz Yağmur
11 Fen-A / 85