Göze kaçan toz zerresi gibi, sızıyı kalpte hissettiren alev alev yakan ayrılık acılarının hikâyeleri çoktur. Eskiler ayrılığa firak derler, büyük bir dert olan ayrılık hasreti bağırda kışlatır, alevi ise lambada titredir. Ayrılık taşınmaz yüktür, ölümden elli altmış dirhem ağır gelir. İlacı yoktur panzehri dahi zehirden çok acıdır. Bize bu ayrılığı anlatan, kendinden önce haberini getiren nice hikaye, türkü, şiir ulaşmıştır. Ayrılık taa dedelerimizden mirastır bize, insanlık tarihi ile aynı yaşta bitmeyen eski bir ağrıdır. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin’in ve Köroğlu’nun hikâyelerini her dinlediğimizde tarif edilemez hüzünler çöker yüreğimize. Bu dünya ayrılık dünyasıdır işte.
Eski mezarlıklarda Osmanlı dönemi kavuklu mezar taşlarının üzerinde “Ah mine’l-firak” yazar. Geçmişte bizden önce yaşayıp rahmete kavuşanlara “ ah “ dedirten can yakan bu acı, sonu olmayan bir uçurum gibi bugün de biz yaşayanların yolu üzerinde durmakta ve insanoğluna yaşatacağı anı beklemektedir. Bu ayrılık halini Ömer Hayyam’ın bir dizesinde şöyle anlatır. “ Ayrılıklarla dolu bu dünya, vefadan yoksundur. Eğer dünyada vefa olsaydı, önceki insanlardan sana sıra gelmezdi. der. Ömer Hayyam, Yunus Emre’nin belirttiği “ Dünya bir penceredir. Her gelen baktı geçti. ”dizeleri ile ayrılığın insanoğlunun kaderinde olduğunu ifade eder.
Bu dünyaya her gelenin bakıp geçtiği pencereden görünen manzara, içinde yaşadığımız bu dünya, ayrılıkları kaldırmaz bir şekilde sevdirilmiştir bize. Bu sebepledir ki insan, kaçınılmaz olduğu halde ayrılığa bir türlü alışamaz. Alışabilseydi acısını duymazdı, alışamayınca acıyı, gamı, kederi, söze katar, şiire koşar türkü yakar oldu. Böylece ayrılık, gönlün dört duvarını yakıp kavuran bu ateşi dile getiremeyenlerin sözü oldu.
Ayrılığın ateşi bugün nice gönülleri yakmakta, bu ateşten yapılan türküler sessizce yananların sesi olmaktadır. Bu nedenledir ki bizim dilimizde “ türkü yazmak” diye bir deyim yoktur. “ türkü yakmak” diye deyim vardır. Fethi Gemuhluoğlu; “Türkülerle hüznümüz Allah’adır bizim, insanoğlu türküsüz kaldığı zaman gurbettedir. Türküler bitip tükenirse hatırasız, sevdasız ve yalnız kalırız. Türkülerimizde millet var,insan var ” ifadesi ile anlatır durumu. Merhum Neşet Ertaş, ayrılık sızısı için “ Az mı çektim” der. Musa Eroğlu tarafından seslendirilen “ Yâre Söyleme “ adlı türkü ise ayrılık acısı çekenlerin gönül tellerini titretir. Seher yeli bizim ele gidersen/Nazlı yâre küstüğümü söyleme/Ne hallere düştüğümü sorarsa o yâr/ beni sorarsa bağrıma taş bastığımı söyleme/ Ağrılar baş tutar ah-u zardayım, Mansur gibi çekilmişim dardayım/ gezer dolaşırım bilmem nerdeyim/ Deli deli estiğimi yâre söyleme/ Belki birgün çıkar gelir diyorlar, Gönül muradını alır diyorlar/ Seven seveni bulur diyorlar/ Umudumu kestiğimi söyleme yâre söyleme. Mısraları kulaktan kalbe iner, gönül bağını çözer, ayrılık hasreti çığ gibi büyür.
Türküler mısralarında ayrılıp giden vefasız yârine seslenen kor yürekli aşıkların hikayesini, bir ailenin ayrılık acısı ile tarumar olmuş bahçelerini, bir dönem sevdiğinin gözünde kıymetli olan gülün nasıl itibardan düşüp ölüm kadar uzaklara itildiğini anlatır bize. İnsanımızın yaz gelince yaylara gidişini, sabahtan kalkan gelinlerin buğday tarlasında ekin biçişini, vefasız yârin hasta edişini, düşmanın kahpece silah çekişini, evladını savaşa gönderen annelerin yürek sızısını, elden giden vatan topraklarının yasını, Horasan erenlerinin gül alıp gül satışını, gülden terazi yapışını, savaşların, göçlerin, zulmün ahlarını, eyvahlarını, birliğin, dirliğin halaylarını, horonlarını, yaşamının her anında dua dua göklere yakarışını türkülerle dile getirmiştir.
Hepimiz aynı ayrılıklar dünyasında birilerinden, bir yerlerden, bir şeylerden sürekli ayrılıyoruz. Yani ayrılığın ortasında yaşıyoruz, ayrılık üzere yaşıyor fakat yine de ayrılığa alışamıyoruz. Bu ayrılık sızısını içimize gömdüren, tevekkülle boyun eğdirendir bizim türkülerimizdir. İnsanımızın kalbine düşen cemreleri mızrap mızrap tele döküp yeşerten türkülerimiz, milletimizin gönül sazından sızan gönül teridir. Asaf’ın mikdarını bilmez Süleyman olmayan, Bilmez insan kadrini alemde insan olmayan… mısraları, “ Asaf’ın” Süleyman’ın veziri olduğunu, Ağahi’nin “ seher vakti çaldım yârin kapısını “ mısralarındaki seher vakti çalınan kapının “ Hak kapısı” olduğunu öğretir bize. Şairin dediği gibi “ Ve sabır olmasıydı yeryüzünde kalınabilirmiydi “ ifadesi, belki de türkülerle birlikte ayrılık acısına düşen gönüllere biraz olsun su serpilir.
Engin müdürüm bu yazdıklarını birleştırmek zamanı geldi..,
Firak üzerine yazdıklarını okuyunca kaleminizin değerini bıraz daha anlama imkanı buldum.. Sızın Gümüşhane Yazın hayatına olan katkılarınız elbette arada bir yazdıklarınla sınırlı değil.. SULEYMANIYE dergisi bildiğim kadaruyla isim babası dahil sizin eseriniz.. Ortada bir emk var bunu kamuoyu ile paylaşmak gerekir. sır olarak saklı kaldıkça sizin emeğiniz gün gelişrki su yüzüne çıkmaya bilir. Bunu zamanı şimdidir. ortaya bir eser çıkaralım.
başarılar..