Gelincik Taşları Efsanesi (13)

Ali, aylık iznini bugün kullanmış, babası Topal Ömer, anası Kezban hatun ve köy muhtarı İhsan ile Gülşah’ı istemeye gidiyorlardı. Haviyana yol ayrımına gelince atlarından indiler. Kezban hatun da oğlunun yardımı ile attan indi. 

-Azıcık soluklanalım, benim bacağım sallandıkça daha çok ağrıyor. 

-Dinlenelim, dedi muhtar İhsan.

Buldukları temiz taşların üzerine oturdular. Tek tük yoldan geçenler oluyordu. Bostanlarda patateslerin sökülmesi zamanıydı. Çit deresi boyunca bağ, bahçe ve bostanlarda çok çalışan kadın ve erkek görmüşlerdi. Havanın güzelliğinden yararlanan üreticiler bir an önce ürünlerini hasat edip evlerine taşıma telaşındaydılar.

-Bilir misin muhtar, nereden bileceksin sen daha çocuktun, bu yolları gece gündüz yürür yine de bana mı demezdim. Şimdi yaşlandık. Yaşlanmak bir yana şu topal bacak beni çok fena yoruyor. Sallandıkça daha çok ağrıyor. Hayvana binmek istemiyorum ama ne yaparsın mecbur kalıyorum.

-Vilayette iyi bir doktor varmış, bir gidip görünendi ona. 

-Ne görüneceğim. Hepsi para tuzağı. Önce muayene hanesine gidip muayene parası vereceksin, sonra da hastaneye gidip bir daha görüneceksin ki resmi reçeteni yaza.

-Evet, orası da doğru. Şimdi bırak bacak ağrısını da ne yapacağız?

-Yapacağımız bir şey yok, Allah’ın emri Peygamberin kavli ile kızı isteyeceğiz.

-De hadi durmayalım, bir an önce gidelim.

-Acelen ne muhtar? Daha akşama çok var.

-Olsun hadi kalkalım.

Xxx

Haviyana köyünde, tüm köylü yediden yetmişe dünürcüleri bekliyordu. Gözler yoldaydı. Kadın-erkek, yaşlı-genç Gülşah’ın kaldığı evin çevresinde toplanmıştı. Köyün en güzel kızı, güzeller güzeli Gülşah’a dünürcü geliyordu. Köyün bekar gençlerinin ağzını bıçak açmıyordu. Bekar kızlar ise çok mutluydular. Gülşah başka köye kocaya gidecek, köyün bekarları kendilerine kalacaktı. Köyde ayrıca bir ilk de yaşanıyordu. Köy kuruldu kurulalı bir başka köye Haviyana’dan gelin gitmemişti. Gülşah ilk olacaktı.

-Kızlar, sonunda kurtulacağız Gülşah’tan.

-He ya, de de onu de.

-Bekar uşaklar bize kalacak.

-Seç seç al.

-Gülşah gittikten sonra düşerler peşimize.

-Ben kendimi naza çekerim kız.

-Niye ki? Çok naz aşık usandırır bilmez misin?

-Allah’tan güzel kız şu Gülşah ama.

-Güzel de söz mü, ben de erkek olsam düşerdim Gülşah’ın peşine.

-Onu isteyen Ali mi ne?

-Evet adı Ali’ymiş.

-O da gelecek mi acaba?

-Görsek onu nasıl bir gençmiş ki, kimsenin yüzüne bakmayan Gülşah gitti de elin çobanına gönül vermiş.

-Yakışıklı diyorlar.

-Kara kaşlı kara gözlü, uzun boylu, babayiğit biriymiş.

Bekar kızlar kendi aralarında konuşurken, bekar gençler, göz kırpmadan Gülşahların evine gelen yola göz dikmişlerdi kirpik üstüne vurmadan. Öğlene doğru Topal Ömer, Kezban hatun, muhtar İhsan ve Ali, köyün girişinde görülünce onlar bekleyen çocuklar koşarak köylülerin yanına geldiler.

-Geliyorlar.

Köyü bir sessizlik kapladı. Oturanlar ayağa kalktı. Ağlayan bebeler sustu. Meleyen koyunlar melemez oldu. Gülşah’ın anası Feride hatun, köyün muhtarı Çepni Osman, Elif ve Sümbül, oturdukları çardağın altından ayağa kalkarak, evin çevirmesindeki kapıya kadar geldiler. Topal Ömer, “selam” vererek attan indi. Ardından muhtar İhsan daha sonra da Ali’nin yardımı ile Kezban hatun. Ali, atları çevirmenin sırıklarına mesafeli olarak bağladı. Yem torbalarını başına geçirdi. Köyün kızları Ali’nin her hareketini takip ediyorlardı. 

-Kızlar, çok yakışıklı.

-Valla ne yalan söyleyeyim, tencere yuvarlandı kapağını buldu.

-Gerçekten öyle.

-Kız güzel, oğlan yakışıklı.

-Yaşadı Gülşah.

-Yaşadı ki ne yaşadı.

-Baksana güçlü kuvvetli de görünüyor.

-Başını kaldırsa da gözlerini görsek.

-Ne o kız, Gülşah vazgeçer de ben alırım mı diyorsun?

-Böyle yakışıklıdan kim vazgeçer kız?

-Doğru söylersin.

-Nerede bizim oğlanlar da nerede bu, baksana şuna. Oy Maşallah.

-Yok canım ben bunu gördükten sonra bizim köyün oğlanları ile evlenmem.

-Ne o sen de koyun bekleyip kısmetini ormanlarda mı arayacaksın?

-Neden olmasın?

Ayağa kalkan bekar gençler de Ali’ye bakıyorlardı. Elin yabanı, elin çobanı geldi de bizim köyün en güzel kızına talip oldu. Biz bunu nasıl hazmedeceğiz.

-Ben hazmedemem arkadaş.

-Ne yapacaksın?

-Ormanda sürü otlatırken temizler, kim vurduya gider.

-Bak dikkatli konuş, oğlanın başına bir hal gelir valla senin sırtına kalır.

-Kalırsa kalsın, hiç değilse bir güzel, bir dünya güzeli için kendini feda etti derler.

-Derse desinler.

Muhtar Çepni Osman, sırayla hepsine “hoş geldin” der ve içeri alır. Gülşah, kendi odasına çekildi, daracık pencereden görünmeden dışarı bakıyor olanları takip ediyordu. Gelenler evin mabeyindeki peykenin üzerine karşılıklı oturdular. Muhtar İhsan, biraz dinlendikten sonra, Haviyana muhtarına:

-Uzun yoldan geldik, yine uzun yoldan köyümüze döneceğiz. Geliş amacımız belli muhtar. Kızımız Gülşah’ı, oğlumuz Ali’ye Allah’ın emri Peygamberimizin kavli ile istiyoruz. Onlar birbirlerini görmüş sevmişler. Bizlere düşen görev de birbirlerini seven gençleri birbirlerine kavuşturmaktır. 

Muhtar Çepni Osman, Gülşah’ın anası Feride hatun ile göz göze geldiler.

-Ne dersin Feride Hatun?

-Bir de kızımıza soralım, bakalım o ne diyor?

-Tamam sor da gel, Elif de bizlere birer bardak çay koysun. Birer bardak çaylar içildi. İkinci bardaklar da içildi ama Feride hatun hala Gülşah’ın odasından çıkmıyordu. Elif, üçüncü çayları da doldurdu. Çayı pek sevmeyen Topal Ömer, gittikçe sabırsızlanıyor. Üç bardak çayı nasıl içtiğine o da inanamıyordu. Neden sonra Feride hatun, kızının odasından çıktı. Mabeyinde büyük bir sessizlik hakimdi. Herkes Feride hatunun ağzından çıkacak olan sözlere kilitlenmişti.

-Gülşah’ın şartı var!

-Şartı mı?

-Evet!

-Neymiş şartı?

-Meryemana’ya gelen kemer köprünün yanına bir çevirme yapıla. Oraya köydeki her haneden ikişer koyun ve koç konula. Oluşan sürüye öğlene kadar tuz verile. Öğle saatinde o sürü Çit Deresinden karşıya geçirile.

-Böyle şart mı olur Feride hatun? Diye sordu Kezban ana.

-Bitmedi. Çoban Ali, sürüyü karşı yakaya geçirirken bir tek koyunun, koçun ağzı suya değmeyecek. Yani sürü su içirilmeden karşıya geçirilecek.

-Olmaz, dedi Kezban hatun, öğlene kadar sürüye tuz verilecek, tuz yalatılacak. O sürü su içmeden nasıl karşıya geçirilsin?

-Kızımızın şartı budur Kezban hatun.

Gözler Ali’ye çevrildi. Herkes onun bir şey söylemesini bekliyordu ve sonunda:

-Şartı kabul ediyorum. 

-Kabul mü ediyorsun? diye sordu babası Topal Ömer.

-Evet baba kabul ediyorum. Benim de şartım var. O sürünün içinde bizim Akkoç adını verdiğim koçum da olacak ve tuzu Gülşah sürüye verecek. Tuz yalattığı sürüyü su içirmeden Çit Deresinden nasıl geçirdiğimi gözleri ile görmesini istiyorum.

-Konuşayım kendisiyle, dedi Feride kadın.

Mabeyinde yine bir sessizlik vardı.

-Kızım sen bana hele bir çay daha koysana, dedi Topal Ömer.

Konulan çayı içerken Feride kadın, Gülşah’ın odasından çıktı.

-Tamam, Gülşah da senin şartını kabul ediyor, dedi.

-Eh, bize müsaade, malum yolumuz uzun.

-Olmaz, dedi muhtar Çepni Osman, Gülşah, siz geleceksiniz diye yemek yaptı. 

Tam bu sırada, Gülşah odasından çıktı. Ali ve kız kardeşleri hariç, mabeyinde bulunanların elini saygı ile öptü. 

Topal Ömer, Kezban hatun ve muhtar İhsan da Gülşah’ın güzelliği karşısında şaşırıp kaldılar. Muhtar İhsan:

-Maşallah, kızımız da çok güzel, dedi. 

Gülşah orta yere sofrayı kurdu.

Topal Ömer, kalplerine bir şey gelmesin diye sofraya oturdu. Gelen yemeklerden birkaç kaşık alıp bırakıyordu. Sürüye sabahtan öğlene kadar tuz yalatılacak ve o sürü dereden su içirilmeden karşıya geçirilecekmiş. Nerede görülmüş böyle bir şart? Bizim salak oğlan da hemen kabul etti şartı. A benim kafasız oğlum, o kadar tuzu yalayan koyunlar su içmeden dereden geçer mi? Bi,ri içmese öteki muhakkak içecek. Bu iş olmaz. Bizim oğlan kendine başka kız bakacak. Şimdiye kadar hiçbir koyun dereden su içmeden karşıya geçmemiştir. Böyle şart olmaz. Ne ise bizim kafasız kabul etmiş. Etmiş de neye güveniyor anlayamadım. O kadar tuzu yalamış sürü dereden su içmeden karşı tarafa geçmesi imkansız. İmkansızdan öte. Böyle bir şey ancak masallarda vardır. 

Yavaşça kapıdan çıktılar. Kezban Hatun, da köylülerin bakışları arasında Ali’nin yardımı ile ata bindi. Ali, atın dizginlerini eline aldı. Babası ve muhtar İhsan’ın arkasından o da yola koyuldu. Geldiklerine bin pişman bir şekilde Ali hariç diğerlerinin yüzleri asık bir şekilde köye döndüler. 

(Devamı var)

YORUM EKLE