Gelincik Taşları Efsanesi (3)

Topal Ömer, akşam yemeğinden sonra, evin önündeki çardakta oturmak istediğini söyledi karısı Perihan’a.

-Hava serin üşürsün.

-Ceketimi giyerim. Kasabada iken köy hiç aklımdan çıkmıyor. Hani geçimimizi sağlayacak bir gelirimiz olsa inan ki hanım çalışmayacağım. Öyle insanlar geliyor ki, anlat anlat anlamıyorlar. 

-Ne yapacaksın herkesin anlayışı aynı değil. Sen şimdi çay da istersin.

-Ne güzel olur.

-Ben demleyemem, bugün bostanları suladım, yoruldum. Ali demlesin. 

-Ben demlerim ana.

Çevirmenin kapısından Muhtar İhsan’ın:

-Ömer emmi evde misin?

-Evdeyim muhtar, buyur.

-Hah, bir bu eksikti. Şimdi iki de bir burnunu çeker, gırtlağının gıcığı da hiç durmaz. Fasur fusur da sigara çeker.

Topal Ömer, kapıya çıkar. Parlayan ay ışığı tam gözlerine geldi. 

-Gel muhtar gel, çardakta oturalım. Hava biraz serin görünüyor, üşür müsün?

-Yok Ömer emmi. Ali de burada mı?

-Burada, çay koyuyor, gel otur birlikte içeriz.

-Ali’ye söyleyeceklerim vardı da.

-Söylersin gel otur.

Çardağın tahtadan yapılmış, üzerine eski püskü halı serilmiş küçücük peykesine karşılıklı oturdular. Perihan da dışarı çıkarak:

-Hoş geldin muhtar. Gülsüm’ü niye getirmedin?

-O, yorgunum, yaslanacağım dedi.

-Haklı, kadınların bir türlü işi bitmiyor. Yemek yap, bulaşık yıka, çamaşır yıka, eski püskü sökükleri dik. Ahır temizle. İnek sağ, bostan sula, bitmiyor bu kadınların işleri muhtar bir türlü bitmiyor. Erkekler çok rahat Allah seni inandırsın.

Ali dört bardak çayla geldi. Ahşap masanın üzerine koydu. 

-Hoş geldin, muhtar emmi.

-Hoş bulduk Ali. Çay da ay ışığında çok iyi görünüyor.

-Afiyet olsun.

Muhtar İhsan, çayından bir iki yudum aldıktan sonra:

-Ali, koyunu olan her haneye sıkı sıkı tembihledim. Sürüyü her sabah Halilli Mahallesinden başlayarak Orta Mahalle ve Cami Mahallesini takiben alacaksın. İlk evden başlamak üzere o günkü aşını verecek. Anan, sana her sabah çıkın hazırlamayacak. Çıkının sıra ile hane hane verilecek.

-Gerek yoktu muhtar, ben hazırlardım.

-Yok, hayvan sahipleri olur dedi. Kırk günde bir sıra gelecek. Sen hiç kendini yorma.

-Eh, olsun bakalım.

Ali biten çayları tazeledi. 

-Sana emanet bir de Alaman beşlisi vereceğim. Sakın yanından ayırma, baba yadigarıdır.

-Olur, ayırmam.

Xxx

Köyün karşısındaki alaçam ormanları Çit Deresinin gerek bitki gerekse ağaç çeşitleri arasında en zengin bitki örtüsüne sahip ormanlardı. Hayvanların otlatılması açısından da çok zengindi. Doğada her renk çiçeklerin açtığı ormanın en büyük düzlüğü ise Çit Düzü’ydü. Düzlüğün bitiminde başlayan ormanlık alanın hemen aşağısında hayvanların su içmesi için yapılan sulakların suyu yaz kış eksilmiyordu. Suluğun başında oturan genç bir kız başına papatya ve sarı renkli çiçeklerden ördüğü taç vardı. Anasının sabah verdiği çıkınındaki ekmeğini yanındaki katıkla yiyordu. Sade kendisine değil yanından ayırmadığı ve genç kızdan hiç ayrılmayan Bozlak adlı köpeğini de yediriyordu. Sulaklardan suyunu içen otuz kadar koyun, alaçam ağaçlarının altında serinleniyorlardı. Birbirine yapışık oturan koyunlar, öğlene kadar yaylımda yayıldıklarını hazmetmek için geviş getiriyorlardı. 

Adı Güllüşah olan genç kız Haviyana köyündendi. Çit Düzünün hemen aşağısındaki köydendi. Genç kız, her gün sabah erkenden kalkıp koyunlarını otlatmaya çıkıyordu. Koyunları ona o da koyunlarına aşıktı. Hele bir koçu vardı ki, nerede ise dört aylık bir buzağı büyüklüğündeydi. Koçu çok isteyenler olmuştu ama ne babası ne de anası vermemişti. Kendisi de hiç razı gelmemişti. Devirdiği ayak kurusu çam ağacının altında kalarak yaşamını yitiren babasına, koçun ederinin üzerinde değer biçtilerse de o, “Koç kızımındır. O razı olmadıktan sonra satmam” demişti. 

Zavallı babası. Ormandan ayakta kuruyan alaçamlardan odun yaparak katırla kasabaya götürüp fırıncılara satarak ailenin geçimini sağlıyordu. Yine bir sabah, kahvaltısını yaptıktan sonra katırını alarak Çit Düzünden ormanlık alanın içerisine girmiş ayakta kuruyan alaçam aramıştı. Çitlilerin Orta Pağar dedikleri bölgeye geldiğinde ayakta kurumuş çam ağacı bulmuştu. “Bundan iki katır yükü çıkar” deyip zaman geçirmeden, keseceği ağacın düşeceği alanın dışındaki bir çam ağacına katırını bağlayıp yem torbasını başına takmıştı. Zaman geçirmeden kuru ağacı baltası ile kesmeye başladı. Özü çürümüş ağacı henüz yarıya kadar kesmemişti ki büyük bir gürültü ile devrildi. Kaçmaya fırsat bulamadan ağacın altında kalmıştı. Köylüler onu ormanda ölü olarak bulmuştu. Onun için Güllüşah babasının ağacın altında kaldığı Orta Pağar bölgesine koyunlarını hiç otlatmaya götürmüyordu. 

Babası öldükten sonra anası ve iki kız kardeşi ile kalmıştı Güllüşah. Kız kardeşleri daha küçüktü. Ailenin bütün yükü omuzlarına binmişti. Babasından sonra odun satışı yapamadıkları için ailenin geliri büyük oranda düşmüş, koyunlardan elde ettikleri yağ, çökelek ve peynirleri kasaba pazarına götürerek satan anasının aldığı üç beş kuruşla geçimlerini sağlıyorlardı. Üç tane ineği ise küçük kardeşleri köyün içerisinde otlatıyordu. 

Bir saatten fazla Çit Düzündeki suyun başında oturmuş hem kendisi hem de koyunları dinlenmişti. Yeniden yaylıma kalkmak zamanıydı. Babasından kalma çifte kuş tüfeğine uzattığı yerden kaldırdığı sırada Çitikebir köyü tarafından Çit Düzüne çıkan yoldan iki gencin geldiğini gördü. Tüfeği eline aldı. Bozlak kulaklarını gelen iki gence dikerek hırlamaya başladı.

-Dur bakalım Bozlak, görelim bakalım niyetleri nedir?

Bozlak, onu dinlemedi hırlamayı sürdürdü. 

-Sen, hırlamayı sürdürdüğüne göre niyetleri iyi değil. Tedbirli olalım.

İki genç, Bozlak’ın hırlamasına aldırmadan kendisine doğru yürümeye başladılar. Genç ve güzel kızı karşılarında görünce adı Şakir olan arkadaşı Aydın’a:

-Dağ başında böyle güzel bir kız. Bu ne şans Aydın?

-Hiç sorma. Gerçekten dünya güzeli gibi bir kız. Ben ömrümde böyle güzel kız görmedim.

-Ne yalan söyleyeyim, ben de görmedim.

Birkaç adım daha yaklaşıkça Bozlak’ın hırlaması daha da sertleşti. 

-Adın ne senin dünya güzeli?

Gülşah, cevap vermedi. Tüfeği Şakir ve Aydın’a doğrulttu. 

-Yaklaşırsanız ateş ederim.

-Bak sen, güzelliği kadar cesareti de var. Silah da tutuyor Şakir.

-Hiç yakışmıyor o incecik parmaklarına.

-Yakışmıyor tabi böyle güzel bir kızı saraylarda yaşatmak lazım.

Gülşah, tüfeğinin iki tetiğini de kaldırdı. Tüfek ateşe hazırdı. Bir adım ileri attı. Silahını sağa sola sallayarak:

-Çekilin yolumdan, belanızı aramayın, yoksa canınızdan olursunuz.

-Bak sen, dedi Şakir, bir de bizi tehdit ediyor. 

-Size yolumdan çekilin dedim.

Oturan koyunlar, yavaş yavaş kalkarak, orman içine doğru gitmeye başladılar. 

-Son kez söylüyorum, yolumdan çekilin.

Koyunlar orman içerisinde gözden kayboldular. Gülşah’ın aklı koyunlarındaydı. Onların gittiği yönde hiç otlatmamıştı. 

-Atıl Bozlak.

Gülşah’tan alan emri anında yerine getiren Bozlak, Aydın’a saldırarak yere yatırdı. Neye uğradığına şaşıran Şakir ise geldiği yöne doğru hızla koşmaya başladı. Bozlak ise yere yatırdığı Aydın’ın başında diklenmiş açık ağzıyla hırlıyordu. 

-Tamam tamam, kurtar beni bu ayıdan.

-O gördüğün ayı değil, benim en sadık dostum. 

-Tamam dostun her neyse kurtar beni.

-Kalkar kalkmaz seni terk edip kaçan o soysuzun arkasından gideceksin.

-Söz gideceğim.   

-Bırak Bozlak.

Yavaş yavaş geriye çekildi. Gözlerini Aydın’dan ayırmıyordu. En yanlış hareketinde saldıracaktı yeniden. Aydın yattığı yerden yavaşça doğruldu. Ayağa kalktı. Kalkar kalkmaz Şakir’in arkasından koşamaya başladı. Bozlak da onun arkasından. 

Aydın’ı gözden kayboluncaya kadar kovalayan Bozlak sonunda Gülşah’ın yanına geldi.

-Gidelim, koyunlar tehlikeli alana girdiler. Bu bölgede kurt çok oluyor.

Hızlı adımlarla koyunların arkasından yürüdüler. Koyunların boynunda asılı olan zillerin sesini duyunca o yöne yönlendiler. Koyunlarına kavuşan Gülşah, daha ileri gitmeden, onları tekrar Çit Düzüne çevirdi. Düzün çıkışındaki kıranın sırtına doğru sürdü koyunlarını. Bir yandan gidiyor bir yandan da çevresini gözetiyordu. Az önce karşılaştığı iki kişinin yeniden karşısına çıkma olasılığını düşünüyordu. Koyunlar ise kıranın sırtındaki boy atmış otlardan ağız tadıyla yayılıyorlardı. 

Tam köylerinin karşısına gelince bu kez gözü gibi baktığı koyunlarını kıran aşağı çevirerek:

-Akşama kadar yayılsınlar, buradan da ancak akşama köye varırız.

Arkasını kaya parçasına dayayarak oturdu. Tüfeğini her zamanki gibi yan tarafına koydu. Boynunda asılı olan kavalını eline aldı. Kılıfından çıkardı. Kavalın ağız kısmını, ağzına koyarak ıslattı. Önce üfledi. Küçükten beri çaldığı kavalı ile yanık yanık çalmaya başladı. Yaylımdaki koyunlar önce durakladılar, başlarını kaldırdılar. Yiğit adını verdiği koçu, başını geriye çevirdi. Yavaş yavaş Gülşah’ın yanına başına takılı olan zili öttürerek geldi. Oturabileceği yer bulunca da oturdu. Şimdi Bozlak bir yanda Yiğit bir yanındaydı. Kavalın yanık sesi, kırandan kırana ulaşıyordu. Koyunlar ise oldukları yere çakılmışlardı, bir türlü ilerlemiyorlardı. Onlar da Yiğit gibi yaptılar. Geri döndüler. Gelip Gülşah’ın önünde oturdular. Kavalı dinlemeye başladılar. Onlar için kaval, otlamadan daha önemliydi. Her zaman alıştıkları yanık havaları bu kez Gülşah daha içten daha duygulu çalıyordu. Başını zaman zaman sağa sola sallayan Yiğit’in boynundaki zilin sesi kavalın yanık sesine karışıyordu.

(Devamı var)

YORUM EKLE