GÖNÜL, DERDİN HİÇ BİTMİYOR!

Sevgi, umut, hasret, muhabbet, anma gibi kalpte oluşan duyguların kaynağı , ruhsal kıpırdanmaların, iç çabaların taşıyıcısı, insanı Yaradan'ıyla, insanla ve dünyayla içten bir ilişki içine koyan, ruhun derinliklerindeki güç. Her insanda var olan, herkesi ilgilendiren ve herkesin göğüs kafesinin sol tarafında bir yerde var olduğunu zannettiği ‘gönül’ den bahsedeceğim.

Belki de her şeyimiz, olmasa yaşayamayacağımız değer. Bazen; gözümüz, yaramız, mutluluğumuz, duygularımızın pınarı, bazen de coşkun akan bir nehir. Bir ova kadar geniş, kalemin ucu kadar ince. Dolan, boşalan, dostlara ve sevdiklerimize açılan kapıdır gönül. İçinde; yaralarımızı, dostlarımızı, yârimizi, sevinç ve sıkıntılarımızı, anılarımızı, sevdiklerimizi ve aşklarımızı sakladığımız yer.

O’nu nerede arasanız orada bulmanız mümkündür. Gönül bağı, gönül yarası, gönül gözü, gönül kırmak, gönülden çıkmak, gönül borcu, gönül dostu, deli gönül, abdal gönül, soyha gönül, gönül bahçesi ve gönül türküsü gibi…Hepsi ayrı bir muhabbet , hepsi ayrı bir inceleme konusu. Gelin biz türkülerimizi bir inceleyelim ve ‘gönül’ün nasıl motif motif işlendiğine bakalım.

Hakikaten, Anadolu denince türkü, gönül denilince de akla ilk gelenler; Sümmani , Ali Ekber Çiçek, Mahzuni, Aşık Veysel, Neşat Ertaş’tır. Onların türkülerinde gönlünün hep hasretlik çektiği, birilerince yaralandığı, sevdiğine  kavuşmak istediği görülür. İşte gönül dağının sanatçısı Neşat Ertaş’tan iki türkü.

Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca       Şu garip halimden bile işveli nazım
Akar can özümde sel gizli gizli                          Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Bir tenhada can cananı bulunca                       Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm
Gönlümü yaralar dil gizli gizli.                          Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen..


Yine, Aşık Hüdai aşağıdaki birinci dörtlükte gönlüne; aşka katlanamayacaksan, hiç girişme ve kimseyi incitme diyor, İkinci dörtlükte de Orhan Gencebay gönlüne intizar etmiş. Gönlü hep başına dert açmış, yeter artık demiş.

Gönül çalamazsan aşkın sazını          Nedir bu çektiğim senden.
Ne perdeye dokun ne teli incit            Gönül derdin hiç bitmiyor
Eğer çekemezsen gülün nazını          Yediğin darbelere bak
Ne dikene dokun ne gülü incit             Bu da mı sana yetmiyor.


Dahası; “Gönül gel seninle muhabbet edelim.” “Deli gönül hangi dala konarsın” Gel gönül gidelim aşk ellerine’’Huma kuşu yükseklerden seslenir’’Bu gönlümü sana verdim haberin var mı’’ Aldırma gönül aldırma’gibi daha onlarcası vardır.Hangisine bakarsak bakalım, sevgi, muhabbet, duygu, aşk açısı,ayrılık, hasret ,umut, vefa gibi çok zengin değerlerle süslüdür ve bu süs insanımız hep içinde saklı kalmıştır.İşte burda gönül türküleri devreye girip Anadolu insanının, engellenmiş, içinde saklamış duygularının dışa vuran hali olmuştur.

Hakikaten türkülerimizde , gönül ile mantığın sürekli bir çatışma içerisinde oluduğunu ve  ‘gönül’ün, sevgi ve mutluluğun yanında, insana acılar da yaşattığını ve aklımızın adeta gönül yüzünden yorulduğunu görürüz.Her şey; gözünüzün gördüğü, yüreğinizin sevdiği, şartlarınızın ve ortamınızın kaldırdığı kadar güzel olsun.Selam ve sevgiler…
YORUM EKLE