Tanıdık bir dost gazeteden içeri girdi ve hemen oturdu. Üzgün olduğu halinden belliydi! Meğer kaldırımdan geçeyim derken, ama (görme özürlü) bir yurttaşa çarparak yere düşmesine neden olmuştu. Üstelik “kör müsün?” diyerek te sitem etmişti. Adam sesini çıkarmamış olsaydı belki de tokatlayacakmıştı.
Farkında olduğunda iş işten geçmişti.
Farkında olduğunda iş işten geçmişti.
Özür dilemiş ama yine de içi rahat etmemiş, bardağı yere attıktan sonra ondan af dilemek gibi bir şey…
Dost kişi bu olaya fena halde yanmıştı, yanmasına da acaba: kendimi affettirebildim mi? Kuşkudan bir türlü kurtlulamıyordu.
Dostumuzun üzüntüsünü biraz olsun hafifletmek için, “senin ki ne ki”? diyerek başımdan geçen gönül yarası bir olayı aktardım kendisine!. Öğretmenliğini dahi yaptığım bir yakınımı ziyaret için gittiğimde, kapıyı henüz açmıştım ki? “böyle içeri giremezsin”? Tepkisi ile karşılaştım. Her nasılsa ayakkabılarımı çıkarmayı unutmuşum. Misafiriz, büyüğünüz dedikse de pek yararı olmadı. Adam huyundan vazgeçmedi.
Şimdi soralım? Gönül yapmak mı? Gönül yıkmak mı? Hepimizin ders alacağı nefis bir alıntıyı birlikte okuyalım:
“Gönül Yarasının Merhemi Yoktur... Bir dal kırılırsa tekrar tutabilir. Bir cam kırılsa belki tekrar yapıştırmak kabildir. Bir kuşun kanadı kırılınca uçamaz zannedilir; iyileşince uçması mümkün. Ya kalbin kırılışı inkisara uğrayışı bin parça oluşu yok mu ne onulmaz şeydir o? Sonsuz hayatı kaybettirir insana. Maddi şeyler kırılınca yapıştırılır birbiri ne tutturulur da yine bir şeye benzer. Fakat manada öyle mi? Bir kere kırılan kalbin parçalarını hangi maharetli el birleştirebilir?
Mevla’nın nazargahı olan gönüldeki inkisar yüzde teessürünü gösterince o gönlü almak ne kadar müşküldür artık. Bazen bir söz karşıdaki insanın dünyasını yıkar harab eder. Bazen bir bakış öldürür insanı. Bazen de bir yüz ifadesiyle kaynar su dökülmüş gibi olur kişi başından aşağı. "İlim ü amel ne fayda Bir gönül yıktın ise" dediği gibi şairin büyük bir cürümdür gönül yıkış. Hele hele hassas insanların kırılışı bambaşkadır. Böyle kişilere karşı oldukça dikkatli hareket etmek gerekir. En küçük kırıcı bir söz ve hareketten kaçınmalıdır insan. Zira gönül yarasının merhemi yoktur. Kırılan harab olan bir gönülden yükselen feryat da kabule karindir.
Hakkın katında. Zira "Mazlumun ahı gökyüzüne kıvılcım şeklinde yükselir." buyuruyor Nebiler Nebisi :“İnsan ne kadar sert mizaçlı olursa olsun eğer dikkat ederse gönül yıkmadan kalb kırmadan bir ömür sürebilir”. Hiçbir zaman "Tabiatını huyum" diyerek atamaz bu vebali üzerinden. Zira yapılan hareketlerde Mevla'ya karşı sorumluluğunu unutmamalı insan. Ve hesap vereceğini. İşte sert ve haşin mizaçlı celadetli bir zat olan Ömer bin Hattab (HZ. Ömer)'ın sözü:"Ey Kabe! Seni bin kere yıksam tekrar yapabilirim. Fakat kırılan bir kalbi asla!"
Netice itibari ile:
Gönül yarasından sakınmak gerekir. Çünkü, onun cihanda merhemi yoktur.
Elinden geliyorsa gönül yıkma, yıkık gönlün ahı âlemi yakar.
Yunus’un dediği gibi:
Gönül çalabın tahtı / gönle çalap baktı
İki cihan bedbahtı / kim gönül yıkar ise…
Son söz: Gönül yapamıyorsan, dilinle bari gönül yıkma…