Musalla vadisinin dik patikalarından Süleymaniye’ye tırmanırken, daha ilk andan itibaren insanı tuhaf bir aşinalık duygusu sarıyor. Uzun zamandır görüşemediğiniz uzak bir akrabayı ziyarete gelmiş gibi bir duygu içindeyim. Size hem yakın, hem de mesafeli bir ev sahibi gibi duran taştan hanın duvarlarında insanın yüz hatlarında olduğu gibi tanıdık çizgiler var. Bu belli belirsiz aşinalığı düşünürken, kervanını Süleymaniye’ye çeken yolcular gibi bende önce Suluhan’a girdim. Geçmişte yolcuların konakladığı odalara heybelerimi bıraktım. Suluhan’ın balkonundan vadiyi seyrederken kuzeydeki şehre giden kervanları koruyan Canca Kalesi’nin her bir suruna gözlerimle dokundum. Alabildiğine sarp bir kayanın üzerine inşa edilen kale, uçurumun kenarlarından dönen surlarıyla başımı döndürüyordu.
Gümüşhane’yi iki yana ayıran Harşit Çayı turkuaz mavisi bereketiyle süzüle süzüle akıyordu. Tarihi İpek Yolu’na ulaştığımda bir an gözlerimi kapattım. Yanı başımda durdu kervanlar en kıymetli yükleriyle, develer Musalla Deresi’nden su içti, tüccarlar alın terini sildi. Binlerce yıllık tarihi bir solukta içime çekmiştim. Musalla Vadisi üzerinde uçan bir şahin, çığlığıyla selamladı beni. Başımı hafifçe sağa çevirdiğimde Gümüş Kız’ın Kalesi tüm heybetiyle yükseliyordu.
Suluhan’dan ayrıldım, kaleye kadar olan beş yüz metrelik mesafeyi kat ettim. İnce patika bir yoldan kaleye doğru yürürken attığım her adımda heyecanlanıyordum. Kalenin girişindeki dehlize ulaştığımda burası orası mı diye geçirdim aklımdan. Dehlize atladım. Zaman birden değişmişti, karanlığa doğru yürümeye koyuldum. “Keşfetmek cesaret ister” diye geçirdim içimden. Suluhan’dan aldığım bir çıra yardımıyla dehlizde toprakla kaplanmış merdivenleri çıktım, tünelin ucundaki ışığı gördüğümde gülümsedim. Bu tünel beni kalenin içine aldı. Nefesim kesilmiş, korku ve heyecandan terlemiş olmama rağmen keşfetme duygusuyla yoluma devam ettim. Gümüş kız karşıladı beni, hoş geldin diyerek. Babam kale komutanı binlerce yıl önce yapılmış bu kalede kuzeye ve doğuya giden kervanların güvenliğini sağlamak için yaptırılan kalede görevli dedi.
O gün bu gündür. İpek yolundan akan kervanları izlerim. Zamanı büyüleyen bu mekânda gülümseyerek dinledim yüzyıllar öncesinden gelen sesi. Selamını alıp Gümüş Kız’ın sarp kaleye tırmanmaya devam ettim. İki bin metrekarelik bir alanda kurulan Canca Kalesi’nden tüm vadi kuşbakışı izleniyordu. Aşağıda Harşit Çayı kıvrıla kıvrıla akıyor, üzerinde yırtıcı kuşlar kanat çırpıyordu. Suluhan buradan çok küçük görünüyordu. Canca Kalesi çevresindeki badem ağaçlarından yayılan koku, kale surlarından süzülerek gökyüzüne ulaşıyordu. Zamanın durduğu bu mekânda fotoğrafın anı yakalaması hiç de zor değildi. Gözlerimle tüm zamanı durdurduğumda doğanın eşsiz görüntüsünü ve tarihin akışını kadrajına alan deklanşörün sesi kulağıma geldi…