Gümüşhane, dağların avucunda kendine yer bulabilmiş ve hüzünleri bağrında ninni misali büyüten bir küçücük şehir. Tarih boyunca İpek Yolu’nun kavşağında bir uğrak yeri ve altın gümüş madenleriyle zamanın darphanesi. Abı hayat sularıyla beslenen bağ ve bahçelerinde elma, armut, ceviz, dut ve envai çeşit meyvesiyle adeta bir cennet köşesi. Zamanın ve tarihin akışına şahitlik yapan Harşit Çayı henüz kirlenmemiş ve ahşap konaklara efsunkâr türküler fısıldayıp duruyordu.
Yıllar geçtikçe büyüyen, büyüdükçe çarpıklaşan ve yemyeşil bağ ve bahçelerini betonlara terk eden Gümüşhane sosyal ve kültürel anlamda mahrum bir kent hüviyetinden maalesef kurtulamamıştır. Eğitim anlamında mahrumiyetin de getirdiği etmenler nedeniyle olsa gerek ki tüm ülkede bilhassa eğitilmiş insan anlamında bu şehrin yetiştirdiği en önemli şahsiyeti Mahmut Oltan Sungurlu’nun deyimiyle “Varlığından utanacağımız hiçbir Gümüşhaneli yoktur” sözü her şeyi anlatıyor.
Ve spor. Son yıllarda amacından uzaklaşsa da cazibesi artarak devam eden bir sosyal ihtiyaç. Adına ister eğlence deyin, ister sosyal bir aktivite deyin ya da ne derseniz deyin cazibesini tarih boyunca kaybetmemiş. Ve spor diğer yönüyle şehirlerin adeta vitrini hükmündedir. Bilhassa Gümüşhane gibi küçük kentler spor ile adını uzak iklimlere duyurabilir. Gümüşhanespor’da bu mahrum şehrin boy aynası, gençliğin spor adresi, tutunacağı sosyal ve eğlence dalı ve en önemlisi gençliği kötü alışkanlıklardan uzak tutan can simididir.
Her zaman örneğini verdiğim gibi Trabzonspor’un Trabzon şehrinin önüne geçmesi boşa değildir. Gümüşhane’de madeni, pestil kömesi, eğitimli insanı ve Gümüşhanespor’u ile adını duyurabilir. Küçücük bir ilçe olan Torul’un voleyboldaki başarısı da bize en güzel bir örnektir.
Ve gençlik. Başıboş kaldığında her türlü yola tevessül eden, kendinden ve kimliğinden uzaklaşan bir gençlik. Bu gençliği önce maneviyatla, sonra eğitimle, kültürle ve sporla rehabilite edebiliriz ancak. Spor yapan insan bedensel kazanımları yanında en önemlisi ruhen sağlam bir kimliğe kavuşabilir.
O halde Gümüşhane olarak amatör ve profesyonel anlamda, tüm okul ve kurumlar anlamında eğitimin yanı sıra sporu da monte etmeliyiz. Türkiye’nin iki güzide kulübünün (!) iki milli sporcusunun (!) birbirinin gırtlağına sarıldığı o fotoğraf aslında bizim fotoğrafımızı tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
İşte burada Rahmetli Atatürk’ün “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” veciz sözü aklımıza geliyor ve bizim bu bağlamda “fotoğrafın neresinde olduğumuzu” sorgulamamız gerekmez mi diye de kendime sormadan edemiyorum.
Velhasılı Gümüşhanesporumuz alnının akıyla bir üst klasmana yükselmiştir. Malzemecisinden masörüne, Fahri Ceylan’dan Yavuz İncedal’a, İdris Çimen’den Kurban Karagöz ve Osman Akgül’e, amigosundan top toplayıcısına ve en önemlisi bu zaferi yazan tüm futbolcuları ve isimsiz kahramanı emeği geçen herkesi alınlarından öpüyorum.
Yıllar geçtikçe büyüyen, büyüdükçe çarpıklaşan ve yemyeşil bağ ve bahçelerini betonlara terk eden Gümüşhane sosyal ve kültürel anlamda mahrum bir kent hüviyetinden maalesef kurtulamamıştır. Eğitim anlamında mahrumiyetin de getirdiği etmenler nedeniyle olsa gerek ki tüm ülkede bilhassa eğitilmiş insan anlamında bu şehrin yetiştirdiği en önemli şahsiyeti Mahmut Oltan Sungurlu’nun deyimiyle “Varlığından utanacağımız hiçbir Gümüşhaneli yoktur” sözü her şeyi anlatıyor.
Ve spor. Son yıllarda amacından uzaklaşsa da cazibesi artarak devam eden bir sosyal ihtiyaç. Adına ister eğlence deyin, ister sosyal bir aktivite deyin ya da ne derseniz deyin cazibesini tarih boyunca kaybetmemiş. Ve spor diğer yönüyle şehirlerin adeta vitrini hükmündedir. Bilhassa Gümüşhane gibi küçük kentler spor ile adını uzak iklimlere duyurabilir. Gümüşhanespor’da bu mahrum şehrin boy aynası, gençliğin spor adresi, tutunacağı sosyal ve eğlence dalı ve en önemlisi gençliği kötü alışkanlıklardan uzak tutan can simididir.
Her zaman örneğini verdiğim gibi Trabzonspor’un Trabzon şehrinin önüne geçmesi boşa değildir. Gümüşhane’de madeni, pestil kömesi, eğitimli insanı ve Gümüşhanespor’u ile adını duyurabilir. Küçücük bir ilçe olan Torul’un voleyboldaki başarısı da bize en güzel bir örnektir.
Ve gençlik. Başıboş kaldığında her türlü yola tevessül eden, kendinden ve kimliğinden uzaklaşan bir gençlik. Bu gençliği önce maneviyatla, sonra eğitimle, kültürle ve sporla rehabilite edebiliriz ancak. Spor yapan insan bedensel kazanımları yanında en önemlisi ruhen sağlam bir kimliğe kavuşabilir.
O halde Gümüşhane olarak amatör ve profesyonel anlamda, tüm okul ve kurumlar anlamında eğitimin yanı sıra sporu da monte etmeliyiz. Türkiye’nin iki güzide kulübünün (!) iki milli sporcusunun (!) birbirinin gırtlağına sarıldığı o fotoğraf aslında bizim fotoğrafımızı tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
İşte burada Rahmetli Atatürk’ün “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” veciz sözü aklımıza geliyor ve bizim bu bağlamda “fotoğrafın neresinde olduğumuzu” sorgulamamız gerekmez mi diye de kendime sormadan edemiyorum.
Velhasılı Gümüşhanesporumuz alnının akıyla bir üst klasmana yükselmiştir. Malzemecisinden masörüne, Fahri Ceylan’dan Yavuz İncedal’a, İdris Çimen’den Kurban Karagöz ve Osman Akgül’e, amigosundan top toplayıcısına ve en önemlisi bu zaferi yazan tüm futbolcuları ve isimsiz kahramanı emeği geçen herkesi alınlarından öpüyorum.