TMMOB Jeofizik Mühendisleri 8. Dönem Trabzon Şubesi Yönetim Kurulu Adına, Jeofizik Mühendisleri Odası VIII Dönem Yönetim Kurulu üyesi ve Gümüşhane İl Temsilcisi Jeofizik Mühendisi Rasim Taylan Kara, 17 Ağustos depremiyle ilgili yaptıkları açıklamada ‘Yeniden aynı acılar yaşanmasın diye akıl, bilim ve mühendislik gerçeklerinden yararlanmalıyız’ dedi.
Kara, 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan ve hafızalardan hiçbir zaman silinemeyecek olan depremlerin 19.yılı dolayısıyla yayımladıkları mesajlarında 19 yıl önce İzmit’te, Adapazarı’nda, Gölcük’te, Yalova’da ve İstanbul’da binlerce insanın ölümüne, kentlerin yıkılıp harap olmasına yol açan büyük Marmara Depremlerini yaşandığını ve ülke olarak büyük bir yasa boğulduklarını hatırlattı.
Yerküre üzerinde en büyük enerji boşalımı olan depremin, sonuçları itibariyle insanlığın yaşadığı en önemli afetlerin başında yer aldığını kaydeden Kara, “Ülkemiz dünyanın en önemli deprem bölgelerinden olan Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almaktadır. Bununla birlikte, Ülkemiz topraklarının %66’sı 1’inci ve 2’inci derece deprem bölgesinde bulunmakta, nüfusunun %70’inin ve büyük sanayi tesislerinin %75’inin bulunduğu bölgelerde, büyük bir deprem olma ihtimali çok yüksek olup, büyük can ve mal kayıplarına yol açan depremlerle sık sık karşılaşılmıştır. Sadece depremler nedeniyle, son yüzyıldır hemen hemen 100.000 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir ve doğal kaynaklı afetlerin neden olduğu doğrudan ve dolaylı ekonomik kayıplarının ülkemizin GSMH’nin %3’üne karşılık gelmektedir. Halkımızın güvenli barınma hakkı ve sağlığı hiçe sayılarak depreme dayanıklı yapı tasarım ilkeleri ve zemin özellikleri dikkate alınmadan konutlar, sanayi tesisleri, ulaşım - iletişim altyapıları inşa edilmesi, bunlara bir de kalitesiz ve yeterli kontrolü olmayan yapılaşma eklenince yaşadığımız bu felaket kaçınılmaz olmuştur. Yaşanan bu afet sonucu yitirdiğimiz insanların acısını yüreğimizde taşıyoruz. Deprem sonrasında yaşamları kararan insanların yaşadığı sosyal deprem ve umutsuzluğun bir daha yaşanmaması için yetkilileri uyarıyor, duyarlılığa davet ediyoruz. Geçmişte birçok yıkıcı depremlerde meydana gelen can ve mal kayıpları gibi gelecekte de meydana gelebilecek depremlerle büyük can ve mal kaybına uğrama riski her zaman mevcuttur. Bu nedenle, her yıl yaşananlardan dersler almak için Ağustosun 17'sinde yakın tarihimizde yaşadığımız 7.4 büyüklüğünde 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin anma kapsamında, 7.2 büyüklüğünde 12 Kasım 1999 Düzce Depremi, 5.9 büyüklüğünde 19 Mayıs 2011 Simav Depremi, 5.4 büyüklüğünde 22 Eylül 2011 Erzincan- Kemah Depremi, 7.1 büyüklüğünde 23 Ekim 2011 Van Depremi ve 5.6 büyüklüğünde 09 Kasım 2011 Van-Edremit Depremlerindeki can ve mal kayıplarını ve yaşadığımız büyük acıları anlamak, unutmamak ve unutturmamak ve bu kapsamda toplumun depreme karşı hazırlıklı olması, deprem tehlikesi bilincinin yerleştirilmesi ve deprem olayının kamuoyu gündeminde kalmasını sağlamanın önemini hatırlatmayı bir sorumluluk biliyoruz” dedi.
Tüm bu yaşananlara rağmen ülkede deprem gerçeğine karşılık halen daha yerleşim ve yapılaşma amaçlı yer seçimi çalışmalarında mühendis, mimar ve şehir plancılarının deprem riski konusundaki uyarıları dikkate alınmadığı, hukuksal ve ekonomik önlemler için yeterli ve etkin adımlar atılmadığını kaydeden Kara, “Deprem ve afet gerçeği artık herkesin hemfikir olduğu ve bu konuda ortak eylem kapsamında çalışmalar yapılması gereken en önemli konulardan biridir. Ülkemizin her kesiminde yetkililer tarafından, deprem ve afetlere karşı dirençli ve güvenli yerleşim yerlerinin belirlenmesi, halkımızın güvenli yapılarda yaşaması ve afetlere hazır olmasının sağlanması konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Depremlerin herhangi bir irade ile durdurulması mümkün değildir. Doğanın bir gerçeği olan depremler önlenemez, ancak alınacak akılcı ve bilimsel önlemler, bilinçli eğitim ve planlı yerleşim ile deprem zararlarını azaltabilir. Bir doğa olayı olan depremlerin afete dönüşmesi, felaket olarak yaşanması halkımızın yazgısı olamaz, olmamalıdır. Her ne kadar 17 Ağustos 1999 depremi İstanbul ve çevresinde büyük etkisi olmuş ise de, acıları Ülkemizin her tarafında hissedilmiştir. Bu vesile ile deprem açısından ilimizi de bilimsel verilere dayanarak değerlendirmek ve ona göre tedbirlerimizi almak durumundayız. Hatırlatmak isteriz ki, depremler bazen deprem odağına yakın alanlarda daha az hasara, ancak uzak alanlarda daha fazla hasara neden olabilmektedir. Bu durum depremin büyüklük veya küçüklüğünden ziyade zeminlerin yerel davranışları ile ilişkilidir. Bunlar, zeminin gelen deprem yüklerini büyütmesi, zemin sıvılaşma, zemin hakim titreşim sürelerinin artması ve temel kaya topoğrafyasının deprem dalgalarını odaklaması ve saçması olarak bilinmektedir. Depremin en fazla hissedildiği, etkilediği ve hasara neden olduğu alanlar zayıf dayanımlı zemin olarak tanımlanan, kalın alüvyon tabakalarının yeraldığı dere yatakları, deniz kenarları ve diğer düzlüklerle, aşırı eğimli ve kalın toprak örtülü dağ yamaçlardır. Bununa birlikte, yeraltı su seviyesinin yüzeye yakın olması ve sağlam zeminlerin yani temel kayanın topoğrafyası da depremin zemin davranışı etkileyen önemli unsurlardır. Bunların en tipik örneklerini ülkemizdeki, 1970 Kütahya-Gediz depreminin 135km uzakta Bursa ovasındaki Tofaş fabrikasına verdiği ciddi hasarlardan, 1999-Kocaeli depremlerinin 140 km uzaklıktaki İstanbul’un belirli semtlerinde verdiği can ve mal kayıplarından (örnekler artırılabilir) bilmekteyiz. İlginç bir örnek, Meksika Körfezin’de meydana gelen 1985-Michoacan depremi (8.1 büyüklüğünde) Mexico City şehrine ~400km olmasına karşılık şehirde çok büyük hasarlara neden olmuştur. Çünkü Şehir, alüvyonal malzemelerle dolmuş ve yeraltı su içeriği yüksek olan bir Kanyonun (dolmuş derin bir vadi) üzerine kurulmuştur. Bu gerçek ancak deprem sonrası depremin bu kadar uzakta çok fazla hasar vermesinin nedenlerinin Jeofizik Mühendisliği yöntemleri ile araştırılması sonucu ortaya çıkmıştır” şeklinde konuştu.
Depremle yaşamayı öğrenmek zorunda olduğumuz ülkemizde doğa olaylarının afete dönüşmemesi, toplumsal acıların tekrar yaşanmaması için, daha önce de defalarca belirttikleri bazı konuları bir kez daha hatırlatan Kara, şunları kaydetti:
1. Sağlıklı ve güvenli yerleşim alanlarının oluşturulmasında Meslek Odalarımızın en önemli görevlerinden biride mesleki denetimdir. Buradaki amaç, hazırlanan yer inceleme ve değerlendirme (zemin etüt) raporların bilimsel ve teknik şartlara uygun olarak yapılıp yapılmadığının kontrol edilmesidir. Ancak; deprem ve afetlere karşı sağlıklı ve güvenli yerleşim alanlarının, nitelikli yapılaşmanın sağlanmasına yönelik olarak meslek Odalarımızın yapmakta olduğu, kamusal mesleki denetim kapsamında yapılan rapor onayları, 02.08.2013 tarih ve 28726 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan, 6495 sayılı "Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun‘da; Madde 73 p) 1ı) 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 8. maddesine eklenen 1ı) bendi ile kaldırılmıştır. Kaldırılan mesleki denetim yetkisinin ivedikle iade edilmesi gerekmektedir. Böylece, sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkı açısından, kamusal mesleki denetim kapsamında yapılan rapor onayları, yeni mevzuat düzenlenmesi ile yeniden tesis edilmeli ve standartlara uygun olmayan niteliksiz mühendislik hizmetleri önlenmelidir.
2. Depreme dayanıklı yapı tasarımı için zemin etütlerinde mutlaka Jeofizik Mühendisliği Hizmetleri etkin ve yetkin şekilde yer almalıdır.
3. İmar planına altlık teşkil edecek jeolojik-jeofizik-jeoteknik etütler yapılmadan yeni yerleşim yerleri belirlenmemeli ada ve parsel bazlı tüm yapılaşmalarda mühendislik hizmeti almayan hiçbir uygulamaya ruhsat verilmemelidir. Bu kapsamda halen yürürlükte olan, İmar Barışı uygulamasının güncellenmesi ve denetimden sonra uygun olup olmadığa göre ilgili binaya gerekli belgenin (Yapı Kayıt Belgesi) verilmesi gerekmektedir.
4. Riskli alanlar imara açılmamalıdır. Bilimsel normlara dayalı yer seçimi yapılmalıdır. Niteliksiz yapı üretimi engellenmelidir.
5. Binayı yıkan depremin dinamik parametreleridir. Zeminin dinamik özelikleri Jeofizik Mühendisleri tarafından hesaplanmaktadır. Yer seçiminde ve yapılaşmada zemin özelliklerine göre binalar yapılmalıdır.
6. Merkezi ve yerel idarelerde zemin etüt raporlarının standartlara uygun yapılmasının sağlanması ve denetimi için Jeofizik Mühendisi istihdamı arttırılmalıdır. Kamusal denetim etkinleştirilmelidir. Yerel idarelerde zemin etüt raporlarının kontrolü ve gerekli durumlarda yerinde denetimi amacıyla Jeofizik Mühendisi istihdamı zorunlu hale getirilmelidir.
7. Yapı Denetim Yasası, İmar Yasası, Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Yasa ve ilgili diğer yasa ve yönetmelikler, TMMOB ve Meslek Odaların önerileri alınarak yeniden düzenlenmelidir. Mühendislik hizmeti almamış hiçbir yapıya ruhsat verilmemelidir.
8. 4708 Sayılı Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliği değiştirilmeli, yapı üretim sürecinden bitimine kadar önemli bir rol oynayan Jeofizik Mühendislerinin Teknik Müşavirlik Kuruluşu veya Yapı Denetim Kuruluşu ortağı olma zorunluluğu getirilmelidir.
9. 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ve Kanunun Uygulama Yönetmeliği”nde, mevcut binaların değerlendirilmesi, riskli bina tespitleri ve güçlendirme çalışmalarında yapılacak tahribatsız incelemelerde Jeofizik Mühendisliği hizmetleri zorunlu hale getirilmelidir.
10. Ülkemizin genelinde olmak üzere İlimizde de, deprem başta olmak üzere, herhangi bir doğal veya doğal olmayan olay sonucu oluşması muhtemel bir afet sonrasında halkımızın toplanma, kısa süreli yaşamını sürdürme ve güvenliğinin sağlanacağı alanlar yeterli değildir ve çoğunda da yoktur. İstanbul'da 1999 depremlerinde sonra oluşturulan bu tür alanların hemen hemen %80'inin imara açıldığı gerçeğinin bilinmesi isteriz.
11. Yukarıda sırlanan tüm konularda Jeofizik Mühendisleri Gümüşhane İl Temsilciliği olarak her zaman desteğe ve hizmete hazır olduğumuzu ili yöneten tüm yetkililerin bilgilerine sunarız.
Sonuç olarak bir doğa olayı olan depremlerin önlenemeyeceğini ancak alınacak bilimsel önlemler ve bilinçli eğitim ile en aza indirilebileceğinin unutulmaması gerektiğinin altını çizen Kara, “Bu nedenle, her zaman ısrarla önerimiz olan "Afetler Sonrası Krizi Değil, Afetler Öncesi Riskler Yönetilmeli" ilkesini yetkililere ve halkımıza hatırlatmaya devam edeceğiz” şeklinde konuştu.
Gümüşhane Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Sismoloji Anabilim dalı başkanı Doç. Dr. Serkan Öztürk ise 2017 yılında yaptığı ve Yerbilimleri dergisinde yayınlanan “Kuzey Anadolu Fay Zonu ve Civarındaki Güncel Deprem Aktivitesinin Bölgesel ve Zamana Bağlı Analizleri” isimli çalışmasında farklı depremsellik parametreleri kullanarak Kuzey Anadolu Fay Zonu ve civarı için depremselliğin bölgesel ve zamana bağlı değişimlerini istatistiksel olarak analiz ettiğini, yapılan çalışmalara göre başta Düzce fayı ve civarı olmak üzere Pülümür fayı ve Erzincan civarı, Pülümür-Karlıova arası, Sancak-Uzunpınar ve Göynük fay zonlarını içeren bölgeler, Enez, Etili fayının kuzeyi, Çanakkale ve Edremit, Tekirdağ-Silivri ve Marmara denizi, Yalova-İzmit civarı, Manyas fay zonunun kuzeyi, İznik-Gebze, Düzce fayı, İsmetpaşa segmenti ile Laçin-Merzifon fay zonları gelecek deprem potansiyeline sahip bölgeler olarak düşünülebilir. Bu çalışmanın sonucunda, Kuzey Anadolu Fay Zonu ve civarında magnitüdü 6.5’e eşit ve büyük olan bir depremin ortalama oluşum zamanının 2020 yılı ve sonrası olarak öngörüldüğünü, önemli bir sonuç olarak gözlenen bu anomalinin bölgede olası deprem tehlikesi açısından özel bir ehemmiyet verilmesi gerektiğini kaydetti.
Öztürk, “Deprem Araştırma Dairesi Başkanlığı, Deprem Bölgeleri Haritası yerleşim birimlerine göre; Kelkit ve Şiran ilçelerimizin merkezleri 1.derece deprem bölgesinde, Köse ilçesi merkezi 2. Derece deprem bölgesinde, Gümüşhane Merkez ilçe ve Torul ilçesi merkezleri 3. Derece, Kürtün İlçesi merkezi ise 4. derece deprem bölgesi içinde kalmaktadır. Bakıldığı zaman Kelkit ve Şiran ilçelerimizin ortalama 30 ile 45 km arasında, Köse, Merkez İlçe, Torul ve Kürtün ilçelerimizin ise 65 ile 80 km arasında diri faylara olan yatay uzakları mevcuttur. İlimiz daha çok yaklaşık 80 km uzakta bulunan Kuzey Anadolu Fay kuşağının ürettiği depremlerin etki sahasındadır. 1939 yılında 7.9 ve 1992 yılında 6.8 büyüklüğünde Erzincan’da meydana gelen depremler ilimizde de hissedilmiştir. Gümüşhane sınırları içerisinde, Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (KOERİ) tarafından verilen bilgilere göre, 1979 yılında 5.0 ve 1985 yılında 5.1 büyüklüklerinde depremler olmuştur. Ayrıca 2008 ile 2018 yılları arasında Köse, Şiran ve Kelkit’i içine alan bölgelerde büyüklükleri 2.6 ile 3.3 arasında değişen çok sayıda küçük deprem meydana gelmiştir” dedi.
Güncelleme Tarihi: 17 Ağustos 2018, 22:13
Ders aldık mı?