MHP Gümüşhane İl Başkanı Ali Ateş, Gümüşhane Ticaret ve Sanayi Odası (GTSO) Başkanı İsmail Akçay ve Gümüşhaneli Bürokratlar Derneği (GÜBDER) Başkanı Erol Tekçe birer açıklama yayınlayarak bildiriyi kınadı.
İşte o açıklamalar:
MHP İL BAŞKANI ALİ ATEŞ:
“Bazı Üniversitelerimizde Öğretim görevlisi ve Araştırmacı adı altında çalışan, bu milletin ekmeğiyle evlatlarını yetiştirmesi gerekirken, boyunu kilosunu ve çapını aşan bir anlayış içinde Devlete ve onun kurumlarına kan kusan bildiri müsveddesini imzalayarak günlerdir kamuoyunu meşgul eden bu sapık zihniyeti elbette şiddetle kınıyor ve lanetliyoruz.
Neymiş efendim, bu suça ortak olmayacaklarmış. Devlet Surda, Silvan da, Nusaybin de, Cizre de, Silopi’de daha birçok yerde sokağa çıkma yasaklarıyla insanları açlığa susuzluğa mahkûm ediyormuş, kişilerin hak ve hürriyetleri, özgürlükleri ihlal edilmekteymiş. Bu planlı ve kasıtlı kıyımmış. Devlet başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vaz geçmeliymiş. Sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması ve gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılması, maddi ve manevi zararların tanzim edilmesi bu amaçla ulusal ve uluslararası gözlemcilerin yıkım bölgesine giriş çıkış ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyorlarmış. Bildirinin dördüncü bölümü daha ilginç, diyor ki, müzakere koşullarının hazırlanması ve kalıcı bir barış için hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Son bölümde ise Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyorlar ve ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak bu talepleri yerine gelene kadar temaslarımızı durdurmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz diyerek sonlandırıyorlar.
Görüldüğü gibi bu bildiride oralarda kazılan hendeklerden, hücre evlerinden Şehit edilen Askerden, polisten ve öldürülen sivil vatandaşlardan hiç bahsedilmiyor. O bölgedeki yerel yönetimlerin Türk Devletinin bir parçası değil de sanki başka bir ülkeymiş gibi konumlandıklarından asla söz edilmiyor. Peki, bu adamlar böyle bir bildiri yayınlama ve altına imza atma yiğitliğini nereden ve nasıl buluyorlar. Gümüşhane’den soruyoruz bu adamlar gibi düşünen ama henüz kusmayan meclisteki malum partiden başka TBMM’de ve başka kurumlarda da olanlar var mıdır?
Biz Milliyetçi ülkücü hareketin mensupları olarak dünde bu günde hamdolsun aynı yerdeyiz. Şükrediyoruz çünkü kıblede durduğumuzdan hiç şüphemiz yok. Yıllardır ikazlarımızı yapıyor uyarıyoruz. Gelinen noktada şimdi bu adamların bildiri müsveddesine Devletin tepesinden gelen tepkilere bakar mısınız? Efendim siyaset yapamıyorlarsa gitsin hendek kazsınlar mış. Onları tekrar nefretle kınıyorlarmış. Çok merak ediyorum, hukukçu değilim bilmiyorum, bütün bu ifadelerin hukukumuzda bir karşılığı yok mudur? Devlete hakaret ifade özgürlüğü müdür? Şimdi bu adamları nasıl yargılayacaksınız. Geriye dönük devlet eliyle yapılan pazarlıklar, müzakereler verilen tavizler barış süreci diye terörün daha da büyümesine göz yumanlar adamlar sizde bunları yaptınız, sizde şunları görmediniz derse ve onlarda sizlerden şikâyetçi olup beraber yargılanalım derlerse herkese lazım olan adaletin terazisine razı olabilecek misiniz. Ne o adamlar nede siz yaptıklarınızla kalacak yakanıza yapışacak hiçbir ele müsaade etmeyeceksiniz. Her iyi niyete bir kulp bularak sanal düşmanlarla milleti korkutmayı sürdüreceksiniz.
Bir köşe yazarı (Y.ÖZDİL) köşesindeki yazısında terör örgütünün gazetelerine attığı bazı twitleri yazmış. (-Kibritle oynamayın dedim size bak karakol üfff olmuş.-Bahar erken geldi, ilk cemre Çınara düştü. -Karakol güneşimizi kesiyordu ortadan kaldırdık. -Çınar karakolunda yaralanan polisler için Z grubu kan aranıyor. -Ambulans sesiyle halay çekilir.) Üç BEBEĞİN KATLEDİLDİĞİ Lojman saldırısından sonra PKK sempatizanlarının attığı bazı twitlar bunlar diyor. Bunu niye yazıyorum, açılımcılar, süreççiler ve Devletin kurucu kimliğinin makyajı ile barış geleceğini sananlara acı bir cevap olsun diye. Çocukları öldürmüşler, siren sesiyle halay çekiyorlar, buyurun duygudaşlık yapın. Yıllardır bunlara inanmaya, aldanmaya değer miydi?”
GTSO BAŞKANI İSMAİL AKÇAY
“11 Ocak 2016’da 1128 akademisyen tarafından imzalanan “Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı metin, “Kalıcı barış” ve “İnsan hakları” gibi masum talepleri dile getiriyor gibi görünse de, muhtevasında aklı başında hiçbir insanın asla kabul edemeyeceği,“devletin katliam yaptığı”, “sivillere saldırdığı” ve“şiddet uyguladığı” gibi ağır iftiralar içermektedir.
Son derece bozuk bir Türkçe ile yazılan bu bildiriyi imzalayan akademisyenlerin, ülkemizin gelişmesi ve kalkınması için bilimsel çalışmalara odaklanmak yerine, ucuz siyaset yaparak popüler olmayı tercih ettikleri ve devletimize karşı tavır aldıkları açıkça görülmektedir. Halkımızın ödediği vergilerle maaşlarını alan bu akademisyenlerin, görülüyor ki; Milletimizle ve onun değerleriyle uzaktan yakından alakası yoktur.
Ancak, hâla bir şansları olduğunu düşünüyoruz. Aynı kişiler yeni bir bildiri ile bu milletten hemen özür dileyecekler, şehitlerimize ve güvenlik güçlerimize dua edecekler.
Biz Gümüşhane Ticaret ve Sanayi Odası olarak, Devletimizin bu iftiraları asla hak etmediğine inanmaktayız. Eline silah ve bomba alıp sivil halkımıza ve güvenlik mensuplarımıza kasteden teröristlere gereken cevap verilmektedir ve verilmeye devam edecektir. Biz, Devletimizin terör örgütlerine karşı yürüttüğü mücadelenin tamamen doğru ve gerekli olduğuna inanmaktayız. Çünkü bu teröristler hiçbir ırkı veya milleti temsil etmiyorlar. Sadece kendi totaliter, sapkın ideolojilerini temsil ederler. Biz, terörle mücadele konusunda, halkımızın oylarıyla seçilen ve devletimizi temsil eden hükümetimizin yanındayız. Sonuna kadar ; "Tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet."
GÜBDER BAŞKANI EROL TEKÇE
“Son günlerde kamuoyunda sıkça konuşulan ve açıklandığı günden bu yana infiale neden olan 1128 akademisyenin (!) imzasıyla duyurulan malum açıklama ile ülkemiz ve Milletimizin bekasına yönelik yapılan iç ve dış odaklı saldırılara bir yenisinin daha eklemlendiğine üzülerek ve ibretle şahitlik ediyoruz. Bu ilanda imzası olanlar ne hazindir ki, sözümüz onlara okumuş aydın geçinen akademik unvana sahip kişilerden müteşekkildir. Her şeyden önce şunu açıkça ifade etmeliyiz ki, yapılan açıklama en başta bilimsellikten uzak ve subjektif bir açıklamadır.
Akademisyenlerin imzası asla ve asla ideolojik sapkınlıklara kurban edilerek hoyratça kullanılan birer propaganda aracı olmamalıdır. Ancak ne hazindir ki, işte bu açıklama ile tamda bu yapılmıştır. Ve yine bu basın açıklamasını, açık bir şekilde, terör yanlısı, birazda hükumet karşıtı öfke nöbetleri geçiren, bildik paralel ve liberal soslu sempatizan Akademisyenlerin (!) çılgınlık boyutuna varan haince bir kalkışmasından başka bir şey değildir. Bunun yanında özellikle Türkiye düşmanlığı ile tanınan bazı simge yabancı isimlerinde destek ve telkinleri ile yapılan bu açıklama, zamanlaması itibari ile de dikkat çekici bir yön ihtiva etmektedir. Şöyle ki zannımızca bu açıklama bir yönüyle son operasyonlarla köşeye sıkışan terör örgütüne stratejik destek sağlamak ve bir hayat öpücüğü sunmak maksatlıdır. Geçtiğimiz haftalarda DTK kararları doğrultusunda yapılan bu hamleyle terör örgütü taktiksel manevra araçlarından birini daha sahaya sürmüş oluyor...
Resmin bütününe bakarak, akademisyen olsun ya da olmasın itidal sahibi herkesin şu sorulara ellerini vicdanlarına koyarak cevap vermesi gerekiyor, şöyle ki;
Devletin terörle mücadelesinde hangi akademik akıl, kolluk kuvvetlerinin yasal ve meşru savunma hakkını yasa dışı gösterecek kadar pervasızlaşabilir?
Devletin kendi yasal sınırları içerisinde, bütün modern dünyanın terör listesinde kayıtlı olan bir örgütün militanlarının, il ve ilçelerde hendekler kazıp barikatlar kurup tonlarca bombalar patlatıp etrafı savaş alanına çevirmesi, ağır silahlarla devletin askerine, polisine, korucusuna ve her şeyden önce bölgede yaşayan halkına kan kusturmasının savunuculuğunu yapıp bununla mücadele eden devleti de 'Katil' olarak suçlamak nasıl bir cinnet halidir ve dünyanın hangi demokratik ülkesinde böylesine bir aymazlığa göz yumulabilir?
Uluslararası hukuk açısından bu tür mücadelelerin yüzlerce örneği arşivlerde duruyor iken, hangi normal bir akademik akıl olayları bu kadar çarpık değerlendirebilir?-Terörle mücadelede uluslararası anlaşmalardan doğan meşru haklar yasa dışılığa ne zamandan beri payanda edilir olmuştur?
Ne zamandan beri akademik düşünceler ideolojilere kurban edilerek arızi mantıksal zorlamalar marifetiyle akı kara ve karayı ak göstermenin yani gerçekleri ters yüz etmenin aracı oldu?
Bu koşullarda bu anlayışa Allah aşkına ne kadar müsamaha gösterebilir?
Devletin meşru müdafaasını suç kabul edip bu suça (!) ortak olmayacağız diyenler aslında ne demek istiyorlar?
Bunların gerçek emelleri terörden yana tavır almak değil de nedir?
Bu ilana imza atanlar aynı zamanda terörizmi tasdik ve teşvik etmiş olmuyorlar mı?
Ve hele hele bu terör yandaşlığı ve destekçiliği yapanların bu fiillerini 'ifade ve düşünce hürriyeti ' kapsamında değerlendirmek ne kadar mümkün olabilir?
Teröre verilen bu destekçilerin isimlerinin başında akademik unvanların olması bunları hoş görmeye gerekçe olabilir mi?
Pardon da bu imza sahipleri kendilerinin yoksa imtiyazlı olduklarını mı düşünüyorlar? Niye ki?
Anayasa ve kanunlar önünde her vatandaş eşit haklara sahip olduğuna göre bu konuda taviz niçin beklenir ki? Hem dünyanın neresinde bu kadar taviz ve imtiyazla bir ülke ayakta kalabilir ki? Ya da kalabilir mi? Kalmış mı?
İşte bu ve buna benzer soruların hepsinin tüm kamuoyu tarafından değerlendirilerek vakıanın çok yönlü düşünülmesi gerektiğine inanıyoruz. Sapkın ve ideolojik körlüğü olmayan ve azcık basiret sahibi erdemli akademisyenlerin bu sorulara cevabının tek ve net olduğunu düşünüyoruz.
Son kertede bu bildiriye imza atanların yaptıklarını tek bir kelimeyle ifade edilecek olursak ne yazık ki bunun literatürde ki adı 'İHANET'tir. Evet, Devleti katliamla suçlayan bu aklı evvel sözüm ona aydınlar devletin varlığının ve görevlerinin ne olduğunu bilemeyecek kadar cahil olamayacaklarına göre(!), geriye bunlarla ilgili söylenecek tek söz basiretlerini kaybetmiş ve ihanet batağına saplanmış olduklarıdır.
Son olarak şunu da ifade etmeliyiz ki; bu ihanet açıklamasından alınacak en büyük derslerden birinin de bilim dünyasının ideolojik saplantılara ve körlüklere kurban edilmeyecek kadar hayati olduğunun ortaya çıkmasıdır. Konunun vuku bulmasında şerlerin yanında bir hayır görerek YÖK, Üniversiteler, İlgili Bakanlıklar ve tabi Hükumet bir an evvel yetkileri dahilinde konuyla ilgili geniş çaplı inceleme yapmalı ve gerekli tedbirleri almalıdır. Her ne kadar bu yapılmaya başlandıysa da daha derin ve kapsamlı olarak devam etmelidir. Yasalar çerçevesinde suç işleyen her kim olursa olsun mutlaka işlediği suçun karşılığını bulmalıdır.
Aslolan Millettir ve Devlettir...
Allah Milletimize ve Devletimize zeval vermesin..."
Güncelleme Tarihi: 20 Ocak 2016, 09:55