HE ÖRTMENİM

Sene 77 Kasım ayının ilk günleri sanırım. Rahmetli Kor Fayık'ın kasasında soba yanan çift kabin kamyonuyla Gümüşhane Demirören Köyü'nden Trabzon Arafilboy'undaki evimize geleli bir hafta henüz olmuştu. 

Duvarları rutubetten yosun bağlayan daracık evimizin küçücük odasında onca nüfus adeta üst üste yaşıyorduk. Babam Trabzon Meydan'da Nemkol'ün önünde sepet hamallığı yapıyordu. 

Geçirdiği ateşli hastalık yüzünden sağır ve dilsiz olan annem bir ailenin yanında temizliğe gidiyordu. 

Arafilboy Mahallesi Boztepe'nin eteğinde çoğu Gümüşhane ve Bayburtlu yoksul ailelerin sığındığı bir limandı. Yan tarafta eski bir evin penceresinde Hoca Anne mütemadiyen Kur'an okurdu. Hacı Murat sebze ve meyve akrabası Takoz üç teker arabasıyla hamsi satardı. Eski bir siyah beyaz Türk filmi paltosunu andırıyordu Arafilboy. Şavrole taksisiyle Şaban abiyi Sadri Alışık'a, Kelkitli Kont Fahrettin'i jöleli saçları ve ince bıyığıyla Ayhan Işık'a, dünya tatlısı Deli Zehra'yı Mürüvvet Sim'e, Bayburt Hadıraklı Lâl Murat'ın hanımı Bıcılık Emnine'yi Adile Naşit'e ve yine sinema önünde tükürük köfte satan Bayburtlu Basri ve Cemil Agaları Nubar Terziyan ve Sami Hazinses'e benzetirdim. 

Karşı komşumuz Fikriye Teyze,  üst tarafta Fethiye Abla, yan bitişikteki nur yüzlü Saadet Yengem, hemen alt komşumuz Sarhoş İsmail'in şişman karısı Kamile Abla, oğlu Tilki Yusuf, Faruk, dallardan erik ve incir çalan Kostok Ahmet, kardeşim Tarzan Mehmet, kurdu ile günde sekiz volta atan Boncuk Tarkan Engin, Erdoğan, Bakkal Ali Rıza, Ülkücü İdris Abi, Hüseyin Kurnaz, Kambur Berber, Sağır Balıkçı, Manav Garip Aga, Basın Kitabevi sahibi Yaşar Soytürk, Foto Yeşil Şeref Kahraman, başında kasketi ile Şipşak Foto Nimet Abla, okul önünde ayva satan Kelkitli Teyze, Feleğin Kahvesi, kahvelerin önünde Trabzonspor efsaneleri Dozer Cemil ile Deli Bekir'in bitmek bilmeyen tavla mesaileri. 

Ve bir yağmurlu sabaha açmıştım gözlerimi. Köyden variller ile getirdiğimiz lor ve tereyağından yaptık kahvaltımızı. Annemin onca işi arasında siyah çarşafından kesip diktiği önlüğün içinde kaybolmuştum adeta. Sırtımda bezden bir ucube okul çantası. Beyaz yakalığım var mı yok mu hiç hatırlamıyorum. 

Benden dört yaş büyük ablam Fadime tutmuş elimden okula gideceğim. Okulumuz Üniversite İlkokulu Maşatlık'ta Boztepe'nin eteğinde yeşilliklerin içinde devasa bir bina. Kocaman kapısından içeri girdik. İsmini hatırlamıyorum müdür yardımcısı bizi Yunus Şişman'ın sınıfına gönderdi. 

Kapıyı çaldık ama Yunus öğretmen bir kapı gibi dikildi önümüze. 

"Olmaaaaz efendim olmaaaaz" diyor da başka bir şey demiyordu. Beşinci sınıfta okuyan ablam ne kadar ısrar etse de boşuna. 

Ben hemen muslukları açmış sesli sesli feryadı figana başlamıştım bile. Birazdan sesimize vücudu küçük ama yüreği kocaman o güzel insan şahit olacak ki koşturarak geldi yanımıza ve o şefkatli elleriyle tuttu omuzumdan sımsıkı. Döndü Yunus öğretmene; 

"Sen" dedi "okumak için bu kadar feryat eden bir çocuğu geri mi çeviriyorsun. Sen bunu al ben bu çocuğa kefilim..." Dedi. 

Yunus öğretmen;

"Ama müdürüm. Benim çocuklar neredeyse fişleri bitirdi, bugün yarın okumaya geçecekler. Bu çocuğa ben bu saatten sonra ne yapabilirim ki...?" 

Osman Nuri Tonyalı daha bir sıkı ve şefkatle kavradı omuzlarımdan ve beni sınıftan içeri adeta itiverdi. 

Öğretmen çaresiz başını öne eğdi ve girdi sınıftan içeri. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Bana dönerek sert bir ses tonuyla; 

"Geç en arkada ki boş sıraya otur" dedi. 

Babamın kör makasla şekil vegmeye çalıştığı eşek kırkması saçlarım, üstümde derme çatma önlüğüm, başım ayağımdaki cızlavut lastiklerinin ucuna baka baka en arka sıraya geçtim oturdum. 

Bir iki dakika başımı kaldırıp kimseye bakamadım. Sonrasında başımı kaldırdığımda öğrencilerin tamamının bana acıyarak, kıs kıs gülerek baktıklarını gördüm. 

Yunus öğretmen ise ne o gün ve ne de sonraki günlerde yüzüme bile bakmadı, yanıma uğramadı. Önümdeki sıranın önüne kadar gelip sert bir dönüşle topuklarından kıvılcım çıktığına şahit oluyordum. 

Bez çantamdan abimin sildiğim eski defterini ve minicik avucuma sığacak kadar küçük kalemi çıkardım. 

O an o yılın Eylül ayı başlarında köye gelen kravatlı gözlüklü o memuru geldi hayalime. Ben yaştaki çocukları tespit eden müfettişmiş. Köyün meydanında sıra olmuş hepimize sorular soruyordu. Bana sorduğu her soruya öylesine güzel cevaplar veriyordum ki beni kenara ayırdı. Hemen babamı çağırmamı söyledi. 

Babam elleri önünde; 

"Buyur begim" dedi. 

Müfettiş babacan bir ses tonuyla; 

"Bu çocuğu ne et et ama mutlaka okut. Bu çocukta ben bir ışık görüyorum" demişti. 

Babam yazları köyde rençberlik, kışları Trabzon'da sepet hamallığı yaparak iki eşi ve iki elin parmağı sayısı çocuğuna bakıyor. 

Evet, okumalıyım dedim kendi kendime. Kapıdan kovsalar bacadan gireceğim ve kesinlikle okuyacağım. 

Dik, eğik, yuvarlak çizgileri geçtim yan tarafımda iplere dizilmiş kesilmiş fişleri defterime yazmakla başladım ilk iş olarak. Sonra sınıfı adeta radara aldım. Kim ne diyor, kim okuyor takibe başladım. Öğretmen ne derse kafama, tahtaya ne yazsa defterime bir bir nakşediyordum. Hele resim derslerimde mükemmel eserler çıkarıyordum. 

Günler ve haftalar ilerledikçe abartmıyorum ben okumayı, yazmayı ve küçük dört işlemleri çoktan sökmüştüm. Ancak kimse benimle ilgilenmediği için bir türlü ifade edemiyordum. 

O güne kadar öğretmen yanıma bir kere bile gelmezken ne sınıfta ne teneffüste bir çocuk cüzzamlıymışım gibi yanıma yanaşmadı. Hiç dert etmesem de onlardan evvel okumaya geçtiğim için içim içime sığmıyordu. Aklımda köydeki o müfettişin sözleri, hayalimde o kısa boylu okul müdürünün bana kefil olması, babama verdiğim söz vardı. 

Ve işte o gün gelmişti. Yunus öğretmen tahtaya bir basit işlem yazmış cevabını istiyordu. Kimsede çıt yok. Öğretmen sinirlenmiş alnındaki damar simsiyah olmuştu. Bir kere daha döndü sınıfa;  

"Yazıklar olsun emeklerime" dedi ve sandalyesine çöktü. 

Ben ne olacaksa olsun dedim ve sessizce bana acıyarak, tiksinerek bakan arkadaşlarımın arasından tahtaya çıktım. Tebeşiri elime aldım. Yüksek sesle,

"Altı beş daha on bir. On birin biri elde var bir. Üç iki daha beş bir de elde vardı eder altı.  Altmış bir örtmenim" dedim. 

Usulca kafasını kaldırdı ve büyük bir şaşkınlık içinde bana baktı. 

"Neee, sen mi yaptın bunu şimdi" dedi. 

Herkes pür dikkat bizi izliyor, ben hazan yaprağı gibi titriyordum. Sadece dudaklarımın arasından;

"He örtmenim" dedim. 

Getir bana çantanı dedi. Koştum ve bez çantamı kaptığım gibi masasının başına dikkldim. Tüm defterlerimi masanın üstüne dizdi. Birer birer incelemeye başladı. Ben bir adım geride öğretmenin çıkardığı;

"Vayyy beee, yok artık, Allah Allah..." seslerinin keyfini çıkarıyordum. 

Ne gösterirse okuyor, ne soruyorsa cevap veriyordum. Hele resim defterimi kaldırmış tüm sınıfa sayfalarını tek tek gösteriyordu. Trabzon Limanı ve silo resmimi keserek panonun en üst tarafına iliştirdi. 

Bir iki aylık göstermediği ilgiyi bugün bu ders saati içine sığdırmıştı sanki. Ben bir taraftan keyifli ana aynı zamanda çok mahcup olmuştum. 

Sonra ayağa kalktı ve tüm sınıfa dönerek; 

"Evet çocuklar. İsmail'i geldiği ilk günden itibaren hep dışladım, yanına bile varmadım. Elini tutmadım. Ama gördüğünüz gibi hepinizden evvel okumaya başladı. İşlemleri de yapıyor ve üstelik resimleri de çok ama çok güzel. Ben bizi mahcup etmediği için huzurunuzda İsmail'i öpmek istiyorum. Sizlerde bu arkadaşınızı alkışlayabilirsiniz" der demez büyük bir alkış tufanı koptu. 

Ben yerime doğru geçerken o sert sandığım öğretmenimizin  sevgi dolu kocaman bir kalbinin olduğunu yeni anlamıştım. 

Ve sınıfın camından dışarı bakarken gözlerinden bir iki damla yaşın akarak tombul yanaklarına doğru süzüldüğünü o an fark etmiştim.

YORUM EKLE
YORUMLAR
yusuf sadık  eğitimci yazar- gaZETECİ ELİEŞTİRMEN
yusuf sadık eğitimci yazar- gaZETECİ ELİEŞTİRMEN - 2 hafta Önce

Güzel bir anı.
her çocuk bir hazinedir yeterki ara bul çıkar.
Yıl 1969 lise % fen sınıfı Cebir- Geometri öğretmeniyim.
duvar tarafı orta suralarda oturan Ümit uznman derste korkarak sorduğu bir soru ile kendisini keşfettirdi.
O günden sobra ilgilendim Müdür vekilliğim sırasında Eerzurum Radyosunda 16 soru bilgi yarışmasında ekipte yer aldı.
Lisemiz 14 lise arasında erzincan Liswsindwn sonra ikinci oldu Erzincan lisesi sonradan Türkiye birincisi oldu.
Ümit Başarısını sürdürdü. Keşfim boşa çıkmadı. Şimdi Emekli İnşaat Prof. Dr. Ümit UZMAN oldo.